Güncelleme Tarihi:
Bir ‘kuruş’un kırkta birine ‘para’ denir! ‘Para’nın üçte biri ‘akçe’; akçenin üçte biri de ‘pul’dur. Baştan ‘peşin peşin’ söyleyeyim: Paranın-pulun bu matematiği size karmaşık geldiyse tarihteki kısa yolculuğumuz zorlu geçebilir! Çünkü para birimleri, karşılıklı değerleri tarih boyunca o kadar sık değişmiştir ki... Bu değiş-tokuş hikayesinde paraların isimleri bile çok şey anlatır. Örneğin Farsça kökenli ‘para’, gümüş paresi, yani gümüş parçasıdır. Altın ve gümüşün doğrudan ödeme aracı olarak kullanıldığı zamanları yansıtır. Atalarımızın ısrarla kara günler için biriktirmemizi istediği ‘akça/akçe’ de, gümüş rengini ifade eder. Türkçe ‘akça’ sözcüğü, çok taraftar bulmayan bir önermeye göre, ipekli kumaşın yani ‘agı’nın (agı+ça) para yerine geçtiği dönemlerden kalmadır. ‘Pul’ ise eski Yunancadaki ‘obolos’a yani en küçük para birimine dayanıyor. Mitolojiye göre öte evrende ruhları taşıyacak kayıkçı Karon’a bir ‘obolos’ vermek gerekir. Anlaşılan, Anadolu-Grek mitolojisine göre para, öbür dünyada bile lazımmış. (‘Obolos’un seçilmesinde para üstünün sorun olmaması da yatıyor olabilir tabii!) ‘Ufaklık’ birimlerden olan bakır para ‘mangır’ın adıysa Moğolların Anadolu’daki egemenliklerinden kalma. Gümüş para anlamına gelen ‘dirhem’ ise aynı zamanda bir ağırlık birimiydi. Farsça’ya Yunanca ‘drahmi’den geçtiği düşünülüyor. Kuruşun eski söylenişi olan ‘guruş’un kökeninde ‘kalın’ anlamına gelen Latince ‘grosso’ kelimesi var. Guruş, önceleri yabancı sikkeler için kullanılırken 1686’da Osmanlı’da bakır para biriminin resmi adı oluyor ve günümüze kadar uzanıyor. Yeri gelmişken söyleyelim, tüm madeni paraları ifade eden ‘sikke’, Arapça’daki basmak fiilinden geliyor. 696 yılında, Halife Abdülmelik zamanında basılmaya başlanan altın para ‘dinar’, Roma ‘denarius’unun adını taşıyordu. Halife bu parayı, dönemin dolar’ı sayılabilecek Bizans ‘nomizma’sına rakip olarak bastırmıştı. Dinar, benimsenerek tüm İslam ülkelerine ve ötesine yayıldı. İsimleri ne olursa olsun tüm paralara asıl değerini veren ‘altun’, yani altın kelimesi de, ‘kümüş’, yani gümüş de Türkçe’dir.
ÇOK DOLAŞAN PARALAR
Altın ve gümüş paralar eritilip tekrar basılabiliyordu. Bu da paranın diyar diyar gezmesini, ülkeler arası dolaşımını kolaylaştırıyordu. Henüz ‘döviz büfeleri’ icat edilmemiş olsa da Osmanlı topraklarında Venedik, Hollanda, İspanyol, Avusturya, Almanya ve Polonya paralarına rastlamak mümkündü! Ama üzerinde hangi hükümdarın adı yazarsa yazsın asıl önemli olan paranın gerçek ağırlığını taşıması ve saflığıydı. Osmanlı’da her padişah başa geçtiğinde kendi adına para bastırırdı. Bu da eski paraların toplanıp yenileriyle değiştirilmesi demekti. Yenileme, paranın içindeki altın veya gümüş oranının azalmasıyla sonuçlanabiliyordu. Yani para, eski ifadeyle ‘tağşiş’ ediliyor, günümüzdeki ifadeyle devalüasyona uğruyordu. Bu değer kaybının özünde son derece tanıdık nedenler vardı: Kamu harcamalarındaki açıklar ve siyasal istikrarsızlık. Ayrıca özellikle savaşlar, nüfustaki büyük değişimler, para basımının tam denetlenememesi, kalpazanlık gibi başka etkenler de paranın değerini yitirmesine yol açabiliyordu.
İYİ PARA, KÖTÜ PARA
‘Gresham kanunu’ adı verilen ‘kötü para, iyi parayı kovar’ ilkesi eski devirlerde özellikle geçerliydi. Yani değeri düşürülmüş paranın yayılmasıyla gerçek değerli para, kısa süre sonra piyasada bulunmaz hale geliyordu. Örneğin Mısır darphanesinde basılan kalitesiz sikkeler İstanbul için bir sorundu. II. Mahmud dönemine gelindiğinde piyasada 36 çeşit gümüş para mevcuttu! Paranın kontrolünde zorlanıp finansman darlığıyla karşılaşan devletler, eski bir Çin icadı olan kağıt paraya yöneldiler. Osmanlı’da kağıt paranın kulllanımı 1840 yılında, ‘kaime’ (gerçeğinin yerine geçen anlamında) ile başladı. Kaime, 1861 yılında patlayan bir finansal krizle tüm değerini yitirip kullanımaz hale gelince kaldırılması şükür namazlarıyla karşılandı. Ama halk dilinde paraya ‘kayme’ denmesi miras kaldı. Özellikle savaş zamanlarında ihtiyaç duyulan kaimelerin yol açtığı en önemli sorunlardan biri bozuk paranın yetersizliğiydi. I.Dünya Savaşı sırasında bu sıkıntıyı aşmak için “Maliye Nezareti, 5 ve 10 paralık posta pullarının nakit yerine tedavül edilmesi*” yoluna başvurdu. Yani ‘para’ gerçekten de ‘pul’ oldu! Aman diyelim, ‘kötü para’ keselerimizden, küplerimizden uzak dursun da, son günlerde hızla değer kaybeden liralarımız pul olmasın.
* Ali Akyıldız, “Para Pul Oldu, Osmanlı’da Kağıt Para, Maliye ve Toplum”, 2003.