Perinin acı gazozları

Güncelleme Tarihi:

Perinin acı gazozları
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 14, 2013 00:00

O bir doktor, oyuncu, senarist ve yazar. ‘Peri Gazozu’ kitabının yazarı Ercan Kesal’la iç burkan öykülerine esin veren kasabalı olma halini ve doktorluk yaparken gördüğü taşrayı konuştuk

Haberin Devamı

'Peri Gazozu’ gazetede yayımlanan öykülerinizden oluşuyor değil mi?
- Radikal’e yazdığım öyküleri topladım. Dört tane öykü ekledim. Gazete için kısa yazılar istediler. Bu da bana başkalarının çok denemediği, ekonomize edilmiş, sıkıştırılmış öyküler yazma fırsatı verdi. Olumsuz gibi görünen o sınırlama, bana enteresan bir üslup kazandırdı.

Kitabı neden babanıza ithaf ettiniz?
- Babamı yakın zamanda kaybettiğim için onunla hesaplaşmayı sürdürüyor olabilirim. Benimle gurur duyardı. Hep başarılı bir öğrenciydim. Hekim olmamı da o istemişti. Dört kardeşin arasında en küçük çocuk olarak şanslıydım. Abilerim kasaba hayatı içerisinde belki biraz heba oldular. Ben üniversiteye gidip kurtardım kendimi.

Babanız istediği için doktor olmuşsunuz ancak mesleğiniz bütün bu hikâyeleri toplarken çok işinize yaramış...
- Tabii ki. Dünyada doktorluktan başka bir kişinin gelip size içindeki her şeyi anlattığı bir meslek yoktur. Onların sır kâtibiydim ben. Karşı taraf size güvenmişse, bütün hikâyesini sakınmadan döker.

Haberin Devamı

‘Peri Gazozu’ adı, insana neşeli, masalsı bir dünya çağrıştırıyor. Oysa hikâyeleriniz acı dolu. Bu isme nasıl karar verdiniz?
- Adını eşim koydu. Ona çocukluğumdan bahsederken babamın gazozhanesinden bahsetmiştim. Hikâyelerin hepsi gerçek, başımdan geçti. Bazı isimleri değiştirdim sadece. Kurgu yok gibi. Gerçeği olduğu gibi göstermeyi becerebilirsem derdim daha iyi ortaya çıkar diye düşündüm. Ensest de var içinde, cinayet de... Orta Anadolu’da mecburi hizmete gittiğimin altıncı ayı bir feth-i kabre götürdüler. 15 gün önce ölmüş birinin cesedine otopsi yapmam gerekti. Bu, sizi erken olgunlaştırıyor.

Kitaptaki öyküler bir tema oluşturan nesneler çerçevesinde ilerliyor. Bir anlamda kendi müzenizi oluşturmuşsunuz...
- Ben onu sandık gibi tarif ediyorum. Hacimli, tavan arasından bulduğunuz bir sandık... Doktorluk yaparken başımdan geçen şeyleri yazarken olayların arasında fark etmediğim, birbirleriyle bağlı duygu metaforları olduğunu keşfettim. Bir öykümde mühür diye bir şeyden söz ediyorum mesela... Annem bana şeker çuvalından iç çamaşırı yapmıştı. Ve çuvalın mührü benim iç çamaşırıma denk gelmişti. O mühürle, ensest kurbanı bir çocuğun bileğinin içindeki mührün birbirlerine göndermelerde bulunduğunu gördüm. İşin güzel tarafı, bu sandığı karıştırdıkça yeni şeyler keşfedip şaşırıyorsunuz.

Haberin Devamı

Sandığı karıştırıp geçmişinize bakarken en çok neye şaşırdınız?
- Beni en çok şaşırtan şey, insanın müthiş bir uyum sağlama ve sürekli yenilenme yetisine sahip olması. Yaşadıklarımı yan yana koyacak olsanız çok ağır gelecek şeylerdi. Aklınız ve vücudunuz ancak bir süre sonra bunları sindiriyor; onlarla yaşamaya, büyümeye devam ediyorsunuz. Bunlarla nasıl baş ettim diye düşünüyorum bazen.

Baş etmenin bir yolu olarak sanata yönelmiş olabilir misiniz sizce?
- Sanat insanın yaşam sıkıntısına çare aradığı yerlerden bir tanesi. Ben de öyle yaptım.

Sinema ve görsellikle kurduğunuz ilişki de çok kuvvetli. Kitapta “Anlatmak değil de göstermek istedim” demişsiniz.
- Bir şeyi anlatmak belli estetik ve üslup kaygılarını taşır. Bir şeyi anlatırken aslında bozarsınız. Kendinizden bir şey katarak değiştirirsiniz. Benim yazılarımda fark edilen samimiyetin sebebi, benim anlatmak değil de gösterme yolunu seçmiş olmam.

Haberin Devamı

Hep taşrayı anlattınız, şehre de gelecek mi sıra?
- Beni bu konuda eleştirenler oldu. Hep eskiyi, taşrayı yazdım ama bundan sonra sıra İstanbul’a da gelecek. Bence İstanbul özellikle bu dönem yazılmalı.

EN SEVDİĞİM MESLEĞİM EDEBİYAT

Oyuncu, senarist, şair, doktor, gazeteci ve yazar... Pek çok mesleğiniz var. Bir tanesini seçecek olsanız bu hangisi olurdu?
- Edebiyatçılığı seçerdim. Sinema şu an hayatımda çok kıymetli ve bundan sonra da sinemayla uğraşacağım. Ama bu sektöre girdiğimden beri hayatımda en kıymetli şey edebiyat oldu. Bütün işlerimin arasındaki köprüyü kuran şey edebiyat.

Eşiniz de oyuncu. Birbirinizi eleştirir misiniz?
- Hem eleştiririz hem besleriz. Acımasızca değil elbette. İşini kalbiyle yaptığını bildiğim için kıyamam zaten. Ben sonradan oyunculuk yapmaya başladım ve ondan çok şey öğrendim. Oğlumuz Poyraz da oyuncu olacak galiba. Soyutlama yeteneği müthiş. Ailede başka bir şey görmemesinden de olabilir tabii.

Haberin Devamı

Sizi Nuri Bilge Ceylan ile görmeye alışmıştık. Bir süredir ayrı işler yapıyorsunuz. Bir ‘mezun olma’ hali var mı?
- Son projesinde yokum. Bir süredir daha bağımsız çalışıyoruz. Ben ondan sonra beş-altı filmde oynadım, kendi yazdığım senaryoların peşinde koştum. Ama sinemacılığın okulu ve hikâyesi bitmez.

Gezi, muktedirlerin ezberini bozdu

Dünya tarihinin zalimlerle mazlumlar arasında yazıldığını düşünüyorum. Gezi Direnişi bu topraklardan ümit kesilmeyeceğini ispatladı. Anadolu insanı hiç beklemediğiniz anda sizi çok şaşırtacak bir şey yapabiliyor. Kimsenin hayatına, onuruna müdahale edemezsiniz. Gezi hem 12 Eylül’ü yaşamış bizim yaş grubundan insanların hem de muktedirlerin ezberini bozdu.

Haberin Devamı

Köylü çocuklardan farklıydık ama şehirli de değildik

Çocukluğum bir taşra kasabasında, Avanos’ta geçti. Kasaba çocukluğu enteresan. Köylü çocuklardan farklıydık. Tarlalarda özgürce
koşamadık. Sokağa aittik ama şehirli de değildik. Çocukkenden başlıyor bir kasabalının arada kalmışlığı. Komşunun kapısını çalıp karnınızı doyurursunuz ama uzun bir sofranın etrafında oturduğunuz için kendinizi kurtarmak zorundasınızdır. Yoksa hay huy içinde fark edilmezsiniz.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!