Politik hiciv programı yapıyoruz mizah değil

Güncelleme Tarihi:

Politik hiciv programı yapıyoruz mizah değil
Oluşturulma Tarihi: Kasım 06, 2011 00:00

Levent Kazak’ın sanat yaşamı tiyatroda başladı. Ardından filmlerde oynadı, senaryo yazarlığına yoğunlaştı. şimdiyse televizyon dünyasında. ‘Heberler’ adlı haber şov programının fikir babası, yazarı ve oyuncusu. Kazak ile yaşam üssü Kaş’tan skype aracılığıyla konuştuk

Haberin Devamı

‘Heberler’ artık oturdu, herkes tarafından biliniyor. Bizi Türkmax kanalından izleyemiyorsa internetten takip edebiliyorlar. ınsanlar gündelik hayatta da ‘heber’ kavramını kullanmaya başladı. Habere bakış açısını değiştirdiğimiz zaman ‘heber’ oluyor. Bir haberi alıyoruz, bir yorum, bir bakış açısı katıyoruz içine. Diyoruz ki, bu artık bir haber değil bunu ‘heber’ haline getirdik.
Fakat bunun bir mizah programı olduğu zannediliyor ve “Aaa biz Heberler’i seyrettik hiç gülmedik” diye şikayet ediyorlar. Evet, bazen hiç komik değil. Güldürmek gibi bir kaygımız asla yok. Çünkü bu bir politik hiciv programı. Bir şeyi hicvetmek, komik hale getirmek demek değildir.
Heberler’in gittikçe zorlaştığını söyleyebilirim. Geçen sene ben aynı zamanda stüdyodaydım. Bu sene bir yönetmen arkadaş bulduk. Uzaktan, Kaş’tan işi yürütmeye çalışıyorum. Fakat geçen gün öldürülen askerlerin üzerine deprem ve arada kaynayan üç beş haber oldu. ılk defa paniğe kapıldım. “Çok zorlanacağız bunların Heberler’ini yapmakta” dedim ve o endişeyle atladım ıstanbul’a gittim. ‘Vicdan aşısı’ heberini yaptık. En fazla tıklananlardan biri oldu; patladı yani. 1-1.5 milyonun üzerinde seyredildi.
Bu bir News Show’dur (Haber şov). Dünyanın her yerinde yapılan bir şey. ıngiltere’de çok sayıda örneği var. Zaten ıngiliz mizahını Mehmet Ali (Alabora) de çok seviyor, ben de seviyorum. Yani biz Amerika’yı keşfetmedik, News Show’u Türkiye’ye adapte ettik.
Sinema ve tiyatroyla yaşamımı kazanıyorum, televizyondan uzağım. Hem televizyona iş yapalım hem de rahat uyuyalım dedim. ‘Heberler’ öyle bir proje. Anchorman olacak, fakat düzgün bir duruşu olacak, sadece oyuncu olmayacak, editörlüğünü de yapacak biri gerekiyordu. Alanı daralttığımız zaman zaten Mehmet Ali’ye ulaştık kendiliğinden. Tam üzerine oturdu.
Mahir ıpek benim çok sevdiğim bir askerlik arkadaşım. Elif de Serhat Kılıç’ı önerdi, gittim oyununu seyrettim. ınanılmaz bir sahne oyuncusu. Serhat’ı da ekibimize aldık. Yazma işinin baştan sona benimle olmayacağını gördük. Yazarlarımızın yarısını Twitter’dan bulduk. Bir ulusal kanalda dizi yapıyor gibi büyük paralar kazanmıyoruz. Ama hepimiz çok memnunuz hayatımızdan. Eleştirebildiğimizi, soru sorabildiğimizi düşünüyoruz.

Haberin Devamı

Hayatımın cezası yazmaktı
BABAM

Haberin Devamı

İstanbul Teknik Üniversitesi’nin ilk mezun kuşağı vardır ya bütün bu barajları yolları yapan. Babam o kuşaktan bir mühendis. Hayatı şantiye şantiyelerde geçti. Beni de götürürdü. Keban Barajı’nın yapılışında bulundum mesela. Arkadaşlarla lastikler, şambreller alıp baraj gölünü yüzerek geçtik. Fakat büyük bir panik yaratmışız. Çünkü su seviyesi yükseldiği zaman kapaklar açılıyor, biz de tam kapakların yanından geçiyoruz... Geldiler karşı yakadan teknelerle aldılar bizi. Babam bana ceza verdi, hayatımın en büyük cezasını. Samed Behrengi’nin kitaplarını beşer kere yazmak zorunda kaldım. Bu ceza, yazıyla kurduğum ilişkide önemli bir rol oynadı. Yedi sekiz yaşındaydım. Dört yaşından itibaren okuyup yazıyordum. Babam öğretmişti. Okula da hem erken başladım hem de imtihanla sınıf atladım. Altı yaşımda ikinci sınıftaydım.

Haberin Devamı

Ona hiç ‘Anne’ demedim
ANNEM

Düzceliyiz, baba tarafı Çerkes. Babamın sanatla, yazıyla, şiirle, romanla ilişkisi her zaman iyiydi. Parasız yatılı okuldan Cemal Süreya’nın sınıf arkadaşı. Çocukluğum şairlerle, Cemal Süreya ile geçti. Kendisi aynı zamanda da dayım olur. şiire Edip Cansever okuyarak başladım. Daha sonra Cemal Süreya’yı okudum ve çok sevdim. şairliğini kendisinden sonra tanıdım yani. Üvey annem Ayten, Cemal Süreya’nın kardeşi. Benim anne diye bildiğim kişi Ayten’di. Beni o büyüttü. Ben çok ufakken annemle babam ayrılmış, annem yurtdışına gitmiş. Annem Macar. Belli bir yaşıma kadar annemi ölü bildim. Babam ben küçükken evlendi Ayten’le. Gençlik yıllarımda öz annemle tanıştım, ama ona hiçbir zaman anne demedim.

Haberin Devamı

10 okulu da bitiremedim
ÜNİVERSİTE

İlk gittiğim üniversite Boğaziçi. Bitiremedim, 10 ayrı üniversiteye gittim ama hepsini de bitiremeden ayrıldım. Çünkü hep kendi ayaklarımın üzerinde durmak, hep çalışmak zorundaydım. Boğaziçi’nde tiyatro kulübü derken Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu’nda ‘Aş Bunları Aş’ diye bir oyun konuluyordu sahneye. Oyunda bir hippi rolü vardı ki, ben de hippiydim. Saçlarım belime kadardı. Küçük bir rol de olsa ilk defa profesyonel sahneye çıktım. Baktım orası çok sevdiğim bir alan, tiyatroya devam ettim. Eskiden tiyatroda haftada sekiz oyun oynardık. Sürekli turne yapardık, mümkün değil hem okula gitmek hem tiyatro. ıtalyanca, Yunanca da çok öğrenmek istediğim dillerdi, maalesef öğrenemedim. Sonlara doğru askerliği ertelemek amaçlıydı bölüm değiştirmeler.
TRT için hazırladığımız ve bir televizyon dizisi olan ‘Kim Bunlar?’ sanatsal bir dönüm noktası değil benim için ama popülerlik anlamında bir dönüm noktasıydı. Benim asıl mesleğim yazı. Artık oyunculuktan çok haz almıyorum ve yapmıyorum farkındaysanız. Bazen mecbur kalıyorum, kendi yazdıklarımda oynuyorum. Belki de, “Nasıl olsa bu adam kendi yazdıklarını oynuyor” diye teklif getirmiyorlardır. Zaten gelen tekliflerden de çok haz almadım.

Haberin Devamı

Hacivat Karagöz en iyi işimdi ama battık
SİNEMA

‘O şimdi Asker’ ile başladım sinemaya ama beni mutlu etmedi. Gişe hesabıyla film yapılıyor Türkiye’de. Genelde büyük bütçeli filmler yaptım. ‘Hacivat Karagöz’de her şeyimizi kaybettik. Kendi adıma değerlendirmek gerekirse yaptığım en iyi işti. Büyük paralara mal oldu. Ezel’in (Akay) şirketini batırdı, beni batırdı. Kaldı ki seyirci sayısı da fena değildi, 1 milyon kişiye ulaşmıştı, ödül de aldı. Biraz küstüm açıkçası. Popülist filmler de yapmamaya özen gösteriyorum, dolayısıyla çaresizim sinema konusunda. Barış ile (Pirhasan) birlikte senaryo stüdyosu diye Türkiye’nin ilk senaryo okulunu kurduk. Bayağı bir öğrenci yetiştirdik. Çoğu şu anda piyasada profesyonel senarist olarak çalışıyor. Fakat bizim için çok yorucu bir işti. Bir noktadan sonra, yahu biz bunu niye yapıyoruz, dedik. Zaten para kazanmak için başlamamıştık ama bize çok büyük paraya mal olmaya başladı. O yüzden devam edemedik.

Bir espriden yola çıktık
ÇORBA ÇEŞMESİ

Çorba çeşmesi bir espriden yola çıktı ve gerçekleşti. Akşehir’de Nasrettin Hoca derneği vardır, bir festival sürdürmeye çalışırlar ve biz de sık sık Akşehir’e gider geliriz. Akşehir’de bir kış günü yakıt problemi çekenlerden bahsediliyordu. Belediye Başkanına, “Nasrettin Hoca kafasıyla olsaydı buraya bir çorba çeşmesi yapardı ve fıkrası da olurdu” dedim. “Ne iyi fikir, yapalım” dendi, orada çorba çeşmesi açıldı. Bir çeşme düşünün, mercimek çorbası akıyor, günde bine yakın kişi çorba içiyor oradan! Öğrenciler dahil herkes orada. Projenin ana fikri şuydu; açlık noktasında bedava çorba içebileceğiniz çeşme olmalı! Sonra başka belediyeler de çorba çeşmeleri açtı sanıyorum.

Kiralık katil gibiyiz
YAŞANTIM

Uzun süre Büyükada’da yaşadım. ıstanbul benim için yaşanacak yer değil artık. Yoruluyorum. 20 yıl önce de Kekova’da bir eve, daha doğrusu kulübeye yerleştim. Bayağı bir ada... Elektrik yok, yol yok, sadece deniz yoluyla ulaşabilirsiniz. Bütün senaryolarımı orada yazdım. şimdi Kaş’ta bir ev tuttum. Yalnız yaşıyorum, çok dingin bir hayatım var. şubat mart gibi Berlin’e taşınıyorum bir süre. ıstanbul’a gidip gelmeli bir hayat olacak. Bir din komedisi var kafamda, onu yazmak istiyorum. Berlin’de geçen bir film ve ben orayı bilmiyorum. O yüzden bir süre oralarda bulunmakta fayda var. Öyle 10-20 yıl sonrasında şöyle olsun gibi planlarımız yok. Böyle kiralık katil gibi önümüze tek bir proje koyup onu öldürüyoruz. Görevimiz o. Bir filme başlamak demek iki yıl zaten. Dolayısıyla en fazla hayatımın iki yıl sonrasını görebiliyorum. şimdi oyunu bitireceğim, herhalde şubat mart gibi sahnede olacak. Bir de telif hakları davalarında bilirkişilik yapıyorum.

İki yıldır içmiyorum
ALKOL

O gün bir arkadaşımın doğum gününden çıktım, yürüyerek Cihangir’e gideyim dedim. Yolun kenarında bir yere çöktüm, biraz fazla içkiliydim. Sonra olanların çok farkında değilim. Meğer gazeteciler beni takip ediyormuş. Haberi daha zenginleştirmek için beni polisle uyandırmak gibi bir yol bulmuşlar. Senaryolar yazmışlar filan. Çok çirkindi. Televizyonda durmadan yayınladılar. Tam sayfa bütün gazetelerde verdiler. O, başıma gelen bir medya kazası. ıçkiyle problemim vardı. ıki yıldır içmiyorum. Karaciğerde büyüme gibi sorunlar vardı. Uzun vadeli bir perhize girdim. Bu hiç içmeyeceğim anlamına gelmiyor, bıraktıktan sonra özlediğim şeyler var. Hani arkadaşlarla ocakbaşına, meyhaneye gitmek gibi zevk aldığım minik şeyler birden hayatımdan çıktı. Ama içkinin alışkanlık olması beni rahatsız etmişti. Ondan kurtulmam gerekiyordu.

Yetmez ama evet’çiler şimdi nerede?
MUHALİFİM

Sorgulayan biri olduğum doğru. Sanatçı muhalif olmak zorunda zaten. En büyük hayal kırıklığım, yetmez ama evetçiler. Yasama, yürütme ve yargının tek elden kontrolünü çok tehlikeli buluyorum. Anayasa değişikliğinde “12 Eylül’den hesap soracağız” sözüne inanıp evet oyu verenlerin çok büyük sorumluluk aldığını düşünüyorum. Evet bir yalan söylendi onlara, şimdi neredeler peki? Biz o günden beri bir muhabiri Kenan Evren’in kapısında tutuyoruz ‘Heberler’de, sırf hatırlatmak için. Yeni Anayasa değişikliği çalışmalarından umutluyum. Sırf bu yüzden oyumu Sırrı’ya (Süreyya Önder) verdim. BDP’nin meclise girmesinin önemi benim için büyük. Gazetecilerin cezaevinde olması korkunç bir şey. Bülent Arınç, “Deniz Feneri sanıklarının tahliye olmasının diğer davaların sanıklarına da örnek olması gerektiğini” söyledi. Ama onlar yapıyorlar böyle şeyler. O sözler, bir şey demek değil. Hukuka müdahale ettiklerini net olarak biliyoruz.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!