Oluşturulma Tarihi: Eylül 02, 2001 00:00
Procida adasını seçtik, hayatımızın en ucuz tatilini gerçekleştirdik. Napoli’ye 25 dakika uzaklıkta, miniminacık bir ada.O kadar güzel o kadar güzel ki. İl Postino (Postacı) filmini boşuna orada çekmemişler. Sophia Loren’in son filmi de orada çekilmiş, ama kimse onu tanımadığı için gidip imza istememiş...Hep istedim, sabahları şen şakrak uyanan kadınlardan olmak.Yataktan ceylanlar gibi sıçramak.Gülücükler dağıtmak.Bitmez tükenmez bir iyimserlikle mutluluk pompalamak.Gizlice hazırlanmış kahvaltı tepsisini yanımda uzanan adamın usulca kucağına koymak.Hatta, burnuna minik bir öpücük kondurmak.Bu iyi bir şey galiba.Ama ben onlardan değilim.Sabahları domuzzz gibiyim.*Yok, fikrimi değiştirdim.Bu iyi bir şey değil.Tamam, uyandırmak için onu kazımam gerekmesin ama yataktan ceylanlar gibi sıçrayan bir adam istemem. Hele hele sabahın köründe oramı buramı mıncıklayan, beni öpücüklere boğan birini hiç sevmem.Günün ilk saatlerinde içe kapanık olmakta, az konuşmakta, hatta benim kadar olmasa da asık suratlı olmakta fayda var. Sabah insanı değilim anlayacağınız.Hiç.*Ve tahmin edin?Adını bile binbir zorlukla öğrendiğimiz, uçak bileti, otel rezervasyonu gibi sufli şeyler yüzünden 5 bin kere birbirimize girdiğimiz ve yorgunluktan bittiğimiz, ‘‘hayal adası Procida’’ya ulaşmak için bineceğimiz ilk uçak saat sabah 6'da.Bu ne demek?Ölüm.Dörtte filan mı kalkmak gerekiyor?Haliyle, havaalanına gidinceye kadar yol boyu kavga ediyoruz.Lastik ayakkabılarımın birini evde unutmuşum, kocam olacak adam alay ediyor benimle. ‘‘Ayakların yeteri kadar büyük, benimkileri giyersin!’’ diyor. Zaten kahvaltı yapmamışım, sadece çabucak bir duş almışım, biz güya onun doğum gününü kutlamaya gidiyoruz ama ben onu öldürmek istiyorum. Al İtalia kontuarına, kesinlikle döner dönmez boşanacağımız tehditlerini savurarak yaklaşıyoruz, ‘‘Bu çanta ağır’’ diyor, ‘‘İçine yine neler tıkıştırdın?'' diyor, biz gerçekten birbirimizden nefret ediyoruz.- O adada Yetenekli Bay Ripley filmi çekildi. Sıkı planlanmış bir cinayetti. Yani kendine dikkat et oralarda diyorum.- Merak etme canım diyor.Birbirimizden iğrendiğimizi çaktırmadan en riyakar haliyle, biletlerimizi Al İtalia görevlisine uzatıyor.*Ya işte, hayat böyle.Bizi ‘‘upgrade’’ ediyorlar.Hürriyet'te çalıştığım için olsa gerek.Kocam daha da gıcık oluyor bana.Çünkü bu sefer karar vermiştik, ucuz tatil yapacaktık, bussiness filan uçmayacaktık. Benim yüzümden oldu ya, daha büyük koltuklarda oturacağız ya, batıyor ona. Ben terfi edildiğimizin farkında bile değilim tabii, aklım evde unuttuğum beyaz lastik ayakkabımda.- Sana kimse kaba olduğunu söylemiş miydi? diyor.- Evet, Nalan bir kere hatırlatmıştı diyorum.- Sana bunu sürekli hatırlatmakta fayda var galiba. Al İtalia'cılara bir teşekkür etsen iyi olur diyor.Tamam, teşekkür ediyorum.Ama herşey sabahın 6'sında oldu.Ve ben sabahın 6'sında yalnız kalmak istiyorum, gazeteci olmak istemiyorum, birilerinin karısı olmak istemiyorum, kimseye iyi ve nazik davranmak istemiyorum.Niye kimse anlamıyor?Ben sadece uyumak istiyorum.*Uçakta uyudum.Ve ne oldu?O kötü kadın gitti, Milano'da yerine dünya tatlısı biri geldi. Çünkü uykumu almıştım. Artık iyi kadın olmaya hazırdım. Arıza yaratmak yok. Kapris yok. İstikamet Napoli, ama biz aktarma yapacağız. Bu ne demek? Bir buçuk saat Milano havaalanında turlayacağız demek. O kadar tatlıyım, o kadar tatlıyım ki, free shop'tan birşeyler alalım diye tutturmuyorum bile. Kahve içerken (ve sigara tabii) çok şeker bir kadınla tanışıyorum. Zafer, bir ara tuvalete gidiyor, (lavabo mu demem daha uygun kaçardı?) geldiğinde -ki beni sadece beş dakika yanlız bırakmıştı- Bari'li arkadaşım Maria hayatımız hakkında her türlü ayrıntıyı öğrenmişti.Maria kocama dönüp:- Oğlumla aynı gün doğmuşsunuz,
Başak, ne güzel. Bir
Yay ile Başak'ın anlaşamamasını anlıyorum. Bu arada ilişkinizi sorgulamaya gidiyormuşsunuz. O adayı İtalyan olmama rağmen ben bile bilmiyorum. Ama belli ki cinai bir yer diyor.Zafer, ‘‘Capri'nin yakınında. Nasıl oluyor da İtalyanlar bile Procida'yı bilmiyor?’’ diye cevap veriyor.İngilizce tabii.Ama o arada bana dönüp Türkçe şunu söylemeyi ihmal etmiyor:- Seninki bir tür ishal! Yani nasıl oluyor da hiç tanımadığın birine 300 saniye içinde tüm hayatımızı anlatabiliyorsun?*Öğlen filandı Napoli'deydik.Daha sevimli bir insanım.Zaten geceleri de melek oluyorum ben!Bizim deniz otobüsleri gibi bir şeyle Procida'ya doğru hareket ediyoruz. Ama işte kader, motora naylon torba mı ne dolanmış, geri dönüyoruz.Herşey karabasan gibi.Bir türlü ulaşamıyoruz
rüya adasına.Bir ulaşsak yırtacağız.Neyse, bu sefer de bizim Karaköy'den kalkan vapurlara benzeyen bir şeye biniyoruz. En son kavga, sanırım o 25 dakika içinde sütyenimi çıkarmak istememden koptu. Çok sıkıyordu. Sütyenimin askısını arkadan açmaya çalıştığımı farkedince (tişörtümün içinden tabii) sevgili kocam, ‘‘O işi burada yapmayı düşünmüyorsun değil mi?’’ dedi. O kadar ama. Ondan sonra bir daha kavga etmedik.Zaten Procida artık görüş alanımızdaydı...Sütyeni filan kim takardı?*Sadece 10 bin kişi yaşıyor.Sadece 300 turist adada konaklayabiliyor.Çünkü otel yok.7 tane var da, en büyüğü bizim kaldığımız, Hotel Celeste, onun da 30 odası var. Diğerleri 10 oda. Ve ucuz, oldukça ucuz. İki kişi 100 dolar, kahvaltı ve akşam yemeği dahil.Ayak bastığınız anda bambaşka bir ruh haline bürünüyorsunuz.Çünkü zaman durmuş orada.Turistik hiçbir şey yok.Güneş gözlüğü filan bile satmıyorlar.Buna karşılık eskiii tuhafiyeciler var (kocaman anneanne külotları satıyorlar) ve bakkallar (dikkatinizi çekerim market değil), şahane yani. Yani nasıl anlatsam, Türkbükü gibi bir yer beyninizde ne çağrışımlar yapıyorsa, Procida tam tersi. Güzel kadın filan da yok. Bütün kadınlar şişman. Gerçek İtalyan Mama'ları. Çoğunluğunun sakalları ve bıyıkları ve kocaman popoları var. Ama inanılmaz şekerler. Ve gerçekler. Önünüze koyulan makarnaları yemiyorsanız, sizi azarlıyorlar.Araba da, çok az o adada.Sadece ada sakinleri kullanabiliyor.Hemen herkes neredeyse İkinci Dünya Savaşı'ndan kalma mobiletlere biniyor.Ama saat 8'de kiraladığınız o aletleri teslim etmeniz gerekiyor.Dapdar sokaklar, müthiş yapılar, rengi uçmuş binalar...*Biz birden çok iyi anlaşan bir çift haline gelmeyelim mi o beş gün boyunca?Gelelim.Sabah akşam Spagetti Vongole yemeyelim mi?Yiyelim.‘‘Bir evliliğin 24 saati’’ konulu kendimizce bir fotoğraf operasyonuna girişmeyelim mi?Girişelim.Ailemizin hırsızı Abuzer video kameramızı çaldığı için artık kötü bir fotoğraf makinasına kaldık. Ama Procida'da iyi numara yaptık. Her saat başı bir fotoğraf çektik. Ama yok öyle yağma, o an neredeysen ve ne haldeysen o şekilde görüntüleneceksin. Tuvalette olabilirsin, kitap okuyor olabilirsin, burnunu siliyor olabilirsin, ele ele tutuşuyor olabilirsin...*Yani anlayacağınız çok eğlendik.Ve üstelik hayatımızın en ucuz tatilini geçirdik.Dahası birbirimizin kafasını kırmadan geri dönmeyi becerdik.O ada büyülü bir ada.Bu kadar.
button