Oluşturulma Tarihi: Kasım 07, 2004 00:00
Türkiye’de son yıllarda iyice popüler olan polisiyenin, -kendi deyimiyle- ‘biraz irisi’ o. Her ne kadar ‘farkında olmadan’ başlasa da artık polisiye deyince ilk akla gelen yazar. Bir süredir senaryolarla yatıp kalkıyor, çünkü sinemacıların kitaplarına en çok ilgi gösterdiği yazarlardan da biri oldu.İlk olarak Şeytan Ayrıntıda Gizlidir adlı romanının karakterleri Komiser Nevzat ve yardımcısı Ali’den esinlenerek, TRT’ye Karanlıkta Koşanlar adlı diziyi Uğur Yücel çekmişti. Şimdi aynı karakterler yine TRT’de, kitapla aynı adı taşıyan dizide, Çetin Tekindor ve Nejat İşler’in oyunculuğunda boy gösteriyor. Atv’de yayınlanan Çalınan Ceset ve Çakalların İzinde de onun hikayeleriydi. Sinan Çetin Sis ve Gece romanının
sinema haklarını aldı ama ondan yola çıkılarak çekilen Romantik’in, öyküsüyle bir alakası kalmayınca, kitaba Turgut Yasalar talip oldu, senaryosunu yazdı. Patasana, Beyoğlu Rapsodisi, Bir Ses Böler Geceyi ve Kukla adlı kitapları da farklı yönetmenler tarafından filme çekilmeye hazırlanıyor. Patasana ayrıca, radyo tiyatrosu olacak. Sinemayla son zamanlarda bu kadar içli dışlı olması, yazmaya ara verdiği anlamına gelmiyor. Aşk Köpekliktir adlı öykü kitabı önümüzdeki ay piyasaya çıkacak olan Ahmet Ümit, Süryaniler etrafında dönen yeni gerilim romanına da başladı. Bence yine de siz siz olun, yakında onu bir sinema yönetmeni, hatta oyuncu olarak görürseniz şaşırmayın.30 Eylül 1960 günü, Gaziantep’te, Terzi Fatma ile Kilimci Mehmet’in yedi çocuğundan sonuncusu, altıncı oğlu olarak doğar. Babası çarşıdaki dükkanda halı ve kilim satarken; annesi de sadece terziliği değil, tüm hayatı öğrettiği küçük çırak kızlarıyla evin geçimine yardım etmektedir. Bugün hayata pozitif bakabilme yeteneğine sahipse, bunu, o küçük kızların elinde, el bebek gül bebek büyümesine bağlar. Araya uzun politik yıllar girdikten sonra yazarlığı seçmesinin kaynağında ise çok okuyan annesinin, dikişten sıkılan kızları oyalamak için anlattığı romanlar yatar.Fatma Hanım, 11-12 yaşlarındaki çıraklarına, mesela Çalıkuşu’nu, Uğultulu Tepeler’i anlatırken, adeta yeniden yazar. Bir kerede anlatıp bitirmez de; ‘arkası yarın’ yapar ki kızlar yine merakla işe gelsin! Küçük Ahmet de bu hikayelerden nasibini fazlasıyla alacak; babasının dükkanında çalışmaktan kaçarak ağaçlardan erik çaldığı, sapanla kuş vurduğu zamanların dışında bol bol okuyacaktır.Eğitime önem veren bir ailedir onunki, ağabeylerinden biri, 1960’lı yıllarda Gaziantep’ten İngiltere’ye okumaya gidebilmiştir, bir kısmı Ankara’da, İstanbul’da okumuştur. Babası, namazında niyazında, dürüst bir tüccardır ama 1970’lerden itibaren çocuklarının sol örgütler içinde yer almasını, hatta 12 Mart döneminde hapse girmesini engelleyemez. GİZLİ BİLGİLERİN OLDUĞU KAĞITLARI YEDİ, KURTULDUGaziantep’in Ahmet Çelebi İlkokulu ve
Atatürk Lisesi’nde okuyan Ahmet Ãœmit de Dev-Genç’li aÄŸabeylerinin izinden giderek, 14-15 yaÅŸlarında solcu olur. Annesinin hatmettiÄŸi klasikleri de okur ama küçükken Kral Marx sandığı Karl Marx’ın yazdıklarına da ilgi duymuÅŸtur. Lise ikide, okul derneÄŸi yöneticisi ve forumlarda konuÅŸmacı olarak buluverir kendini.Sonrası bildik 12 Eylül öncesi görüntüleridir; kavgalar, bıçaklanmalar, kucağında ölen arkadaÅŸlar, cenazelerde çıkan olaylar, gözaltında polisten yenen, bir hafta yatıracak kadar ağır dayaklar... 12 Eylül darbesi olduÄŸunda Ä°stanbul Marmara Ãœniversitesi’nde Kamu Yönetimi okumaktadır ve TKP’nin gençlik örgütü Ä°GD’nin yöneticisidir. Kültür iÅŸlerine bakan bir yönetici! Dönemin kültür-sanatı tümüyle politikaya yöneliktir malum, ‘ajit-prop’ (Ajitasyon Propaganda) tiyatrosu yaparlar sürekli. Nazım’ın Benerci Kendini Niye Öldürdü oyununda Benerci’yi canlandırır mesela. Ama kültür sanatla uÄŸraÅŸması, afiÅŸ yapıştırmasını, korsan mitinglerde konuÅŸmasını engellemez tabii...Darbe olunca ‘yeraltına’ geçer; böylece dokuz yıl sürecek ve kitaplarına bol bol yansıyacak daha da gerilimli bir dönem baÅŸlar onun için. Ä°lginç bir ÅŸekilde hiç yakalanmaması, o zamanlardan ‘polisiye’ düşünmeye baÅŸlamasındandır ona göre. Kahvedeki bombanın o kalktıktan hemen sonra patlaması, buluÅŸacağı kiÅŸinin yakalandığını yolda görmesi gibi olaylara bakılırsa, galiba biraz da ÅŸansı yardım eder. Bazen de ÅŸanssızlığını kendi ÅŸansa çevirir: Darbe olmadan birkaç ay önce, kaldığı evi, aslında aÄŸabeyi için basar polis. AÄŸabeyiyle alakası yoktur ama bir cinayet söz konusu olduÄŸu için ikisini de Sansaryan Han’daki cinayet masasına götürürler. Cinayet masasındaki polisler baÅŸlangıçta evden topladıkları politik dokümanlardan çok cinayetle ilgilenince, önündeki pazar çantasında az sonra suçlanmasını saÄŸlayacak ÅŸekilde bekleyen pelür kağıtlarla baÅŸ baÅŸa kalır. Ne yapar? Oturur hepsini afiyetle yer! Az sonra siyasi ÅŸubeden onu almaya gelirler; cinayet masası polisleri, olmayan politik dokümanlarla örgüt üyesi olduÄŸunu ispatlayamayınca, paçayı kurtarır.O yıllarda hayatının ibresini deÄŸiÅŸtiren iki olay olur. Birincisi, 1982 yılında Anayasa’ya hayır kampanyası yürütürlerken vuku bulur. Bir afiÅŸ yapıştırma eyleminde arkadaÅŸları yakalanınca, örgüt ondan bir rapor ister. Raporu yazmaya oturur ama sonuçta elinden çıkan metin, berbat, didaktik bir üslupla yazılmış da olsa bir hikaye olur. Yani, yakalanırsa sonunda iÅŸkence, belki ölüm olacak, en iyi ihtimalle beÅŸ yıl hapse girecek bir devrimci, bunu nasıl yaÅŸar, dramatize ederek anlatır. Bu hikaye, Prag’da 40 ayrı dilde yayınlanan bir dergide çıkınca, 23 yaşında, kendini ‘Türkiye’de en fazla dile çevrilmiÅŸ yazar!’ olarak bulur ve çok hoÅŸuna gider.DAHA Ä°YÄ° DEVRÄ°MCÄ° OLMAYA GÄ°TTÄ° YAZAR OLACAÄžIM DÄ°YE DÖNDÜİkinci olay ise 1980’lerin ortalarında illegal pasaportla Sosyal Bilimler Akademisi’ne Marksizm Leninizm eÄŸitimine gittiÄŸi Moskova’da gerçekleÅŸir. Kafasında yarattığı sosyalizmin orada olmadığını anlaması için illa gözleriyle görmesi gerekmiÅŸtir ve görür. Kaldı ki ondan önce Bulgaristan’da ‘yıkılır.’ Ayrıca okuldaki ‘Leninci’ dersler dışında, sosyal psikolojiyi çok sevince, ‘daha eÄŸitimli bir devrimci’ olarak deÄŸil, ‘ben yazar olacağım’ düşüncesiyle döner Ä°stanbul’a. Bu, solculuÄŸu bıraktığı anlamına gelmez ama olup olmadığını bilmediÄŸi bir sosyalizme inanır bugün.Yazarlık serüveninde ilk denediÄŸi tür hikaye olsa da kitap olarak ilk ÅŸiirleri yayınlanır. 1989’da yayınlanan Sokağın Zulası, genç bir insanın ütopyasına sarılışını ve ölümü konu alan ÅŸiirlerden oluÅŸur. 1992’de yayınlanan ve ‘Ferit OÄŸuz Bayır Düşün ve Sanat Ödülü’nü kazanan ilk öykü kitabı Çıplak Ayaklıydı Gece’deki bir öyküdür, onu sonradan ‘polisiye yazarı’ yapacak olan. Çünkü birlikte reklam ajansında çalıştığı tiyatrocu Ali Taygun, kitaptaki Pezevenk adlı öyküyü okumuÅŸ, ‘Ya sen polisiye yazıyorsun’ demiÅŸtir. Hayatı hep gerilimle geçtiÄŸi için doÄŸaldır bu, hoÅŸuna da gider. Ama problem ÅŸudur ki, edebiyatı dünyayı deÄŸiÅŸtirmenin aracı sayan bir yazar olarak, polisiye gibi ‘hafif’ bir tarzı nasıl yazacaktır!Bunun cevabını hemen bulur: Edebiyatın soylu ve yüce olduÄŸunu, onun sadece saf güzellikten bahsetmesi gerektiÄŸini savunanlar polisiyeyi edebiyatın ‘piçi’ yapmıştır ona göre. Oysa polisiyenin kaynakları sadece Agatha Christie’ye deÄŸil, kutsal kitaplara, Habil Kabil cinayetine, Sophokles’in Oidipus’una, Hamlet’e, Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sına gider. Sonra edebiyatın duayenlerinden Umberto Eco’nun ‘Gülün Adı’ adlı romanı, Orhan Pamuk’un ‘Benim Adım Kırmızı’sı polisiye roman kurgusunda yazılmıştır. Muhalif edebiyatın polisiyeyle ne ilgisi var, diye soranlara da vardır cevabı: ‘Mesela ‘68’den sonra Fransa’da komünistler, anarÅŸistler, Troçkistler polisiye romanlar yazmaya baÅŸlamış. Çünkü suçu anlattığınız zaman toplumun eleÅŸtirisini yapmaya baÅŸlıyorsunuz, Batılılar buna daha çok kara tür diyorlar.’ Giderek, polisiyenin evrim geçirerek güçlendiÄŸini, tıpkı sokaktan gelen caz gibi önce küçümsenip, sonra klasikleÅŸtiÄŸini söyleyecektir. O da sokaktan gelen bir yazar olarak, bu tarzı kendine çok yakıştırır.Hiperaktif biridir; hızlı konuÅŸtuÄŸu gibi, hızlı düşünür ve hızlı yazar. ‘Ahmet Ãœmit diye bir olgu var, Türkiye’de polisiye benim yüzümden sevildi, benden sonra çeviriler de yayınlanmaya baÅŸladı’yı rahatlıkla söylediÄŸi için, biraz da kızdırır sağı solu. Elbette daha önce baÅŸka Türk edebiyatçılar da polisiye yazmıştır ama o ‘Batı taklidi yapmamış, Türk kültürüyle harmanlayarak yazmıştır.’ SPIELBERG’İN BENÄ° ARAMASI OLMAYACAK ÅžEY MÄ°?Gözü de az yükseklerde deÄŸildir hani... Nasıl yazdığını anlatırken, ‘Alfred Hitchcock, filmi önce kafamda çekerim der, ben de romanımı kafamda yazarım önce, yazarken arkadaÅŸlarıma da anlatırım, çalınır diye korkmam, çalsalar da öyle yazamazlar ki’ der. Ya da sinema yönetmenleriyle iliÅŸkisini anlatırken, ‘Yarın Spielberg aradı mesela...’ örneÄŸini verir. Bunların hepsi bize ‘Acaba biraz megolomani mi var?’ diye düşündürünce de ÅŸu soruyla açıklık getirir konuya: ‘Spielberg’in beni araması olmayacak ÅŸey mi?’ O ki, Gaziantepli Terzi Fatma ve Kilimci Mehmet’in oÄŸlu olarak Ä°stanbul’da yazar olmaya çalışırken, Bekir Yıldız’ın ‘Burada Bizans duvarları vardır, aÅŸamazsın’ dediÄŸi kiÅŸidir, üstelik Robert Kolej’li ya da zengin bir aileye mensup deÄŸildir. Ama duvarları aÅŸmıştır, hem de pek zorlanmadan. ‘Şimdi kitaplarıyla geçinebilen bir yazarım. Yabancı gazeteler dünyanın her yerinden yazı isterken, benden de istiyor. Tabii ki Spielberg bir gün beni arayabilir, belki de reddederim, olamaz mı?’YENÄ°SÄ°, AÅžK KÖPEKLÄ°KTÄ°R!O best-seller’dan çok long-seller bir yazar. Yanda toplamı her yıl 75 bin satan kitaplarından ikisi var; daha çok Susurluk gibi toplumsal olayları, suçu ele alan gerilim romanları yazdı. Önümüzdeki ay yayınlanacak kitabı AÅŸk Köpekliktir’de ise, aÅŸkın farklı yüzlerini anlatıyor. Evet aÅŸk köpeklik ona göre: ‘AÅŸkı yaÅŸayan herkes bunu bilir. Bir yanı vermek, sevgi ve güzellikse, bir yanı da almak, özellikle de canını almaktır. Çok cinayet iÅŸleniyor aÅŸk ve kıskançlık yüzünden. AÅŸk güzeldir, bütün sorunlarınızı çözer büyük bir yalan!’Â
button