Ayşe Şule BİLGİÇ
Oluşturulma Tarihi: Şubat 06, 2008 00:00
Bu haftaki 2Teker, 4Teker karşılaştırmamızda tuhaf bir fark oldu. Sizlerden gelen elektronik postalarda bir 3Teker ile 4 Teker karşılaştırması bol sayıda rağbet görünce ben de zaten elimin altında olan MP3’ün yanına Daihatsu’yu arayarak hemen bir Sirion istedim.
Keyifli otomobil motosiklet benzetmemize geçmeden bu haftaki adaylarımızı seçenler kimler onları söyleyelim: Sinem Ertensay/İZMİR, Emre Kayadibi/İSTANBUL, Altan Severoğlu/İSTANBUL, Ayla Tezyakan/ANKARA, Melih Aktepe/İSTANBUL, Sibel Tandolan/İSTANBUL.
Bu haftaki karşılaştırmanın en büyük özelliği bizzat iki makineyi de kullanmış olmam. Hazır sevgili editörüm Emre bu hafta yerin bol dediğine göre anlatacak çok şey var. Önce hangisinden başlasam acaba anlatmaya? Bu köşenin müdavimleri MP3 için uzun uzun yazdığım testleri okumuştur. Hadi burası bir motosiklet sayfası olduğuna göre misafirimiz olan Sirion’u yabancı hissettirmemek için önceliği ona verelim.
NE ŞEKER BİR ŞEYMİŞSİN BÖYLE
Gelen elektronik postalarda Sirion’un neden böyle çok istenmiş olmasına açıkçası başta şaşırdım. Sirion bu güne kadar öyle çok da ilgilenmediğim, kulaktan dolma bilgilerle "minnacık bir 4 teker işte" diye bildiğim bir otomobildi. Daihatsu’lar içinde Terios’un özellikle son çıkan makyajlı hali ve önden bir dilim alınmış gibi duran Materia’sı ilgimi çekmiş ve biraz sağını solunu kurcalamıştım ama Sirion nedense çok bulanıktı aklımda. Hani yolda görüp de bir Sirion’a dönüp bakmışlığım yoktu. Ne büyük bir hataymış. Sirion’u test için istediğimde ertesi gün karşımdaydı. İçine binmeden etrafında şöyle bir döndüm. Arkadan ablası Materia’yı andırıyordu. Önden ise alakası yok. Materia’ya göre çok daha yumuşak çizgiler Sirion’u yaramaz bir kız çocuğu görünümüne büründürüyordu. Bana gelen test aracının ’Sporty’ donanımına sahip olması da görüntüdeki bazı detayların daha etkileyici ve sportif görünmesini sağlamıştı tabi. Ama şöyle etrafında bir döndüğümde yüzümde tıpkı MP3’ü ilk gördüğüm anki gibi, hafif bir tecavüzcü Coşkun gülümsemesi belirdi. İçimden kendi kendime: "Sen ne şeker bir şeymişsin böyle" dedim.
Dışardan gerçekten uzaktan kumandalı oyuncak otomobil edası ile yolda duran Sirion, içine bindiğinizde hiç de öyle minik bir otomobilmiş gibi hissettirmiyor. Yüksek tavanı ve bence cüssesinden beklenmeyen iç genişliği ile insanı şaşırttığını bile söyleyebilirim. Ben şaşırdım en azından.
ALIP BESLEMEK LAZIM
Benim gibi motosiklet kullanmaya alışmış, şehir trafiğinde motosikletin faydalarını kanıksamış kimselere otomobil kullanmak çoğu defa zul gelir. "Ya şimdi otomobile binip gidicem, trafikte saatlerim geçecek, o da yetmiyormuş gibi gittiğim yerde on saat otopark arayacağım." diye söylenip dururuz biz motorcular. Çok da haklıyızdır bu söylenmelerimizde. Ama nedense Sirion’a binerken hiç böyle düşünmedim. Fotoğraftadan da hissedeceğiniz üzere tıpkı MP3’ün olduğu gibi, pek kendini sevdiren, pek hınzır, pek haşarı br duruşu var Sirion’un. Bir de fiyatını öğrenince insanın br tane alıp, motorların arasında besliyesi geliyor.
Evet besleyesi geliyor... Hele internetteki bonbon şekeri renkleri görünce hangisini kendinize yar edeceğinizi bilemiyorsunuz. Ama gelin görün ki gerçekler öyle değil. Daihatsu Sirion için yeni sevkiyatta sadece Siyah ve Gri renklerin Türkiye’ye geldiğini söylediğinde tüylerim diken diken oluyor. İnanamıyorum! Sirion için bu renklerin tercih edilmiş olması ya tam bir pazarlama faciası ya da daha kötüsü... Otomobil üreticileri ellerinde kalan, satılmayan renkleri yine her zamanki gibi Türkiye gibi ülkelere gönderiyor. Sanki ikinci şık daha yüksek ihtimal gibi geliyor bana. Komplo teorisi de diyebilirsiniz ama bence tüm satış ve pazarlama müdürleri renk seçiminde Türk insanının zevki ve zevksizliği konusunda bu kadar yanılıyor olamaz. Sadece otomobilde de değil, motosiklette de aynı durum söz konusu çünkü. Hemen aklıma gelen örneği vereyim Honda CBF 1000. En güzel rengi turuncusuydu. Nefis alev alev yakan bir turuncu... Kesin teste bundan açarlar diyoruz. En çok bu satar çünkü, herkes o turuncuyu konuşuyor. Honda diyor ki "2 tane geldi o renkten onlar da satıldı. Biz gri ile koyu yeşil getirdik bol.", "Neden 2 tane geldi turuncu?" diyoruz. "Neden bu korkunç renkleri getiriyorsunuz turuncu dururken?" "Turuncu Türkiye’de satmaz" diyorlar. İnanamıyoruz. Oysa kim CBF almak istese, gözü turuncuda ama gelmediği için mecburen yeşili sevmeye çalışıyor. Hayabusa’nın beyazı da Türkiye’ye gelmiyor mesela. Hepsi aynı şeyi söylüyor: "O renk satmaz diye getirmiyoruz". Özür dileyerek söylüyorum külliyen yalan bence. "Fabrikadan bize o renkleri vermiyorlar." diyemiyorlar. Benim acı tespitim hem otomobil hem de motosiklet firmaları aynı şeyi yapıyor, Avrupa’da orda burada satmayan renkleri bizim gibi ülkelere yolluyorlar. Sonra da istatistiklerde Türkiye’de en çok gri otomobil satılıyor bilgisi çıkıyor. Kimse her marka en çok, an adetli gri otomobil getiriyor, ve bu yüzden sadece siyah ile gri arasında tercih yapan Türk halkı griyi seçiyor ve sonuç pazarlama müdürleri için fevkalede bir veri Türkiye’de en çok gri otomobil tercih ediliyor sonucuna ulaşmadan durumu kabul ediyor. "Gelsin griler. Griden 1000 tane beyaz, mavi, kırmızı, sarıdan yollamasan da olur." Ben etmiyorum. Hepsi bir komplo. Tüm otomobil ve motosiklet firmalarına sesleniyorum, "Lütfen o cıvıl cıvıl renkli motosikletlerden, otomobillerden Türkiye’ye de getirin. Bizi renk zevksizi gibi göstermeyin." Ohh içimi de dökmüş oldum yeri gelmişken.
SIRION ARADA KAYNAMIŞ
İlk kez 1997’de Cenevre Otomobil Fuarı’nda tanıtılan, 1.0 litre 69 beygir, 1.3 litre 87 beygir ve 1.5 litre 103 beygirlik motorlarla üretilen önden çekişli Sirion, küçük sınıf otomobillerin başarılı temsilcilerinden bence. İşin üzücü yanı bu otomobilin bence hak ettiği popülariteye sahip olmaması. İnternette yaptığım araştırmada, pek çok ülkede Sirion’un hayran sitelerin olduğunu, Türkiye’de de üç beş Srion sahibinin bir sitede otomobilleri ile ilgili konuştuklarını gördüm. Sirion bu kadar çok otomobil markası ve modeli arasında kendini gösteremeyip, kaynamış kanımca.
Olmaz mı var! Mesela yolda giderken motor ve asfalt sesi de sizinle beraber geliyor. Frenler ile ilgili ciddi bir test yapmadım ama sanki biraz daha etkin olsa iyi olurmuş. Arkadaki çift egzoz görüntü itibarıyla "öttürürüm asfaltı" der gibi baksa da görüntüsünden daha mütevazı bir ses ile ulaşıyor kulaklarınıza.
Altımdaki en sevimli güç
Motosiklette bence devrim niteliğindeki MP3, hem 3 tekerlekli oluşu, hem de görenin yanaklarını sıkası gelen sevimli görüntüsüyle motor kullanan-kullanmayan herkesin ilgi odağı olmuş bir motosiklet. MP3 ile bir yıla yaklaşan bir beraberliğimiz var. Dün gibi hatırlıyorum onu karşımda ilk gördüğüm anı. Ben şaşkın şaşkın ona bakarken o bana tüm sevimliliği ile ’Ne duruyorsun öyle? Hadi atla da eğlenelim biraz’ demişti. O gün bu gündür MP3 ile çok eğlendiğimi söyleyebilirim. Önden bakıldığında sanki küçük bir otomobil havasında olan MP3’ün fotoğraflarda ifadesinin Sirion ile kardeş gibi benzediğini siz de görüyor olmalısınız. Bu karşılaştırmayı yapan tüm okurlara bu anlamda kocaman bir alkış. Farların dizaynı, sinyallerin yerleşimi, jantları, otomobil bagajı havasında otomatik kumandayla açılan arkadaki bagaj kapağı ile MP3 gerçekten özel bir alet.
MP3’LER DE DÜŞEBİLİR
MP3’ün elbette en ilgi çeken özelliği 3 tekerinin olması ve trafikte giderken her motorcunun olmazsa olmaz ayağını yere koyma durumunu ortadan kaldırması. Yani MP3 ile yolculuk ederken el alışkanlığınız gelişti ise durmanız gereken yerde elinizin altındaki butonu ittirerek 3 tekeri kilitleyip ayaklarınızı yere koymadan durabiliyorsunuz. Ancak dediğim gibi bu biraz alışkanlık istiyor. Bazen yamuk bir zeminde motor düz değilken kilitlediğinizde, hareket alırken ters durumlarla karşılaşabiliyorsunuz. Yolda giderken MP3’e normal motor muamelesi yapmanız gerekiyor. Yapmazsanız MP3’de diğer iki tekerlekli kardeşleri gibi, boylu boyunca yan gelip yatabiliyor. Şaka yapmıyorum bu alet düşmez diyenlere hemen söyleyeyim, ’Gayet güzel düşüyor’.
HERKES ONA YOL VERİYOR
Epeydir beraber vakit geçirdiğim MP3 için şehirde inanılmaz eğlenceli, cazibeli, herkesin ilgi odağı olmaktan, şımartılmaktan son derece keyif alan bir hınzır olduğunu itiraf edebilirim. Bu hınzır çocuğa yolda tüm otomobillerin yol vermesi de başka bir şaşkınlık sebebi. İlk zamanlar "aman Allah’ım bu günleri de görecek miydik? Artık herkes motorlara yol veriyor gözlerime inanamıyorum" diye düşünmeme sebep olan bu yol verme hikayesi, başka bir motosikletle trafiğe çıktığımda kimsenin yol vermediğini görmemle yüzüme duvar gibi çarptı. İnsanlar motosiklete değil Mp3’e yol veriyorlardı. Sebebi ise her an görmedikleri bu enteresan 3 tekeri biraz daha görebilmek! Acı ama gerçek! Bir de söylemeden geçmeyeyim, iri sayılmayacak cüssesine göre MP3’ün hem otomobil gibi arkadan açılan hem de sele altında yer alan içerden birbirine bağlantılı bagajı şehirde kullanıcısını mutlu ediyor. 15 bin 965 YTL’lik fiyatı ile 250 cc’lik sukuterler içinde pahalı kalsa da MP3 kendi sınıfında şu anda rakipsiz bir motosiklet.
250 cc’lik hacim ve 22.5 beygirlik güç rakamsal olarak gayet normal. Ancak sürüş esnasında ’biraz daha güçlü olsa’ diyor insan. Virajlarda kesinlikle MP3 çok keyifli. İki tekerli kardeşleri gibi yata yata viraja girebiliyor olması ise son derece heyecan verici. Frenleri ise önde çift teker olması sebebi ile inanılmaz bir yol tutuşuna sahip. MP3 ’ün en büyük eksisi daha önceki yazılarımda da söylediğim gibi artçı düşmanı olması. Arkaya oturduğunuzda ayaklarınızı o ayak konulsun diye yapılan yerlere nasıl koyacağınızı nasıl sığdıracağınızı bilemiyorsunuz.