Psikiyatri bizi kandırıyor mu

Güncelleme Tarihi:

Psikiyatri bizi kandırıyor mu
Oluşturulma Tarihi: Mart 29, 2010 11:57

O zaman, bu ilaçların faydalarına dair kuşkularımızı da dile getirmiştik.

Haberin Devamı

Sefa KAPLAN

Geçtiğimiz günlerde yaptığımız, “Kafayı mı yiyiyoruz, kafayı mı buluyoruz” başlıklı haberde, bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de antidepresan ve antipsikotik ilaç kullanımında kelimenin gerçek anlamıyla bir patlama yaşandığını ortaya koymuştuk. O zaman, bu ilaçların faydalarına dair kuşkularımızı da dile getirmiştik. İngiliz psikiyatr Joanna Moncrieff, ‘İlaçla Tedavi Efsanesi’ isimli kitabında bu konudaki bütün endişeleri doğruluyor.

ÖNCE şu rakamlara bir bakalım: 2003’te tüketilen antidepresan 14 milyon kutu, 2007’de ise 26 milyon. Bir de parasal karşılığı var elbette bunun: 2002’de 4.8 milyar, 2008’de ise 12.1 milyar lira!
Hiç şüphesiz ‘modern toplum, yalnızlık, depresyon, güvensizlik, kötü geçmiş çocukluk, ergenlik sorunları, ailevî meseleler’ gibi binlerce mazaret bulunabilir bu durum için. Bulunuyor da zaten. Bulanlara ise ‘psikiyatr’ deniliyor. İlaçları burnumuza dayamaya hakkı ve yetkisi olanlar da onlar. Peki faydalı mı, işte orası psikiyatrideki en derin tartışma ve ayrışma konusu.
İngiliz psikiyatr Joanna Moncrieff, sözünü sitemini hiç esirgemiyor. ‘İlaçla Tedavi Efsanesi, Pskiyatrik İlaç Kullanımına Eleştirel Bir Bakış’ isimli kitabının daha ilk sayfalarında, “Modern ilaç uygulamalarının özgül rahatsızlıklar için özgül tedaviler sağladığına inanmanın, insülin koma terapisinin şizofreni için etkin ve özgül bir tedavi yöntemi olduğunu inanmak kadar yanlış olduğunu ileri süreceğim” (s. 14) diyerek net bir biçimde koyuyor tavrını ortaya. Gerekçesi de hayli sağlam Dr. Moncrieff’in:
“Psikiyatristlerin iyileştirmek adına hastalarını ne kadar aşağılayıcı, istilacı, zararlı ve hatta ölümcül işlemlere maruz bıraktıklarını ve bu işlemlerin gerçek niteliğini görmezden gelmeye ne kadar eğilimli olduklarını görmek için yalnızca yakın geçmişe bakmamız yeterlidir.” (s. 14)
Hiç kuşkusuz, Michel Foucault’dan bu yana bu durumun nasıl bir iktidar tarzı olarak kullanıldığını gayet iyi biliyoruz. Gerek ‘Deliliğin Tarihi (İmge Yayınları)’ gerekse ‘Büyük Kapatılma (Ayrıntı Yayınları) bu konudaki yetkin örneklerdir. Dr. Moncrieff ise bir adım daha ileri giderek, hastanelerin psikiyatri servislerine dışarıdan gelen hastaların yüzde 90’ından fazlasına ilaç yazıldığını, 90’larla birlikte bu eğilimin daha da arttığını söylüyor İngiltere Akıl Sağlığı Komisyonu verilerine dayanarak. Daha çarpıcı olan ise şu: Bu artış asıl gençler ve çocuklar cephesinde yaşanıyor. “Depresyon gibi daha hafif durumlarda bile” diyor Dr. Moncrieff, “belirtiler ortadan kalktıktan sonra en az altı ay boyunca ilaç tedavisinin sürmesi önerilmektedir.” (s. 16)
Bu kitabı hararetle tavsiye ederek, Dr. Moncrieff’in şu satırlarıyla bitirelim bu kısa tanıtma yazısını: “Psikiyatride, ‘hastalık-merkezli model’ ve ‘ilaç-merkezli model’ olmak üzere iki karşıt akımın sürekli bir mücadele içinde olduğunu vurgulayan Dr. Moncrieff, “Etkisi tümüyle hastalığı ortaya çıkaran temel süreçlerle sınırlı tıbbi bir ilaç bulunmamaktadır” diyerek de, neredeyse bütün psikiyatri hastalarından gizlenen önemli bir gerçeğin altını çiziyor: “Bu ilaçların hiçbiri hastalığın en temelde nedeni olan mekanizmaya dokunmamaktadır. Bu ilaçların, teknik olarak, hastalığı ortadan kaldırmak anlamında ‘tedavi’ olarak sınıflandırmak belki de doğru değildir.” (s. 21)”

Haberin Devamı

Akıl hastalığı hastalık mıdır

Haberin Devamı

“Gerek psikiyatri gerekse psikiyatrideki temel fikir, yani delilik ya da ruhsal sıkıntıların fiziksel süreçlerle anlaşılabilir ve tedavi edilebilir tıbbi hastalıklar olduğu fikri, çok uzun zamandır eleştirilmekte ve tartışılmaktadır. Eleştiriler felsefe, sosyoloji ve psikoloji gibi akademik disiplinlerin yanı sıra psikiyatrinin kendi içindeki muhalifler ve bizzat bu tür tedavileri görmüş insanlar tarafından dile getirilmektedir. Bu eleştirilerin çoğu, akıl hastalığı kavramına ilişkin mantıksal çelişkiler ve bu tür rahatsızlıkların ortaya çıkmasındaki toplumsal etkenler üzerinde durmaktadır. Örneğin psikiyatrist Thomas Szasz akıl hastalığı kavramını bir efsane ya da metafor olarak gördüğünü söylemiştir. Szasz, fiziksel bir hastalık tanısının genellikle belli bir patalojiyi ifade ettiğini, ama akıl hastalığı tanılarının sıra dışı davranışların tarifinden başka bir ifade içermediğini savunmaktadır. Foucault da benzer şekilde psikiyatri ve genel tıp arasındaki ‘ayrışıklıktan’ söz etmiştir.” (s. 272)

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!