Paşa paşa eğlendim

Güncelleme Tarihi:

Paşa paşa eğlendim
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 09, 1998 00:00

Haberin Devamı

Toplumun büyük kısmının rağbet ettiği şeylere ben nedense ilgisiz kalıyorum. Bunun sebebi, herkesin yaptığını yapmayarak sıradışı olmak mı, basiretsizlik mi, her neyse bilmiyorum. Mesela ne arabam var ne de cep telefonum.

Bir yere gidiyorum, çıkışta ‘‘Arabanızın plakası neydi Pakize hanım’’ diye soruyorlar. Ezile büzüle ‘‘Taksiyle gelmiştim’’ diyorum. Uzaydan gelmiş bir yaratığa bakar gibi bakıyorlar yüzüme. Cep telefonu da öyle. ‘‘Var mı, yok mu’’ diye sormadan numaramı istiyorlar. Ben yine utana sıkıla ‘‘Cep telefonum yok’’ diyorum. Yine aynı bakışlar.

Sırf utandığımdan alacağım bir tane. Ayrıca bunun büyük bir ihtiyaç olduğunu da kabul ediyorum. Yolda gidiyorsun. Aniden aklına bir arkadaşın geliyor, ‘‘Ne haber’’ gibi çok önemli bir soru tevcih etmek istiyorsun. Eee ne olacak şimdi? Sokakta haldır haldır telefon kulübesi mi arayacaksın, yoksa koşa koşa eve mi döneceksin? Halbuki cep telefonun olsa, açar, sorar, anında merakını giderirsin. Çok çok lüzumlu şu cep telefonu.

Benim bu ilgisizliğim bazı mekanlar için de geçerli. Çok popüler olan yerler var İstanbul’da. Hangi magazin dergisini açsanız bütün ünlüler oralarda, ben daha hiçbirine adım atmamışım. Geçenlerde şöyle bir düşündüm, hayatım evle iş arasında 1 km’lik bir güzergah üzerinde gidip gelmekle geçiyor. Hangi şehirde yaşadığımın bile farkında değilim. Hani neredeyse, ‘‘Burası Kütahya’’ deseler inanacağım. ‘‘İstanbul’u yaşamam lazım’’ dedim, kendi kendime ve işe şu ünlü mekanları gezerek başlamaya karar verdim.

Dur... Giremezsin...

General mi, amiral mi öyle büyük bir ismi var. Bunların en ünlüsü orasıymış. Yanımda tıp doktoru bir bayan arkadaşım, günün mana ve ehemmiyetine uygun giyinmiş ve süslenmiş olarak kapısına geldik. Baktım, kapıda siyah takım elbiseli erkekler topluluğu. ‘‘Ah!’’ dedim, ‘‘İçerisi çok kalabalık. İnsanlar kapıda kalmış, üstelik kıyafet mecburiyeti de var. Baksana hepsi takım elbiseli, kadınlar da tuvaletlidir herhalde.’’ Arkadaşım, ‘‘O gördüklerinin hepsi koruma görevlisi’’ dedi. ‘‘Hadi bakalım, bende şans var mı? Kırk yılda bir gezmeye kalktım, başıma gelene bak. Bomba ihbarı falan oldu herhalde ki, bunca görevli toplandı’’ dedim. ‘‘Ayol ne ihbarı, burası her gece böyle. Bunlar buranın devamlı korumaları’’ dedi arkadaşım.

Oh, içim rahatladı. Çok korunaklı bir yer burası.

Ben güle oynaya içeri girmeye hazırlanırken, önümüze geçip bizi durdurdular. İçlerinden biri ‘‘Giremezsiniz’’ dedi. Meger kartla girilirmiş içeri. Bu kart mevzu burada da çıktı karşıma. Kredi kartı, sigorta kartı, bilmem ne matik kartı derken şimdi eğlence yerine de kartla gireceğiz. Yakında kartsız evdeki buzdolabını bile açamayacağız korkarım. Kapıda bir mücadeledir başladı. Daha önce tipi bozukları almadıklarına dair dedikodular duymuştum. Acaba bizim neyimizi beğenmediler diye düşünüyorum. Arkadaşım münakaşa ederken ben çaktırmadan çantamdan küçük aynamı çıkarıp yüzüme bakıyorum, ‘‘Acaba çok mu boyandım’’ diye, yok! Üstüme başıma bakıyorum bir tuhaflık var mı diye, bana göre o da yok, ama bunların ölçüsü nedir bilmiyorum ki... Neyse 45 dakika ısrardan sonra içeri girmeyi başardık.

Bunca kalabalığı bir kere de televizyonda görmüştüm, Salı Pazarı’nda bedava deterjan dağıtılıyordu. Ortada dolaşan kadınları görünce bizi niye içeri almak istemediklerini anladım. Giyinik olduğumuz için... Kadınların hepsi soyunup gelmişler. Biz saatlerce ‘‘Ne giyelim’’ diye düşünürken, bunlar ‘‘Neyimizi giymeyelim’’ diye düşünmüşler. Kimi eteğini giymemiş, kimi bluzunu.

Gözaltında dans

Ortadaki büyük pistte herkes dans ediyor. Dans edenlerin arasında yüksek bir yerlere çıkmış eli telsizli adamlar gördüm. Bunlar kapıdaki takım elbiseliler topluluğunun dans edenlerden sorumlu olanlarıymış. Gözaltında dans ediyoruz. Ben böyle emniyetli yer görmedim. Sanki karakolun bahçesinde eğleniyoruz.

Çoluk çocuğunuzu gönül rahatlığıyla buraya gönderebilirsiniz. Dışarda bin türlü bela dolaşıyor. Ben sizin yerinizde olsam yuvaya götürür gibi her akşam götürürüm çocuğumu, sabah gider alırım. Yalnız 200 milyon TL. ödeyip o bahsettiğim kartı alacaksınız.

Kart hamilinin isteği

Bu arada içeridekileri, tek tek inceliyorum. Üye alırken neye dikkat ediyorlar, anlamak istiyorum. Tam bir şeye karar vereceğim, onu çürütecek birileri çıkıyor karşıma. En sonunda şu sonuca varıyorum; hiç ama hiç ayrım yapmamışlar, şu magandaydı, bu değildi dememişler, 200 tane bir milyonu olan herkesi buyur etmişler. Kendilerini çok takdir ettim.

Benim gibi mekanın yabancısı olanlar da var etrafta. Adamın biri kartını yeni almış belli. ‘‘İllaki bu bu kartla bedava içki vereceksiniz’’ diye tutturuyor. ‘‘Beyefendi, bu kartla sadece buraya girme hakkına sahipsiniz, bunun dışında her şey için para ödeyeceksiniz’’ dedilerse de adamı ikna edemediler. Ben çıkarken hâlâ birbirlerini razı etmeye çalışıyorlardı.

Mış muş köşesi

Yılmaz, ‘‘Herkes işini yapsın’’ demiş.

Ben yapıyorum beyefendi, darısı sizin başınıza...

ABD’de biri striptizcinin göğüsleriyle yaralanmış.

Yara bere ne ki? Ölmeye razıdır o.

Japonlar Mars’a gidiyorlarmış.

Kıçında made in Japan yazmayan bir Mars kalmıştı.

Geçtiğimiz hafta Türkiye’nin en parlak haftasıymış.

Doğrudur, benim yaldızlı göz farım kırıldıydı.

Baykal, ‘‘Al birini, vur ötekine’’ demiş.

Olur! Yaparız da sizi ne etmeli?

Bakan Gürdere ‘‘Herkes geleceğe güvenle bakıyor’’ demiş.

O ne o? Yeni gözlük markası mı?

Bacaktan çene yapılmış.

Nesi ilginç bunun? Etraf beyni kıçtan yapılmış adamlarla dolu.






Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!