Güncelleme Tarihi:
PARIS, JE T’AIME
PARIS, SENİ SEVİYORUM
Tür: Romantik
Süre: 120 dk.
Yön: Bruno Podalydes, Gurinder Chadha, Gus Van Sant, Joel ve Ethan Coen, Walter Salles - Daniela Thomas, Christopher Doyle, İsabel Coixet, Nobuhiro Suwa, Sylvain Chomet, Alfonso Cuaron, Olivier Assayas, Oliver Schmitz, Richard La Gravenese, Vincenzo Natali, Wes Craven, Tom Tykwer, Frederic Auburtin -Gerard Depardieu, Alexander Payne
Oyn: Natalie Portman, Fanny Ardant, Elijah Wood, Nick Nolte, Juliette Binoche, Steve Buschemi, Gerard Depardieu , Bob Hoskins , Maggie Gyllenhaal, Willem Dafoe , ...
Paris...
Sevgililerin buluşma yeri. Aşkın merkezi. Romantizmin zirvesi.
Adı aşkla bu kadar özdeşleştirilen bir şehir daha söylemek zor gerçekten, çünkü Paris’te aşk her yerde; Champs Elysees’de, Eyfel Kulesi’nin altında, barlarda, cafe’lerde, metroda...
Hitler’in bombalamaya kıyamadığı iki şehirden biri olan (diğeri Prag) Paris, sinemayı ve 20 ünlü yönetmeni aşka getirmiş.
Bu güzel şehrinin ev sahipliği yaptığı 20 kısa filmden oluşan ‘Paris, Seni Seviyorum’ gerçek bir sinema şöleni.
Bir kere yönetmen listesinde adı geçenler (Gus Van Sant’den, Joel ve Ethan Coen’e, Christopher Doyle’dan, Alfonso Cuaron’a, Wes Craven’dan, Tom Tykwer’a, Gerard Depardieu’den, Alexander Payne’e uzanan bir listeden söz ediyorum) her sinemaseveri heyecanlandıracak, özel isimler.
Filmlerde rol alan oyuncular deseniz onlar da yabana atılacak gibi değil. Natalie Portman, Fanny Ardant, Elijah Wood, Nick Nolte, Juliette Binoche, Steve Buschemi, Gerard Depardieu, Bob Hoskins, Maggie Gyllenhaal, Willem Dafoe küçük ama akılda kalıcı rollerle çıkıyorlar karşımıza.
Paris, Seni Seviyorum, farklı sosyal sınıflar, kuşaklar, kültürler ve atmosferlerin karışımından, kentin çeşitli yerlerinde sevinç, ayrılık, beklenmedik garip rastlantılar ve her şeyden çok aşka dair hikayelerden oluşan bir film.
Her yönetmenin konuyu farklı bir yerden alması, farklı işlemesi, farklı sonuçlara ulaşması ise filmi bütününde özel kılıyor, tekdüzelikten kurtarıyor.
AŞKIN ÜZERİNE KAR YAĞARSA
Herkes için öne çıkacak filmler olacaktır. Beni de diğerlerine göre daha derinden etkileyen, farklı yerden yakalayan filmler oldu tabii.
Kimileri görsellikleri, kimileri çekimleri, kimileri oyuncuları, kimileri ise söyledikleriyle iz bıraktı.
Alfonso Cuaron’un (Son Umut-Children of Men filmindeki o muhteşem uzun planını hatırlayın) tek planda çektiği Monceau Parkı, öncelikle büyük bir oyunculuk ve yönetmenlik gösterisi olması nedeniyle etkileyici. Tüm sahneyi tek bir planda çekmek, oynamak kolay değil elbette. Monceau Parkı, konusu ve diyaloglarıyla ilk başta çok orijinal gelmiyor insana ama finalinde farklı bir hikaye olduğunu kanıtlamış oluyor.
Natalie Portman’ın Tom Tykwer’ın yönettiği Faubourg Saint Dennis adlı kısa filminde söylediği şu cümleye bir bakın: “Bazen yaşam değişiklik ister. Bir geçiş. Mevsimler gibi. Bizim baharımız muhteşemdi. Ama şimdi yaz bitti ve biz sonbaharı da anlamadan geçirdik. Şimdi birdenbire hava soğudu, o kadar soğudu ki her şey donuyor. Aşkımız uykuya daldı ve kar yağmaya başladı. Karda uykuya dalarsan, ölümün geldiğini hissetmezsin.” Bir ilişkinin istenmeyen sona doğru sürüklenişi daha güzel anlatılabilir mi acaba? İnsan aşkın yok oluşuyla ilgili endişelerini daha güzel dile getirebilir mi?
RUH İKİZİNE KAVUŞMAK KOLAY MI?
Gus Van Sant’in ruh ikizini bulan iki gencin hikayesini anlattığı Le Marias da akılda kalan filmlerden. Önce güldüren sonra da düşündüren bu film ruh ikizimiz olduğunu düşündüğümüz ötekine derdimizi anlatmanın ve kavuşmanın ne kadar zor olduğunu güzel bir metaforla anlatmış.
Her bir filmi tek tek ele almak zor tabii. Ama eminim siz de birbirini bulan pandomimcilerden (Eyfel Kulesi), karısına tekrar aşık olan adamdan (Bastille) etkileneceksiniz.
Çekik gözlüsünden, Afrikalı’sına, türbanlısından, vampirine kadar yolu Paris’ten geçen herkesin aşk hikayelerini, şehrin farklı mekanlarında izlemek büyük keyif verecek. Her kısa film sizi farklı yerlere götürecek, farklı ruh hallerine sokacak.
Ben ünlü yönetmenlerin gözünden ve kamerasından aşkı ve Paris’i yaşayıp, Paris, Seni Seviyorum filmine hayran kaldıktan sonra şöyle bir düşündüm.
En az Paris kadar güzel ve bence çok daha özel bir şehir olan İstanbul’umuz için de benzer bir proje yapılamaz mı acaba?
Ünlü yönetmenlerimiz bu şehre özel kısa filmler çekseler ne güzel olur.
Bu işe önayak olacak birileri çıkar mı dersiniz?
HAFTANIN DİĞER FİLMLERİ
MEET THE ROBINSONS
ROBINSON AİLESİ
Yön: Stephen J. Anderson
Tür: Animasyon / Macera / Komedi
Dahi çocuk ailesini arıyor
Biz Heidi, Şeker Kız Candy, Pamuk Prenses, Rapunzel’le büyüdük, ama günümüz çocukları çok daha fütüristik hikayelerden hoşlanıyorlar. Bilgisayar çağının çocuklarına uygun olan Robinson Ailesi’nin mesajı “Geriye bakmak yok, ilerlemeye devam.”
Teknoloji meraklısı dahi bir çocuğun hikayesi için daha uygun bir cümle olamaz herhalde.
Lewis, annesi tarafından terk edildikten sonra hayatını onu olduğu gibi kabul edecek yeni bir aile bulmaya adamış bir çocuk. Sürekli geliştirdiği yeni icatlarla bir türlü başarı elde edememişken, gelecekten gelen Wilbur’la tanışıyor ve zamanda yaptığı yolculuk sonucunda hayatı bir anda değişiyor.
Robinson Ailesi, içinde olmazsa olmaz bir kötü adam, aşılması gereken engeller barındıran, arkadaşlık ve aile kavramları üzerine düşünmeye iten, ailecek izlenebilecek bir animasyon. Daima ileriye, önümüze bakalım şeklindeki mesajı da hiç fena değil doğrusu.
LIVING AND DYING
ÖLÜMLE DANS
Yön: Jon Keeyes
Oyn: Michael Madsen, Arnold Vosloo, Tamer Karadağlı, Yelda Reynoud, Deniz Akkaya, Bai Ling
Tür: Aksiyon-Gerilim
Süre: 90 dk.
Türkler Amerikan aksiyonunda
Oyuncu kadrosunda Michael Madsen, Arnold Vosloo, Edward Furlong, Bai Ling’in yanı sıra Tamer Karadağlı, Deniz Akkaya ve Yelda Reynaud’yu da barındıran Amerikan yapımı aksiyon Ölümle Dans (Living and Dying), vizyona girmeyeceği ile ilgili dedikoduları boşa çıkarak, sinema salonlarındaki yerini aldı.
Karşımızda senaryodan, yönetimine çok da başarılı olmayan, mantık hatalarıyla dolu, özensiz, ikinci sınıf olarak nitelendirilebilecek bir aksiyon filmi var. Ama yine de Ölümle Dans’ı, “Türkler Amerika’da yapamaz” önyargısını yıkan bir film olarak ayrı bir yere koymak gerekiyor. Türk oyuncular Amerikan yapımı bir filmde, Amerikalı karakterleri, Hollywood yıldızlarıyla aynı karelerde başarıyla canlandırmışlar.
Dilerim ileride, yine yurtdışında, ama bu kez daha iyi filmlerde kendilerini gösterme imkanı bulabilirler.