Poyrazın sevdiği ada Bozcaada

Güncelleme Tarihi:

Poyrazın sevdiği ada Bozcaada
OluÅŸturulma Tarihi: Temmuz 12, 2004 00:00

‘’Karganın biri, Ä°stanbul’da bir kilisede, haç biçiminde olan ve içinde ÅŸaraplı ekmek bulunan bir kaba konmuÅŸ. Bir yandan karnını doyururken, bir yandan da kabın içini kirletiyormuÅŸ. Onu yakalayan papaz efendi, öfkeyle haykırmış; ‘Ne biçim kargasın sen? Müslüman olsan ÅŸaraplı ekmek yemezsin, Hıristiyan olsan ıstavrozun içine etmezsin. Olsa olsa, Bozcaada kargası olmalısın sen!’ ’’Günbatımıyla birlikte Geyikli’den kalkan feribot, Bozcaada’ya doÄŸru yol alırken, ‘’Haluk Åžahin’in Bozcaada Kitabı’’nda okuduÄŸum, ada Rumlarının kendi aralarında anlattıkları fıkraya gülüyorum. Ege Denizi’nin sessizliÄŸine eÅŸlik eden yolcular, birden hareketli bir müzikle irkiliyorlar. Üç kiÅŸilik bir fasıl grubu, adeta bir lokantada masa masa dolaşır gibi, feribottaki arabaların aralarından kıvrılarak ve buldukları açık pencerelere eÄŸilerek, çalıp söylüyor. Ezineli Figan kardeÅŸler, bunlar. Ezine’de düğün olmadığında, ekmek paralarını Bozcaada limanındaki balık lokantalarından çıkarmak için, ‘’karşı’’ya geçiyorlar. Meyhane masalarından alıştıkları tezahüratı, yolculardan göremeyince, müzik susuyor... YAKAR KAPTAN EFSANEZaten Bozcaada yolcuları baÅŸka düşüncelerde... Tatil hayali kuranlar, balayına çıkanlar, baÄŸ evi almaya gidenler, baÄŸ iÅŸlerinde çalışacak yevmiyeciler... Belki onlar deÄŸil ama adalılar, 1944’te Normandiya çıkartmasına katılıp, önce Ä°ngiliz ardından da Türk donanmasından emekliye ayrılan, karşıya ancak birbuçuk saatte geçebilmelerine raÄŸmen, 1982’de hizmete girdiklerinde, ada halkını sevince boÄŸan, Arıburnu ve Ezine gemilerini hatırlıyor. Adanın kahramanı, gözü kara Yakar Kaptan’ı da, bilenler duymayanlara anlatmıştır bile. Yakar Kaptan, limandaki lokantalardan birinin duvarına asılı, 18 yaşındaki fotoÄŸrafına bastonuyla iÅŸaret edip, ‘’Kahpe gençlik’’ diyor, ‘’tam yarım asır... Kimsenin burnu kanamadan, iÅŸi bıraktım’’. Yol boyunca, herkes onu selamlıyor; adada bir efsane olduÄŸunu fark etmek zor deÄŸil. Nasıl olmasın... Daha adada, ebe, doktor, hastane yokken, gece gündüz, fırtınalar, dev dalgalar demeden, balıkçı motoruyla, 365 gün, her başı sıkışanı taşımış karşıya; ‘’Yakamı ısırır, kuvvet alırdım... kıyamet kopar, yine yanaşırdım’’ Ä°ki kez de, azgın denizle mücadele ederken, bir taraftan da sancılanan kadınları doÄŸurtup, bebeklerin göbek bağını kesen ilk o olmuÅŸ. Onu mutlaka göreceksiniz. Ya bir çay bahçesinde, ya da feribota giden yolun üzerinde...ÇarÅŸamba, adalıların alışveriÅŸ günü. Çamlı Ä°bo’nun Kahvesi, ana baba günü. Balıkçılar, baÄŸcılar, pazarda dolaÅŸmaktan yorgun düşenler aÄŸaçların gölgesine yayılmış. Sohbetlerin anafikri; ‘’Bakarsan baÄŸ, bakmazsan daÄŸ olur’’. Her masada bir baÄŸ hikayesi, her demli çayda bir baÄŸ derdi var. Adanın kimliÄŸi, kaderi baÄŸlar. Kimi kendi bağının sahibi, kimi baÅŸkasınınkine bakıyor, kimi satmış ‘’kurtulmuş’’ ama hálá ahkám kesiyor. Ä°stanbul’dan gelip arsa alan, sonra da baÄŸlarını kurumaya terk edenlere kızıyorlar. Aralarından kaçı, adanın kurtuluÅŸunun baÄŸlarında olduÄŸunu biliyor, emin deÄŸilim. Ama kesin olan bir ÅŸey varsa, o da, Tenedos parasının üzerinde üzüm salkımının olduÄŸu antikçaÄŸdan ya da Ä°stanbul Balıkpazarı’nda, ‘’Bozcaada ÅŸarabı geldi’’ yazılı levhaların asıldığı, 1940’lı 1950’li yıllardan, çok farklı bir dönem yaşıyor ada.TROLCÃœNÃœN TABUTU Yorgo, sevmez öyle bütün gün kahvede oturmayı. Ya denizde olacak ya da bağında. Zaten çocuklar, Yunanistan’da. Karısı Vasiliki de evi çekip çeviriyor. Süngerci babasından balıkçılık, adalı Rumlardan da baÄŸcılık miras kalmış ona. Deniz deyince efkarlanıyor. ‘’Balıksız deniz olur mu? Sinarit, mercan, karagöz, barbun, sarpa vardı. Haftada iki gün Ä°zmir’e satmaya giderdik. Geçim iyiydi. Marmara’dan, Karadeniz’den balıkçılar geldi, trollerle balıkları tükettiler.’’ Yorgo’nun balıkçı dostu Nuri, lafa giriyor: ‘’Trolcünün tabutunu bile taşımıycan... Di mi, be Yorgi?’’.Yorgo, komÅŸusu, Rengigül Konukevi’nin ve adanın ilk resim galerisinin sahibi Özcan Hanım’la, Rum Mahallesi’nde, kapı önünde sohbet ediyor. Özcan Hanım, ‘’Yorgo, ben senden daha çok seviyorum adayı’’ diyor. ‘’Hayır sevemezsin, sen sonradan geldin’’ diye itiraz ediyor Yorgo. ‘’Severim, severim...’’ diye durumu kızıştırıyor Özcan Hanım. Gülüşüyorlar... Bu arada birkaç yerli turist, kapısında 1876 yazan Rum evinin önünde durup, ‘’burası hakkında çok ÅŸey duyduk, içeriye bakabilir miyiz?’’ diye soruyorlar. Muhtemelen, adanın en çok çalınan kapısı bu ve en güzel sokağı. Özcan Hanım’ın sihirli dokunuÅŸu hemen hissediliyor. 30 yıl boyunca, Almanya’da davranış bozukluÄŸu olan çocuklarla çalıştıktan sonra, aklından hiç çıkmayan, Türkiye’ye dönme düşüncesini gerçekleÅŸtirmiÅŸ ve adaya yerleÅŸmiÅŸ. Evin ilk sahibi çok güzel mandolin çalıp söyleyen, Nisyota adında bir Rum kadınmış. Evdeki aynalı konsol, Nisyota’nın. Rengigül Konukevi’nin duvarları, tutku dolu bir yaÅŸamın özeti.. SON DOÄžAN RUM BEBEKSarı mobiletiyle Lisa geçiyor sokaktan. Ağır bir trafik kazası geçirdiÄŸi zaman ‘’Japon kız düştü!’’ sesleri yankılanmış. Japon denmesi, çekik gözlerinden ötürü. Oysa o, Avustralya’da doÄŸmuÅŸ, bir Çin-Endonezya melezi. Tek kiÅŸilik bir sivil toplum örgütü gibi. Adaposta’yı çıkarıyor. Bit Pazarı, ÅŸiir günleri, temizlik kampanyası onun marifeti. Fransa’da yanında çalıştığı aşçılardan öğrendiklerini kafesinde uyguluyor ve ayrıca eÅŸinin limandaki restoranı PaÅŸa’yı iÅŸletiyor. ‘’Adaya büyük bir emlakçı açıldı, büyük bir dondurmacı geldi, küçük ÅŸeyleri kaybediyoruz. Adanın eski renklerini özlüyorum ‘ diyor, Lisa.Gözünü sevdiÄŸimin poyrazı... Rumlarla Türkler, omuz omuza yaÅŸarken de, böyle esermiÅŸ... Kargalar, Rum Mahallesi’nden Türk Mahallesi’ne uçar, herkes mutlu yaÅŸarmış. Az Rum kaldı adada. En son, 12 yıl önce, Ä°zvingo ailesinin bebeÄŸi olmuÅŸ. Bir Pazar sabahı yine poyraz, Papaz Efendi’nin yeÅŸil kostümünün eteklerini uçuruyor. Kilisede ayin okurken, karısı Stella ona yardım ediyor. Tek tük mum yakmaya gelenler arasında, bir kadın gözyaşı döküyor. Türk lokantalarından hüzünlü bir Rum müziÄŸi geliyor. Poyraz bu... GüneÅŸ bir taraftan yakarken, o da, bir taraftan, baÄŸbozumuna dek sancılanan üzümleri serinletiyor. Adanın arka sokaklarında oynarken düşen çocuÄŸun yaralı dizini üflüyor. Yakar Kaptan’ın Rumlarla birlikte okuduÄŸu ve bugün artık otel olan okulun bahçesindeki turistlerin ÅŸapkalarını uçuruyor. Balığa çıkan Yorgo’nun gür saçlarını ve düşünceli yüzünü yalayıp geçiyor... Ada, kendini, her zamanki gibi, poyrazına kaptırmış...26 TEMMUZ AYAZMA PANAYIRIAda Rumlarının büyük günü. Paraskivi adlı bir genç kızın hüzünlü aÅŸk hikayesinin anıldığı bu günde Bozcaadalı Rumların yanı sıra, yurtdışında yaÅŸayan ada Rumları da, o gün, burada bir araya geliyorlar. Kilisede geleneksel baÄŸbozumu ayini yapılıyor ve ertesi gün, Ayazma’daki küçük manastırın ve ayazmanın bulunduÄŸu yerde toplanılıyor. Ayinin ardından, yeniliyor, içiliyor ve dansediliyor.ISSIZ KOYLARDA OKUYUNGazeteci-yazar Haluk Åžahin’in sözleriyle; ‘’Bozcaada’ya severek bakmak ve bakarak sevmek isteyenler için bir rehber’’... Adanın geçmiÅŸini ve bugünkü yaÅŸamını, halkını ve sırrını, buraya tutkun bir yazardan okumak gerçekten keyifli. Isısız koylarda okuyun. Bozcaada’da, deniz ve güneÅŸten çok daha fazlasını bulacaksınız. BEN OLSAYDIM BUNLARI YAPARDIMBozcaada’nın, baÅŸtan çıkarıcı baÄŸbozumunda adada olmakYalnızlığına gömülmüş Polente Feneri’nde günbatımına karşı Bozcaada ÅŸarabı içmekRengigül Sanat Galerisi’ndeki sergileri gezmek Kendinize özel ıssız koylar keÅŸfetmekAdanın en güzel sokaklarının olduÄŸu Rum Mahallesi’nde dolaÅŸmakÇamlı Ä°bo’nun kahvesinde ada halkıyla birlikte, sabah çayı içmekGöztepe’den adanın içinde olduÄŸu sonsuzluÄŸu seyretmekHaluk’un bisiklet turuna katılmak ve adanın gerçek ruhunu hissetmekAdanın dar sokaklarında, asma ve begonvillerle bezeli lokantalarda Ege otları yemek BaÄŸlardan üzüm, aÄŸaçlardan karadut toplamakDeniz kıyısındaki barların minderlerine yayılıp, dolunayın kalenin üzerinden yükseliÅŸini seyretmekRengigül Konukevi’nde kalamasanız da olaÄŸanüstü kahvaltısına katılmakPoyrazın keyfini çıkarmakÂ
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!