Paralel evrendeki halimi yazdım

Güncelleme Tarihi:

Paralel evrendeki halimi yazdım
Oluşturulma Tarihi: Nisan 07, 2012 00:35

Murat Gülsoy, günümüzün en üretken yazarlarından. Birbiri ardına yayımlanan kitaplarının her biri, kendisinin de söylediği gibi, birer deneysel metin aslında. Bir ‘ara tür’ olarak adlandırdığı Can Yayınları’ndan çıkan yeni romanı ‘Baba, Oğul ve Kutsal Roman’da ise, kendine çok benzer bir yazarı başkahraman seçiyor bu kez. “Yüzü olmayan adam rollerine çıkıyorum artık” diyen Murat Gülsoy’la kitabı konuştuk.

Haberin Devamı

*  Romanın baş kahramanı da bir yazar. Kimi zaman Murat Gülsoy’la karıştırılması için okuru tuzağa çektiğinizi söylesek, ne dersiniz?
- Tabii, öyle bir yanılsama yaratmak istedim. Kendime çok yakın bir yazar karakteri bu. Bayağı yakın, yani. Tabii ki düşüncelerimin bir kısmı örtüşüyordur onunla. Duygusal durumlarımızın da bir kısmı buluşuyordur. Romandaki yazar karakteri benim paralel evrendeki halim sanki. Zaten yazdığınız her öykü sizin içinizden çıkar aslında. Olaylar böyle gelişmeseydi, kitapta okuduğunuz karakter ben olabilirdim. Ama otobiyografik bir roman değil bu kitap. Okur bunu kısa bir süre içinde anlayacaktır. Zaten karakterin bir adı da yok.
*  Okur, kahramanları yazarla özdeşleştirmeye her zaman bayılır. Üstelik kitapta bulunan bir kısa öykü, aynen kurgudaki gibi, sizin internet sitenizde de yer alıyor. Bunca oyuna okur nasıl dayansın...
- Orhan Pamuk son kitabı ‘Saf ve Düşünceli Romancı’da çok güzel anlatıyor bunu. Bölüm başlıklarından bir tanesi şu: ‘Orhan Bey siz bunları gerçekten yaşadınız mı?’ Aslında romanı güzel yapan şeylerden bir tanesinin de bu olduğunu yazıyor orada. Bu adam ne kadarını aklından geçirdi, ne kadarını yarattığı karaktere düşündürtüyor? Bunu, yazan kişi de birbirine karıştırabilir çoğu zaman. Bazen karakterinize yaptırdığınızı düşündüğünüz şey, Freudyen yaklaşımla kendi arzunuzun tatminidir. Evet, bu roman okura daha çok ‘acaba’ dedirtecek türden. Ama tersini de yapsak bu soru sorulacak nasıl olsa. Ne yazarsanız yazın, bundan kaçış yoktur. Keyfi de burada zaten.
BİR ERKEĞİN İÇİNDEKİ AŞAĞILIK HAYVAN
*  Erkeklik halleri üzerine söz söyleyen bir roman ‘Baba, Oğul ve Kutsal Roman’. Öte yandan yine türler arasında gidip geliyor. Melez bir roman olduğunu söyleyebilir miyiz?
- Kitap bittikten sonra düşündüğüm şey bu oldu. Çünkü hem baş kahraman geçmişindeki kadınla gelecekte birlikte olacağını düşündüğü kadını birbiriyle kaynaştırmaya çalışıyor, hem de türler arasında gidip gelen bir kitap bu. Evet, roman erkeklik durumları üzerine. Erkek olmak ve olamamak, iktidar kavramı, kadınlar ve hayatla olan ilişkilere uzanıyor. Bir yandan da birçok kadın karakter üzerinden kadınların hikâyesini de anlatıyor. Birçok romanın konusudur tabii bunlar. Ama bu romanda biraz daha kristalleşiyor herhalde. Bir önceki roman ‘Karanlığın Aynasında’, David Lynch filmleri gibi çok karanlıktı. Bu yönü beni cezbediyordu ama yeni romanın mizahi tonunun ağır bastığını tahmin ediyorum. Zaten istediğim bir şeydi bu. Yazarken çok eğlendiğim kısımlar oldu.
*  Yüzüklerin Efendisi’nden tanıdığımız Gollum bir iç ses olarak çıkıyor karşımıza. Onu ‘bir erkeğin içindeki aşağılık hayvan’ olarak adlandırıyorsunuz. Neye karşılık geliyor?
- Yazarın iç sesi, Gollum ile Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar romanındaki hayali kahraman Olric karışımı bir şey. Gollum, Yüzüklerin Efendisi’nde yüzüğe duyduğu arzuyla yaratıklaşmış bir karakterdir. Baş kahramanın dizginlemeye çalıştığı arzularını karşılıyor. Gollum’un sesi biraz da kendiliğinden çıktı aslında. Yazarımız, Merve adlı yeni tanıştığı genç kız ile eski aşkı Asena arasında gidip gelirken uyandı.
POPÜLER KÜLTÜR ÜRÜNÜ OLMAKTAN KAÇIŞ VAR MI?
*  Merve, artık kitapların arka kapak yazılarına kadar birbirine benzediğini, günümüz yazarlarının sahici olmadığını ve hayatı eski yazarlarda bulduğunu söylüyor. Siz ne düşünüyorsunuz?
- Edebiyat bir yönüyle de bir sektör oldu artık. Bu şu demek değil aslında; geçmişteki yazarlar daha iyiydi de şimdikiler kötü. Ama Merve bir genç okur olarak böyle düşünüyor. Ben böyle çok insan tanıdım. Son derece iyi eğitimli, hiç yerli edebiyat okumayan, sadece çeviri veya orijinal dilinden bazı kitaplar okuyan ve yerli yazarları da takmayan azımsanmayacak bir kitle var. Eskiden insanlar en azından entelektüel görünebilmek için belli başlı kitapları okur, bazı dergileri takip etmenin önemli olduğunu düşünürlerdi. Şimdiyse durum farklı. Çünkü edebiyat ciddi bir sektöre dönüştü. Ama ciddi okur, kitapların bir ürün gibi pazarlanıyor olması, süper market reyonlarında yer bulmasından da hoşlanmıyor. Yazar imgesi de giderek bir popüler kültür ürününe dönüşüyor. Herkes böyle de, ben farklıyım demiyorum. Bilmiyorum, bundan kaçış var mı.
*  Romanın baş kahramanı olan yazar gibi, yazdıklarınızdan ötürü sorgulanacağınız ya da yargılanacağınız düşüncesi gelir mi aklınıza?
- Çok siyasi metinler yazmadığım için zannetmiyorum. Ama olabilir tabii ki. En korkunç olan da birilerinin sizi işaret etmesi. O zaman herkesten ve her şeyden daha suçlu olabiliyorsunuz. Yakın zamanda yaşanan olaylarda da böyle oldu. Belirli bir konuda kitaplar çıkıyor ve bir iki insan içeri alınıp, bir iki yıl sorgulanıyor. Benzer birçok kitap var ama onların yazarlarına bir şey olmuyor. George Orwell’ın ‘1984’ adlı romanındaki gibi bir hava esiyor ortalıkta. Sabahattin Ali’den sonra Hrant Dink, mesela. Bir utanç zincirinin birbirine eklenen halkaları gibi büyüyor. İlla politik bir mücadelenin içinde olmak gerekmiyor terörün etkilerini solumak için. Hepimiz bu etki altındayız aslında. Yokmuş gibi davranmaya çalışsak da.
*  Romanda Tanpınar ve Oğuz Atay izleği var. Onların ‘rüya’ kavramına yükledikleri rolü de düşünerek, rüyanın sizin metinlerinizdeki yerinden söz edebilir misiniz?
- Hayatımız içinde başlı başına bir kurmaca parantezidir aslında rüya. Ne kadar çok rüya vardır; insan ağlayacak kadar üzgün uyanır ve uyandıktan sonra rahatlayacağına, yüreğinin paralanması halen devam eder. Nedir bu etkiyi oluşturan şey? Aslında içimizdeki bir şeyin hikâyeye dönüşmesi. Beni en çok etkileyen, Tanpınar’da da sanırım böyle, gerçeklikle bir bağ kurma çabası. Oğuz Atay’da ise rüya, bir noktadan sonra bilinçakışı ile sarmal şekilde iç içe ilerler. Bu romanda rüya çok önemli. Başlı başına bir karakter aslında. Yazar, Tanpınar semineri verirken geçmişteki büyük aşkı Asena ile karşılaşıyor. Eski aşk hikâyesinin yeniden canlanıp, başını derde sokması, yine Tanpınar üzerinden gerçekleşiyor. Yaşadığı bütün muammalı olaylar, gördüğü rüyalarla sürüyor.

Haberin Devamı

BİLMİŞ YAZAR DEĞİLİM

Haberin Devamı

Her kitap benim için bir kendini araştırma. Hiçbir kitabımda ya da öykümde; bildiğim, şifrelerini çözdüğüm bir dünyayı vaaz etmiyorum. Tam tersine, bilmediğim, kuşkulandığım, tekinsiz ve garip gelen, beni korkutan veya heyecanlandıran şeyleri anlamlandırmaya çabalıyorum. Okuru da buna ortak etmektir gayem. Benim okurum “Bu bilmiş adamdır, bundan her şey öğrenilebilir” diye bakmaz bana. İkimizin de kafasına aynı şeyler takılır. Ve birlikte çözmeye çalışırız.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!