OluÅŸturulma Tarihi: Ocak 03, 2004 00:00
Orada bulunma sebebim: Türkiye'deki sosyolojik gelişmelerin tahlili. Kim yapar? Emre Kongar. Aynı zamanda büyük, önemli, kitapları çok satılan bir yazar. ‘Kızlarıma Mektuplar’ 100 bine ulaştı. Ki Türkiye için baba rakam! Şimdi sırada ‘Babam, Oğlum, Torunum’ var. Elimde, okuyorum. Şu anda 20 binlerde. Onun akıbeti de 100 binler kervanına katılmak olacak. Kongar, çok renkli ve çok zengin biri. Yani sorularıma verdiği cevapları yayınlayabilmek için Hürriyet Gazetesi'ne değil bir yayınevine gitmem gerekirdi! Kitaplık malzemeyi gazete röportajına indirebilmek takdir edersiniz ki zor oldu. Ama benim için hem keyifli hem öğreticiydi....TÜRBANI MODERN BULAN NİLÜFER GÖLE VE TÜLİN BUMİN YANILIYORNilüfer Göle ve Tülin Bumin diye iki hanım var. Biri sosyolog, diğeri felsefe profesörü. Bu arkadaşlar fevkalade yanlış analizler yapıyorlar. Türban bir kere kadının özgürleşme simgesi değil. Modern de değil, postmodern de değil! Türban, doğrudan doğruya ortaçağ simgesi. Kadının, ikinci sınıf vatandaş olmasının simgesi. Bu arkadaşların farklı yorumları ya olayı bilimsel olarak yanlış değerlendirmelerinden kaynaklanıyor ya da daha kötüsü, popüler kültürün esiri olmalarından... İddia ediyorum ciddi bir araştırma yapın, başını örten kadınların yüzde 50'den fazlası, yani ezici bir çoğunluk ya babasının ya da kocasının yönlendirmesiyle hatta baskısıyla başını örtmüştür. Tamamen, feodal erkek egemen kültürün bir sonucu. Bunun doğrudan İslam'la da alakası yok. İslam bunu kullanıyor. Psikolojide bazı süreçler var. Bunlardan bir tanesi şu: Bir insan zorla bir iş yapmaya mecbur edildiği zaman, varlığını, kişiliğini koruyabilmek için onu zorla değil, kendisinin aslında isteyerek yaptığını zannediyor. Veya dışarı böyle vuruyor. Stokholm Sendromu diye de bir şey var, kaçırılan rehinenin kendisini kaçıranlarla özdeşleştirmesi gibi. Bir araştırma söyleyeyim size: İki grup var. Grubun ikisinin de işi aynı. Tahta küplerle oynamak. Ama günde 8 saat. Haftada 7 gün. Bir gruba para veriliyor, diğerine verilmiyor. Ve sonunda soruyorlar: ‘‘Yaptığınız iş zevkli miydi, değil miydi?’’ Para alarak yapan grup ‘‘Rezalet! İlk üç dört günden sonra bütün seçenekler bitiyor, para vermeseler bu geri zekalı iş hayatta yapılmaz!’’ diyor. Para almadan yapanlar ise ‘‘Ya hiç fena değil, bayağı yaratıcı bir şey aslında...’’ diyor. Dolayısıyla türban takmaya zorlanan kadınların dünyayı yorumlamalarının ne kadar kendi özgür iradeleriyle olduğunu tartışmak gerekiyor...POPSTAR JÜRİSİNDE BİR SOSYOLOG OLMALIPopstar, BBG Evi, Ben Evleniyorum... Bu programları büyük kitleler izliyor. Bu ne anlama geliyor?- Çağımızın gerçeği: Popüler kültür! Ve popüler kültüre karşı çıkmak, zelzeleye karşı çıkmak gibi bir şey. Bu dünyada da böyle. Bu saydıklarınızın bir kısmı ithal program. Popstar mesela. İngiltere'den yani demokrasinin beşiğinden, dünyanın en ileri, en çağdaş ülkesi dediğimiz bir ülkeden. Dolayısıyla, yozlaşma etkisine baktığınızda da bu sadece Türkiye'ye özgü bir şey değil. Bir sosyolog olarak söylüyorum, popüler kültürün bu gelişimine karşı çıkılamaz. Hiç kimse çıkamaz. Ne bir sosyolog ne bir politikacı ne de bir medya mensubu! Popstar, BBG Evi, Ben Evleniyorum gibi programlar birer silahtır. Bu silahı başkalarını öldürmek için değil, kültürel değerlerimizi düzeltmek için kullanmak gerekir...Siz hiç Popstar izlediniz mi?- Evet. Ve çok izleniyor olmasını da son derece doğal buluyorum. Birincisi interaktif. Yani izleyiciyi katılmaya teşvik ediyor. Bir karar mekanizmasında rol veriyor. İzleyen, o insanı star yapıyor. ‘‘Seni ben seçtim, seni ben yarattım’’ diyebiliyor. Televizyonun, kendisini yönettiği duygusundan kurtuluyor. İnteraktif televizyon programları, popüler kültürün keşfettiği en önemli silah. Başarısı da doğal. Mühim olan bunun nasıl kullanıldığı. Bir katili mi ön plana çıkaracaksınız, yoksa daha olumlu değerleri mi?Yapımcısı geçen hafta Türk halkının cinayete yakın olduğunu söyledi. Sizce haklı mı? Doğru bir tespit mi?- Fevkalade doğru bir tespit. Türk halkı, maalesef feodal köle köylülükten kurtulamadığı için dinci ve milliyetçi değerler çizgisinde her türlü kötülüğü yapabilecek niteliğe sahip. Bunu hiç utanmadan ve hiçbir komplekse kapılmadan itiraf etmemiz gerekir. Güneydoğu ve Doğu Anadolu'daki töre cinayetlerini hatırlayın: Aile içinde tecavüze uğramış kız, kendisine tecavüz etmiş aile bireyinin de katıldığı aile meclisinde, aile kararıyla öldürülüyor. Popstar yarışması da bu tür şeyleri ortaya çıkardı. Belli çelişkileri ortaya çıkarmak, o çelişkilerin çözümüne yardım eder. Yani program bu açıdan son derece başarılı. Ama tüm bunları ortaya çıkardığı gibi eleştirebilmeli de. Ben o yapımın başarılı olduğu ama kötü kullanıldığı kanısındayım...Neden?- Türk halkının yanlış eğilimlerini ortaya koyuyor, -ki bu iyi bir şey- ama o eğilimleri düzeltmek yerine pekiştiriyor! Mesela, katili yüceltiyor. Bir insanın kendisini savunmak için cinayet işlemek zorunda kalması başka, töre cinayeti başka. Bu ayrımı iyi vurgulamak gerekir. Zaten popüler kültürün en ince tarafı bu: Belli olayları kabalaştırıyor, kalınlaştırılıyor...Tuğrul Eryılmaz, yapımcı Fatih Aksoy'un açıklamalarına şiddetle itiraz etti. ‘‘Verdiği beyanat, cinayeti bu toplumda körüklemektir, rezalet!’’ dedi. Siz ne diyorsunuz?- Toplumda var olan çirkinlikleri teşhir etmek rezalet değildir. Aksine çözüm için atılmış ciddi bir adımdır. Yani burada Tuğrul Eryılmaz'la çelişiyorum. Ne var ki, ona hak verdiğim yerler de var. Yaptığınız program, sergilediğiniz bu çirkinlikleri engelleyebilir mi engelleyemez mi? Ve siz bunun için bir adım atıyor musunuz, atmıyor musunuz? Popstar'da benim eleştirdiğim yegane şey bu. Eldeki bu silah kötü kullanılıyor. Popstar Türkiye'nin bir aynası. O aynada, gerçek görüntüyü vermek güzel bir şey. Ama verdiğiniz çirkin görüntüyü destekleyici ve pekiştirici bir biçimde yola devam etmek yanlış...Peki ne yapsınlar? İnsanlar evlerinden oy veriyor. Oyu da böyle veriyorlar! Ortaya da tuhaf bir ucube çıkıyor...- Bunun çirkin olduğunu söyleyeceksin kardeşim! O çirkinliği eleştireceksin. Doğruyu göstereceksin...İyi de nasıl karışsınlar? Ona değil buna mı oy verin desinler? Bu da interaktiflik denilen şeyin doğasına aykırı...- Yapmayın! Bunun 40 tane yolu var. Jüriye bir tane benim gibi bir adam koyarsınız. Yani doğru ve evrensel değerleri savunan, ağırlığı olan bir adam. Ve o kişi, programda doğruyu ve iyiyi savunan biri olur. Ama onu yapamazlar çünkü programın formatı ithal.Orijinal formatta 3 tane jüri varken, Medyapım 4. jüriye de koymuş...- E o zaman ikinci Popstar'da jüride bir sosyolog olabilir. Ama ciddi biri. Ortalıkta sosyoloğum diye gezen ve değerleri alt üst eden zibidi bir şarlatan değil. Başka yolları da var: Bir tane uzmanlar jürisi kurulabilir. Halk jürisini denetleyen bir uzmanlar jürisi. Ve o jüri halkı etkileyebilir.Siz mesela jüri olur muydunuz böyle bir teklif gelse...- Hayır.Neden? O ‘‘düzey’’e inmek mi istemezsiniz!-Hayır Popstar'la uğraşacak kadar boş vaktim yok, o yüzden.Sizin gibi ağırlığı olan adamların hepsi ‘‘Ben bununla uğraşamam, vaktim yok’’ diyecektir...-Yok, yok... Uğraşan mutlaka bulunur!ORHAN PAMUK VE AHMET ALTAN'A KARŞI POLEMİKİnsanlar kitleler halinde bir şeyleri seviyor ya da ilgi duyuyorlarsa a) Bu neyin göstergesidir? b) Bu illa kötü bir şey midir?- İnsanların kitleler halinde bir şeye ilgi duyması, o kitlenin eğilimini gösterir. O bir malsa, bir hizmetse onun da satışı çok iyi olur. Bunu sosyologlar filan engelleyemez. Sosyologların zaten hiçbir yönlendirme gücü yoktur. Onlar, toplum nasıl davranıyor diye bakarlar, oradan sonuç çıkarırlar, toplumun nasıl işlediğini anlamaya çalışırlar. Yani bir hekim, bir hastada kanseri teşhiş edecek bilgiye sahip olabilir. Ama bu, o teşhis ettiği hastalığı mutlaka iyileştirebileceği anlamına gelmez. Bu durum hekimin değerini de azaltmaz. Ama sahip olmadığı o gücü de ona vermez. Ben de çoğunlukla Türkiye'ye baktığımda bu umutsuzluğu hissediyorum. Bazen çıldıracak kadar umutsuzlaşıyorum. Ama tip olarak olumlu bir tip olduğumdan atlatıyorum. Bu şunun gibi: Köpeğin kudurduğunu tespit edersiniz. O köpek kudurduğu için suçlu değildir. Bir başka kuduz hayvan onu ısırmıştır. Ama siz kuduzu tedavi edemezsiniz...Peki insanlar kitleler halinde bir şeyi seviyorlarsa, bu illa kötü bir şey midir?- Değişir. Cinayete ilgi duyuyorlarsa kötüdür tabii. Faşizme ve şeriata ilgi duyuyorlarsa da kötüdür. Ama demokrasinin gelişmesine ilişkin değerleri destekliyorsa bu iyi bir şeydir. Yani ‘‘Popüler kültürün bizzat kendisi kötü bir şeydir!’’ diye bir şey yok. Bunu diyenin alnını karışlarım. Bunu diyenler dünyadan habersizler...Mesela kitapları çok satılan yazarların -ki siz de onlardan birisiniz- vicdan azabı mı duymaları gerekir?- Bilakis! Ne mutlu Türkiye'ye ki Orhan Pamuk gibi, Ahmet Altan gibi, Ayşe Kulin gibi kitapları çok satılan yazarlar var. Evet, bu insanlar kitapları satılsın diye pek çok şey yapıyorlar. Çok da iyi ediyorlar. Orhan Pamuk, palto giyiyor hamama giriyor, Ahmet Altan Hülya Avşar'la dans ediyor. Gayet de iyi ediyor. Bir yazar için kitabının daha çok satılmasından daha iyi bir şey olabilir mi? Reklam yapıyorlar. Keşke daha fazla yapsalar...Siz bu isimlere bıyık altından gülümseyen entelektüellerden değilsiniz yani...- Ne münasebet! Bir defa yapılan şey kitap tanıtımıdır. Daha yaygın kitap okunmasını sağlamaktır. Bu çok satan yazarlar sayesinde Türk edebiyatı popüler kültürün bir parçası oluyor. Bundan daha büyük bir kazanç olabilir mi? Haaa yalnız Orhan Pamuk ve Ahmet Altan için çok ciddi eleştirilerim de var...Neler onlar?- Bu iki arkadaşın da yazarlık serüvenlerinde onlara çok büyük destek verdim. Artı Orhan Pamuk, Beyaz Kale'de, Arapça tabiriyle intihalcilikle suçlandığı zaman ‘‘Orhan Pamuk o kadar ünlü ve büyük bir yazardır ki, birebir alıntılasa ve metninde kullansa bile aşırmacılık yapmış olmaz’’ dedim. ‘‘O metin yine de onun damgasını taşır.’’ Ahmet Altan'a gelince, ‘‘Türkiye'nin en önemli yazarlarından biri olacak’’ dedim.Ben anladım. Önce övüp sonra döveceksiniz! - Ahmet Altan'a eleştirim yazdıklarıyla ilgili değil. İsyan Günleri'nde Aşk adlı kitabı çıktığında, tarihi saptıran ve tarihin yorumunun da olduğundan daha farklı biçimde yapıldığını iddia eden yanlış bir söylemle çıktı ortaya. Dedi ki, ‘‘31 Mart'ı dinci ayaklanma diye öğrettiler bize. Oysa bu bir askeri ayaklanmaydı!’’ Bu lafın tutarlı hiçbir tarafı yok. Demek istiyor ki, ‘‘Askeri ayaklanma olduğu söylenmedi, gerici ayaklanma olduğu söylendi. Tarih saptırıldı.’’ Hayır efendim, tarih filan saptırılmadı! Bu ona yakışmayan ucuz bir pazarlama yöntemiydi. Peki Orhan Pamuk için eleştirileriniz...- O daha vahim. Onunki pazarlama yöntemiyle alakalı değil. Kar kitabında ‘‘Burada ben Türkiye'nin küçük bir modelini anlatıyorum’’ dedi. Bir mikrokozmos kurmuş! Oysa, Kar kitabı Türkiye gerçeğini tamamıyla altüst etmiş bir kitaptır. Kar kitabı bir askeri darbe üzerine dayalıdır. Darbeyi yapanlar askerler ve yeteneksiz bir tiyatro oyuncusu filandır. Bunlar Kars'ta yaptıkları darbede dincileri, katilleri ama masum çocukları da öldürürler. Oysa, Türkiye'nin yaşadığı en son askeri darbe 80 askeri darbesidir. Askerler darbe yapmışlardır ve bütün Türkiye'de ne kadar demokrat, cumhuriyetçi, laik, insan haklarından yana insan varsa temizlemişlerdir. Üniversiteyi de temizlemişlerler. Türkiye'yi de temizlemişlerdir. Ve dincileri görevlere getirmişlerdir. Yani Orhan Pamuk'un Kars'ta söylediği askeri darbe, Türkiye'de dincilere karşı değil, dinciler adına yapılmıştır! Dolayısıya Pamuk, Kar kitabında Türkiye'nin tarihsel ve siyasal gerçeğini altüst etmiştir. Ve bu ona yakışmamıştır. Maalesef Türkçe'yi de çok kötü kullanıyor bu arkadaş, hatta katlediyor diyebilirim. Sözcükleri, deyimleri yerinde kullanmıyor. Ve bütün kitaplarında ince ince Cumhuriyet ve
Atatürk karşıtlığı fikirler sokuÅŸturuyor...Â
button