Pembe Nine’nin torunu köyü için bir masal yazdı gerçek oldu

Güncelleme Tarihi:

Pembe Nine’nin torunu köyü için bir masal yazdı gerçek oldu
Oluşturulma Tarihi: Ekim 01, 2004 22:32

Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof. Hüsamettin Koçan, küçükken annesi ve Pembe Ninesi’nden dinlediği masalların verdiği hayal gücüyle, doğduğu köye bir müze kurmayı düşledi. Bu düşü, geçtiğimiz 19 Eylül’de, Bayburt’un ‘Baksı’ (şimdiki adı Bayraktar) köyünde yapılan açılışla gerçeğe dönüştü. Müze, az gelişmişliği nedeniyle geçimini ‘gurbete çıkarak’ sağlamaya çalışan köylülerin derdine derman olacak. Koçan, bugünlere gelmesindeki en önemli üç öğeyi, onu ısrarla okutan ‘babası’, ufkunu derinleştiren ‘Tatbiki Güzel Sanatlar Okulu’ ve ona hayal kurmayı öğreten ‘masallar’ olarak sıralıyor.

Bayburt, Türkiye’nin az gelişmiş illeri arasında yer alıyor. Kişi başına yıllık gelirin bin 17 dolar olduğu il, gelir sıralamasında 66’ncı sırada. İlde sanayileşme yok denecek kadar az. Fakirlik nedeniyle göç oranı yüksek, yurtdışında işçi ve yurtiçinde geçici işçi olarak çalışanların sayısı oldukça fazla.

Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof. Hüsamettin Koçan, bir Bayburtlu. Doğup büyüdüğü Bayraktar Köyü, Bayburt’a 44 km uzaklıkta, 380 nüfuslu bir köy. Köyün eski adı Kırgız Türkçesi’nde ‘Şaman’ anlamına gelen ‘Baksı’.

Koçan’ın çocukluğu, ‘gurbetçi babasını’ bekleyerek geçmiş. İnşaatlarda şef, taşeron olarak çalışan babası, iş için sürekli Erzincan’a gidermiş. Gurbetin ona çocukken hissettirdiği hasret duygusu kafasına kazınmış.

Koçan, köylülerin çalışmak için başka şehirlere gitmesini önleyecek çok çok önemli bir projeyi hayata geçirdi: ‘Baksı Müzesi Halk Sanatları Araştırma Uygulama Merkezi’.

Merkez, sanatı köye taşımanın yanı sıra, köylüler için gelir kaynağı olacak. Köylüler, buradaki tezgahlarda seramik, halı ve kilim üreterek satacak, konuk evine gelenleri ağırlayacak.

AMELE KOLEJİ’NDEN

Koçan, 1946 doğumlu. İlk ve orta okulu köyünde okuduktan sonra, Bayburt’taki, o zamanlar ‘Amele Koleji’ denilen Erkek Sanat Enstitüsü’nün torna tesfiye bölümünden mezun olmuş. Okul sırasında resim çizmeye başlamış. ‘Ressam olmayı düşünmüyordum. Kendiliğinden olan bir şey bu’ diyor.

Babası, onu ve kardeşlerini ‘ısrarla’ okutmak istiyormuş. Bu yüzden İstanbul’a giden Koçan, iki yıl Marmara Teknik Okulu’na devam ettikten sonra, buranın kendisine göre olmadığını anlamış. 1970’te, o yıl 12 öğrencinin kabul edildiği Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’na girmiş. Güzel sanatlar okuluna kayıt olduğunu babasına korkarak söylese de yanıt olumlu gelmiş. Daha önce teknik okullarda okuması nedeniyle var olan kültür eksiğini, yazları kitap okuyarak tamamlamış. Mezun olduğunda, civar köylerin ilk yüksek tahsillisi olmuş. Kendisinden önce ailede sanatçı yokmuş ama ondan sonra kardeşlerinden biri mimar, biri de heykeltraş olmuş.

1997’den bu yana Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı olan Koçan’la, gerçeğe dönüştürdüğü hayalini, köyünü ve siyasete atılacağı iddialarını konuştuk.

ÖNCE HAYAL GÜCÜ LAZIM

Müzeyi kurma fikri, ne zaman oluştu?

Eskiden köyümüzde köy odası, konak geleneği vardı. 40 yataklı konaklarda, tanrı misafiri gelecek diye her gün bir kişi nöbetçiydi. 1982’de babamın cenazesini götürdüğümüzde, gördük ki konaklar gitmiş. O konaklar, bu kültürün mayalandığı alanlardırdı. Kışın orada bir sürü masallar, hikayeler anlatılırdı. Aşıklar gelir, atışırlar, ilginç ritüeller oluşurdu. Orada bir konak yapalım, bu konak kütüphane kökenli olsun dedik. Derken bir süre kaldı. Yavaş yavaş, bu kütüphaneyi büyütsek, resimleri oraya koysak dedik. Orası insanlar için bir ekonomik umut, kültür merkezi olabilir mi diye düşündük. Arsayı satın aldık. Giderek kendini büyüttü ve temellendirdi.

Müze en büyük hayaliniz miydi?

Şimdilik en büyük. Bundan sonra bürokrasiyle ilişkilerimi biraz daha zayıflatıp, kendimle hesaplaşmak istiyorum. Hayatımı okumak istiyorum. Bana göre insanın en zengin laboratuvarı kendi hayatıdır. Korkuyu, sevgiyi, arzuyu en iyi orada görürsünüz.

Müze, köy halkına gelir sağlayacak mı?

Hayatım, gurbetçi babamı beklemekle geçti. Orda, müthiş bir zorluk, hasret ve yabancılaşma var. Projenin bunu ortadan kaldırması lazımdı. Köylüler atölyelerde seramik, halı, kilim yapacaklar. Gurbet kavramı masallarda kalacak.

Müzenin yapımında sanatçıların desteğini nasıl sağladınız?

Yaklaşık 200 milyar lira param vardı. Bu parayla bunu başarırım diye başladım. Baktım ki yetmeyecek eşimle, Dragos’ta bir evimiz var, onu satalım dedik. Eşim seramik sanatçısı. 35 yıldır beraberiz, 32 yıldır evliyiz. Sonra genç arkadaşlarım, ‘niye satıyorsunuz, bir sergi düzenleyelim’ dediler. Bilgi Üniversitesi’nde ‘Tılsımlı Eller’ projesi yaptık. ‘Şaman Güncesi’ konseptiyle, 123 sanatçının katıldığı bir sergi düzenledik. Bunların bir kısmı müzenin mal varlığına geçti, bir kısmı da satılarak inşaata destek oluşturdu. Böyle bir hayal gücünü ancak sanatçılar sever ve destekler. Bu yapıtları satın alanlar, bu projedeki eserleri satın alarak destek olmak isteyenler çıktı. Bazı malzemeleri sağlayan firmalar oldu. Herkes katkıda bulundu.

İşadamlarından destek alıyor musunuz?

Akkanat Holding’in sahibi Ali Akkanat, bana açık çek verdi. Birçok çalışmamızı satın aldı. Hatta fiyatlarını öğrenince, ‘Bunları çerçeveleyelim, bizim şirketlere iki katı fiyatına satalım’ dedi. ‘Hiçbir zaman sıkılmayacaksın, sıkıldığında bizim şirketlere resimlerinden gönder’ der. Bizim yakın köyde dört yıl öğretmenlik yapmış. Suna-İnan Kıraç, her yıl belli bir oranda malzeme desteği veriyorlar.

Köyünüze dönecek misiniz?

Eskiden çok yorulunca, rüyamda dağları görürdüm. Bir gitsem, her şey iyi olacak diye düşünürdüm. Hep hayalimde o var. Kırsallığı, o doğayı, havayı, rüzgarı hep çok sevdim. Dönmek isterim. İnsanın yabancılaşmasındaki en büyük etkenlerden biri yersiz yurtsuzlaşmasıdır. Modernizm bize ‘gidin, mutlu olun’ derken, ulaşım araçlarını da verdi ve çok uzaklaştık. Önümüzdeki 100 yıl, kişinin kendi izlerini yeniden aramasına neden olacak.

BABAM VE MASALLAR

Hayatınızdaki en büyük dönüm noktaları neler?

Babam, okulum ve masallar. Babam, ufkumu istediğim kadar açabileceğimi söyledi bana. Tatbiki Güzel Sanatlar onu derinleştirdi. Başka bir önemli öğe, masallardı. Masallar, insana büyük bir hayal gücü verir. Eskiden televizyon olmadığı için, çok masal dinledim. Annem ve Pembe Ninem anlatırdı. Çok güzel masallardı bunlar. Yaptıklarımda, çok masal dinlemiş olmamın rolü çok büyüktür. Masaldaki kurgu bir zorluğa, hedefe doğrudur. Ama o hedef, ürküten bir hedeftir. Sevgili için yarım elmayı kaf dağının arkasından getirmek, bir dudağı yerde bir dudağı gökte yedi başlı canavarla mücadele edip o büyülü suyu almak gibi.

OKULDA DEĞİŞİM

Siz dekanlığa atandıktan sonra fakültede neler değişti?

Dekan olur olmaz öğrenci, memur ve öğretim üyeleriyle bir toplantı yaptık. ‘Şantiye ve müze fakülte’ diye bir slogan ürettik. Şantiye, kendimizi yeniden imal etmek, müze ise birikimlerimizi toplumla paylaşmaktı. Birdenbire fakültenin kasvetli, içe dönük, şikayet eden yüzü parlamaya ve ışıldamaya başladı. Şu anda 11 galerimiz var. İki ayda bir sergiler açılıyor. Her bölüm için danışma kurulları kurduk. Şu anda dünyadaki önemli kurumlar içinde yer alıyoruz ve çok prestijli bir noktadayız. Çok sayıda yayın ürettik, öğrenci trienalini geliştirdik, yabancı üniversitelerle protokoller imzaladık. Artık işlemeyen kuralları değiştirdik. Türkiye’yi dolaşabilen sergiler düzenledik. Böylece, dünya sanatı eğitimi için yeni bir model geliştirdik.


Şamanist ritüeller yaşıyor


Baksı (Şaman) Köyü’ndeki şamanist ritüeller, İslam kültürüyle iç içe geçmiş olsa da yaşıyor. Hüsamettin Koçan, Pembe Ninesi’nin, başı ağrıyanları eliyle dokunarak okuduğunu hatırlıyor. Köydeki ritüelleri şöyle anlatıyor: ‘Otlayan hayvanlar arazide kalınca, kurt yemesin diye kurdun ‘ağzı bağlanırdı’ ya da kama kınına sokulur, yerinden çıkmadığı sürece sürüyü kurtların yiyemeyeceğine inanılırdı. Kızı sevmediği birine verirken, ‘ali ali aldı mı, veli veli verdi mi’ diyerek kilitledilerdi, kız başkasıyla olamaz denirdi. Bir de 41 budaklı değnek elinizdeyken, çatal yılan dili cüzdanınızdayken size kimse ulaşamaz.’


Baksı Müzesi’nin 19 Eylül’de açılan birinci bölümünde, 600 metrekarelik alana yayılı dokuma, çömlek, çağdaş sanat atölyeleri ve yemekhane var. 24 kişi kapasiteli konuk evi, dört özel oda, sekiz odalı yerel ev, yemekhane ve mutfakları içeriyor. 460 metrerarelik ‘Bayburt Evi’nde, halk resimleri ve etnografik malzeme sergi alanlarının yanı sıra, konaklamaya açık sekiz oda bulunuyor.

Gelecek yıl açılacak ikinci bölümde kütüphane, konferans salonu ve ‘Çağdaş Sanat Galerisi’ ile ‘Etnografik eserler için galeri’ olmak üzere iki farklı galeri yer alacak.



Kültür Bakanlığı verilirse yaparım


Siyasete atılmayı düşündüğünüz söyleniyor. Doğru mu?

-Bu benim için yıllardır söylenir. Kültür Bakanı yapsalar olmaz mıyım, olurum. Niye olmayayım? Bana rektörlük önerildi, istemedim. Niye? Yönüm belli, ben bir kültür adamıyım. Güzel Sanatlar Fakültesi’nde kullandım ben bunu. Bir Güzel Sanatlar Üniversitesi rektörlüğü önerseler yaparım ama herhangi bir üniversitenin rektörü olmam.

Partilerden teklifler aldınız mı?

-Dönem dönem bana onlarla çalışmamı önerdiler. Girmedim. Öncelikleri olan biriyim. Birinci önceliğim bakan olmak olursa, çok yanlışlar yapabilirim. Dekanlık birinci önceliğim değildi, zamanla oldu. Bir yola girersiniz, sizi çeker bir yere götürür. Şimdi dekanım, dekanlığımı iyi yapacağım. Türkiye’deki siyasal örgütlenme, bizim gibi tek başına öneri geliştiren ve uygulayan, daha demokrat ortamlara alışmış insanlar için büyük avantaj değil. Daha çok itaat ilişkisi var. İtaatten bir şey çıkmaz, kafa tutmadan çıkar. Kafanız dik olursa, çok fazla yükselme şansınız yok. Türkiye siyaseti böyle, belki dünya siyasetinde de bu böyle.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!