Güncelleme Tarihi:
Açılan davanın 1 numaralı sanığı olarak 11 yıl hapislerde yatmış. Şimdiki durağı Urla sahilleri. Orada daha dingin bir hayat yaşıyor ama mücadelesini de sürdürüyor. Nitekim yaşamını anlattığı nehir söyleşi kitabının adı da ‘Bitmeyen Yolculuk’...
Benim fikri yapımı etkileyip şekillendiren şey daha çok öğrencilik yıllarımda yaşanan toplumsal olaylar oldu diyebilirim. Bir de tabii okuduğum kitaplar... Ortaokul yıllarından itibaren elime geçen kitapları okurdum. Düzenli ve seçerek kitap okumaya lise birinci sınıftaki edebiyat öğretmenim yönlendirdi. Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Hugo, Goethe. En çok Dostoyevski okudum. Yazları yaylaya çıkılırdı, orada yapacak fazla bir şey olmazdı. Ben daha çok, kitap okumaya, resim yapmaya hevesliydim. Kendimce karakalem, suluboya resim yapmaya uğraşıyordum. Ortaokul ve lisede hocaların teşviki vardı. “Güzel resim yapıyorsun, Güzel Sanatlar oku” diye. Ama olmadı, yetenek sınavlarını kazanamadım.
TARİF ET DEDİLER RESMİNİ YAPTIM
Devrimcilik yıllarında da elimde kağıt kalem olunca hep çiziktirirdim. Cezaevinde bayramlarda ailelere göndermek üzere başçavuşun seçip getirdiği kartpostallar çok kötü olurdu; geyikler, artist resimleri falan. Boş karton getirttik onları kare kare kesip tükenmez kalemle bir şeyler çiziktirerek kartlar yaptık. Sonra idare ile pazarlık yaparak suluboya getirttik, suluboyayla kartlar yaptık. Bu şekilde içerde yeniden resim tutkum depreşti. 12 Eylül’de, bana işkence yapan polis Bekir Pullu’dan şikayetçi olmam üzerine savcılar, “Sana işkence yapanı tarif edebilir misin?” dediler. Ben de, “Resmini bile yapabilirim” deyince önüme koydukları bir kağıda resmini çizdim. Açılan o davada işkenceci mahkum da olacaktı ama karar günü hakimi görevden alıp başka birini getirerek beraat kararı çıkarttılar.
12 EYLÜL
Mahkemelerde hukuk yoktu
İlk katıldığım sol örgüt, Fikir Kulüpleri’ydi. Aslında şimdiki ÖDP’de, sol partilerin çoğunda olmayan bir yapıydı FKF. İki üyenin teklifiyle aday üye oluyorsunuz, 8-10 kitaplık bir Marksist kitaplar dizisini okumanız şart. Daha bağımsızlıkçı, anti-emperyalist bir sol çizgi izleniyordu. 12 Mart geldiğinde Dev-Genç yöneticisiydim, son sınıftan birkaç dersim kalmıştı ama bitiremeden 12 Mart geldi, cezaevine girdik. Hukuk fakültesini cezaevinden çıktıktan sonra bitirdim. Avukatlık stajı yaptım ama hukuk bilgim en çok yargılandığımız mahkemelerde işe yaradı. Mahkemedeki ilk sorgum dört gün sabahtan akşama kadar sürdü. Sıkıyönetim mahkemelerinde hukukun hiçbir rolü yoktu. Mahkeme salonundan bile arkadaşları alıp emniyete işkenceye götürüyorlardı. Bu yönüyle 12 Eylül mahkemelerinin bugünkü mahkemelerden adil olduğu tezine katılmak mümkün değil.
ASKERİ DARBE
Direndik ama başaramadık
Tarık Akan’ın sözlerinden sonra ortaya çıkan solun tamamının darbeleri desteklediği yaklaşımı tam bir çarpıtma. Özellikle 70 sonrasında
küçük bir grup (Aydınlıkçılar) hariç tutulacak olursa solda darbeci çizgiler hemen hiç yoktur. 12 Eylül darbesinden sekiz ay kadar önce darbe kararı
alındığı bilgisine ulaşmıştık. Bunu bütün sol örgütlerle paylaşarak darbeye karşı ortak mücadele yolları aradık.
Belki sonuçta başarılı olamadık ama darbeden önce ona karşı mücadele etmek için çaba sarf ettik; darbeden sonra darbeye karşı eylemler yapıldı, kırsal bölgelerde yıllarca mücadele ve çatışmalar devam etti. Karadeniz’de, Hatay’da dağlarda çatışmalarda arkadaşlarımız hayatını kaybetti, birçok arkadaşımız bu mücadelelerden dolayı işkencelerden geçti, cunta mahkemelerinde yargılandı. Bu mücadeleler için türküler yakıldı, kitaplar yazıldı. Birtakım insanlar hâlâ ‘Eylemlerin 12 Eylül’den sonra bıçak gibi kesildiği’ gibi ifadeler kullanıyorlarsa burada artık dürüstlükten filan söz edilemez.
“Dr. Osman Müftüoğlu kuzenim. Babası hafız amcamın oğluydu. Ortaokula başladığımda Anamur’da bir süre onların yanında kalmıştım. Biz köyde yaşıyorduk. O sıra daha Osman doğmamıştı. Sağlığımla ilgili sorun olursa, tabii ulaşabilirsem, ona da danışırım”
BACI KÜLTÜRÜ
Devrimci ahlak vardı
O dönemler bugünkü gibi iyice yozlaşmış, sınır tanımayan ahlak erozyonu karşısında, devrimci bir ahlakın olduğu bir dönemdi. Elbette daha çok dikkat ediliyordu kadın-erkek ilişkilerine. Ama söylendiği gibi herkes bacı diye görülür, her şey yasak diye bir şey de yoktu. Tabii ki bir arkadaşın eşi ya da sevgilisine bacı diye bakarsın, öyle davranmayanlara da hoşgörü gösterilmez, bunlar da olmuştur.
ERGENEKON
ÖDP’dekİ yarılma bu tartışmanın sonucu
Ergenekon davaları hukuki yönden tam bir fecaat gördüğüm kadarıyla. Sıkıyönetim mahkemelerinden pek de farklı değil. Birgün gazetesinde ‘Yesinler birbirlerini’ diye bir başlık atılmıştı. Ben o başlığın o gün İlhan Selçuk’un gece yarısı gözaltına alınış biçimi açısından pek de hoş kaçmadığını düşünüyordum. Evet darbecilerin, devlet içinde yuvalanmış çetelerin, savaş kışkırtıcılığı yapan odakların yanında yer almamız elbette söz konusu olamaz. Yıllarca bu güçlere karşı mücadele ettik. Ama arkasında hangi güçlerin olduğunu ve hangi gayeyle yapıldığını hesaba katmaksızın ‘demokratikleşme-sivilleşme’ olarak kabul etmek doğru bir şey değil. Nitekim böyle olmadığı bugün daha iyi görülebiliyor. AKP yöneticilerinin kendisi dışındaki herkesi Ergenekoncu gören bir anlayışı var. Böyle bir zihniyetin arkasına dizilmek eski baskıcı devlet yapısını savunmak kadar yanlış bir tutum. ÖDP içinde ilk başlarda bu konuda bir kafa karışıklığı vardı, ayrılık da buradan çıktı. Referandum oylaması sırasında “Yetmez ama evet” diyerek AKP’ye destek verdiler. Neoliberal yeni düzenin, yargıyı yeni politikalara uygun hale getirme çabasına demokratikleşme diye destek vermek en hafif deyimle bir akıl tutulmasından başka bir şey değildi.
KIZILDERE
Keyif için mi işkence yaptılar
Evet, kitapta da anlattığım gibi,“Ulaş Bardakçı’nın saklandığı yeri Münir Aktolga ve Yusuf Küpeli ihbar etmiş olabilir” gibi bir şeyler söylemişti Mahir Çayan. Ama, olayı duyar duymaz, ayrılığın öfkesiyle söylenmiş sözlerdi onlar. Ulaş’ın yerini o sırada yakalanan kişilerin verdiği ifade üzerine buluyorlar. Mahirler’in Kızıldere’ye kadar polis tarafından takip edildikleri tezine de katılmıyorum. Cezaevinde firara yardım eden subay grubu tespit ediliyor, oradan iz sürülüyor. Yoksa Mahirler kontrol altında olsalar ne diye bana günlerce “Mahir’in yerini söyle” diye işkence yapsınlar? Keyif için mi yaptılar bunu? En sonunda “Mahirler, Alanya’dan motor tutup Kıbrıs’a gidecekler” diye bir hikaye uydurmuştum. Öyle olmadığı açığa çıktığı zaman gelip üstümde tepindiler.
BİTMEYEN YOLCULUK
Sağ kaldıysak bu bir tesadüf
Son dönemlerde Türkiye’deki devrimci hareketin geçmişi üzerinde ciddi bir karalama kampanyası yürütüldü. O tarihe yapılan haksızlıklara karşı bir savunma ihtiyacıydı bu kitap. Şahsımla ilgili de gerçekle ilgisi olmayan iddialar ortaya atıldı. Böyle bir söyleşi önerisi geldi, doğrusunu isterseniz biraz erken bulmakla birlikte iyi olacağını düşünerek kabul ettim. Biz sağ kaldıksa, bu da sadece bir tesadüf aslında. İnsanlar hayatlarını ortaya koydu. Kitabın adının ‘Bitmeyen Yolculuk’ olması şahsımla ilgili bir ifade değil. 60’larda Devrimci Gençlik hareketiyle başlayan, sonra kesintiye uğrayan devrimci mücadeleye ilişkin bir ifadeydi. Şimdi gençler, Denizler’e, Mahirler’e, Devrimci Yol’a sahip çıkıyorlar. Eğer yaşananların bir değeri varsa ona sahip çıkılır. 60’larda, o siyasal atmosfer içinde yaşamasaydım belki başka bir hayatım olurdu. Böyle bir dönemde yaşamış olmanın, çekilen bütün sıkıntılara karşın benim için büyük bir şans olduğunu söyleyebilirim.
14 YIL CEZAEVİ
Sağcıların yanına koyarlardı
Anamur, hayatımda geniş bir yer tutar. Ortaokul ve lise hayatım orada geçti. En geniş yer kaplayan ikinci yer de Mamak. Mamak’ta iki kez kaldım. 12 Mart’ta bir süre Selimiye’deydim ama üç yılın çoğu Mamak’ta geçti. 12 Eylül’de sekiz yıl kadar Mamak’ta, üç yıl da Ceyhan Cezaevi’nde yattım. Toplam 14 yılım cezaevlerinde geçti. İnsanın Mamak’ta en çok özleyeceği şeylerden biridir
kendi başına hücrede kalmak. Çünkü eziyet olsun diye sağ görüşlü kişilerle aynı yere koyuyorlardı. Yanınızdakiler, 5-10 kişiyi öldürmüş, komünist düşmanı kişiler. Tek başıma kaldığım da oldu.
ANAMUR KAMPI
Bizi avcı zannettiler
Anamur’da dağlarda kamp kurma olayımız biraz romantik bir işti. 69 yazıydı zannediyorum. Savcı ve hükümet tabibi ile karşılaştığımızda bizi ava çıkmış bir grup sandılar. 12 Mart sonrasında solcular uzun süre silahtan uzak kaldı. Denizler’in, Mahirler’in provokasyona geldiği mantığı hakimdi. 12 Eylül öncesindeki çatışmalar, aslında solun kendisini savunmaya çalışmasıdır. Bunların tesadüfi olduğu kanısında değilim. Çatışma ortamı bizzat örgütlendi; 12 Eylül öncesinde iç savaşı yaratan süreç hazırlandı.
HRANT DİNK
Birgün’de yazmamasını istemedim
Hrant Dink ve Muhsin Kızılkaya’nın Birgün’de yazmamalarını istediğim doğru değil. Zaten Hrant Dink, öldürülünceye kadar kendi gazetesinde olmadığı kadar özgürce Birgün’de yazmaya devam etti. Bu iddialar ne yazık ki, ÖDP’den ayrılanlar, Birgün gazetesini ve bizi yıpratmak için ortaya attı. Biz dil farkı, din farkı bilmeyen bir inanca sahip insanlarız. Bu yüzden böyle bir suçlama bize karşı yapılabilecek en büyük haksızlık. Buna rağmen bugün dahi her fırsatta bu tür milliyetçilik vb. suçlamaları ileri sürebiliyorlar.
URLA
Düşünmek için uygun bir yer
Urla, dinlenmek, okumak, düşünmek için daha uygun, dingin bir yer. Şimdi geçmişteki gibi örgütlü bir siyasi çalışma olmasa da, ağırlıkla ÖDP çevresindeki siyasi çalışmalara katılıyorum. Toplantılar, paneller ve başka işler için ayırdığım zamanlar dışında çoğunlukla burada yaşıyorum.