Güncelleme Tarihi:
Son yılların yaygın hastalığı, her an başımıza gelebilir
Stresli bir hafta daha sona ermiş, nihayet cuma günü gelmişti. Yazın son günleri öyle hızlı geçiyordu ki, kendine ayıracak küçük bir zaman aralığı yakaladığında keyfine diyecek olmuyordu. 18.00 civarında arabasına bindi, radyoyu açtı. Uzun zamandır görmediği arkadaşları onu balık yemeğe davet etmişlerdi. Köprü trafiği bile onu sinirlendirmedi. Gişelere gelmişti ki kalbinde bir sıkışma hissetti. Çarpıntı nefes almasını zorlaştırıyordu. Derken başı dönmeye başladı, iradesini kullanıp direksiyon hakimiyetini kaybetmemeye çalışıyordu. Kollarında, bacaklarında karıncalanmalar oluşmaya başladı. Çarpıntısı gittikçe hızlanıyor, küçük küçük nefeslerle yetinmeye çalışıyordu. ‘‘Galiba ölüyorum’’ diye geçirdi içinden. Son enerjisiyle kendisini gördüğü ilk ezcanenin önüne attı. Eczacıya ajandasını uzatarak arkadaşlarını ve doktorunu aramasını rica etti. Kendine geldiğinde acil serviste burnunda oksijen maskesi, elektrotlara bağlanmış durumdaydı.
Her türlü tahlil yapıldı. Hiçbir organik hastalığa rastlanmadı. Doktorlar şaşkındı. Günlerce süren tektiklerden sonra onun ‘‘panik atak’’ geçirdiği yolunda karar birliğine vardılar. Günümüzde her yüz kişiden dördünde görülen ve daha çok kadınlarda rastlanılan psikiyatrik bir hastalıktı bu...
‘‘Panik atak basit olarak bir sıkıntı atağı. ‘‘Anksiyetenin yani sıkıntının yaşamımızı bozacak bir düzeye çıkıp, bizi kontrolsuzluk duygusuna götürdüğü şiddete panik atak diyoruz. Böyle bir atak sırasında kişi hem piskolojik hem de bedensel rahatsızlıklar hissediyor’’.
PSİKİYATRİK TEDAVİ ŞART
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Olcay Yazıcı, haftada iki- üç panik atak hastasıyla karşılaşıyor. ‘‘Psikolojik ve bedensel belirtileri vardır. Psikolojik olarak hastada ‘ölüyorum' duygusu yaratır. Bu da genellikle bir kalp krizi geçiriyorum duygusudur. Ya da ‘deliriyorum, aklımı kaçırıyorum', ‘bir yanıma felç inecek' korkusu yaşar insan. Aslında panik atak en fazla yarım saat sürer. Hasta ölmeyeceğini, bu atağın en fazla yarım saat süreceğini bilse, problem büyük ölçüde çözümlenecektir. Ama bunu hemen hemen kimse düşünemez ve herkes aynı tuzağın içine düşer. Bedensel olarak başınızda bir dengesizlik, sanki kafanızın içi boşmuş gibi bir duygu, yalpalıyormuşsunuz gibi bir his, gözlerin kararması, ağzın kuruması, vücudun her tarafında olabilecek ağrılar, batmalar, saplanmalar yaşanır. Tansiyonda geçici yükselmeler, taşikardi, nefes alamama, hastanın nefes açlığı içine girmesi önemli bedensel belirtiler.’’
Günümüzde bu atağı ilk kez yaşayan birçok kişi önce acil servise gidiyor. İncelemelerde hiçbir şey çıkmayınca hasta evine dönüyor ancak ertesi gün herşey yine aynı şekilde tekrarlanıyor.
‘‘Tekrar tektikler, tekrar doktorlar...En sonunda bir doktor hastanın bir de bir psikiyatra görünmesini tavsiye edene kadar hasta bunu en kötü şekilde yaşıyor. Genelde hastalar bir psikiyatra gelip iyileşme fırsatı bulduğunda ise geç kalmış oluyor. Çünkü o kişi normal hayatını yaşayamıyor hale gelebiliyor, her an atak gelecek diye evinden dışarı çıkmıyor, alışverişe gitmiyor, kendini evinde izole ediyor. Okulunu bırakabiliyor, aile hayatı sona erebiliyor.’’
İYİLEŞMEYEN YOK
Oysa Prof. Dr. Olcay Yazıcı panik atağın en kolay tedavi edilen pskiyatrik hastalık olduğunu söylüyor. ‘‘Tedavi süresi en fazla üç ay sürüyor. Hasta ilk kez bir psikiyatrla görüşüp bunun ne olduğunu öğrendikten sonra rahatlıyor. İlk aşama hastalığı öğrenmek. İkinci aşama hastanın bu beklentiyi kendisinin yarattığını, onun anksiyetiyi davet ettiğini, o yüzden olayın sürdüğünü anlatarak, bu beklentiyi kafasından atmasını sağlamak. Psikoterapi ve ilaçla kombine bir tedavi, hastalığın bir daha ortaya çıkmaması için kesin çözüm.’’
KADERİNİZ DEĞİL
Bugüne kadar 500'ün üzerinde panik atak hastası tedavi eden Doç. Dr. Mansur Beyazyürek, son yıllarda bu hastalık oranında artış gözlemlediklerini anlatıyor. ‘‘Bunu hayat koşullarının ağırlaşmasına, fiziksel şartlara bağlı stresör faktörlerin artmasına bağlayabiliriz. Aslında panik atak kaderiniz değil. Doğru ve erken tedaviyle hastalığı ortadan kaldırmak mümkün. Tedavide korkuların üzerine gidiyoruz. Panik atakta öncelikle davranışçı ve kognitif terapi dediğimiz hastanın düşüncelerini yönlendirici, sistematize edici bilişssel tedavi uyguluyoruz. aynı zamanda anksiyolitik ve antidepresan preparatların kullanılmasında çok büyük fayda görüyoruz. ’’
Genellikle hastaların psikiyatrlara gelmeden önce dahiliyecilerin, özellikle de kalp doktorlarının kapısını çaldıklarını anlatıyor Beyazyürek. ‘‘Üzülerek söylüyorum ki, hastaya ‘senin bir şeyin yok' mesajı verilip sırtı sıvazlanıp gönderiliyor. Oysa hastaya ‘sende organik bir bozukluk yok, ama bu yaşadığın ruhsal bir sorun olabilir, bir psikiyatrın görmesi gerekebilir' diye bize yönlendirebilirler. Oysa çoğu zaman bu yapılmıyor ve panik atağın ilerlemesine yol açabiliyor.
Yirmi yıldır biliniyor
Panik bozukluk tabiri ilk kez 1960 yılında psikiyatri literatürüne girdi. 1980 yılında ise Amerika Psikiyatri Birliği tarafından hastalık olarak tanımlandı.
Her yüz kişiden dördünde görülüyor.
20-40 yaş grubu arası insanlarda daha sık rastlanıyor. 25 ve 35 yaş hastalığın en çok görüldüğü zamanlar.
Kadınların erkeklere oranla panik atağa yakalanma riski üç kat daha fazla.
Panik atak daha çok üniversite mezunu, entellektüel düzeyi yüksek olan insanlarda daha sık ortaya çıkıyor.
Panik atak, sağlık konusunda sürekli endişe ve takıntı geliştirmeye eğilimli olan insanlarda, küçükken sürekli hastalıklar geçiren insanlarda daha fazla rastlanıyor.
Stresli mesleklerde çalışan insanlarda da görülme riski fazla.
İyileşmek ve panik atağa bir daha yakalanmamak için kişinin öncelikle hastalığını tanıması, onunla başa çıkma yöntemini bilmesi ve bunu çalışmış olması gerekiyor.
Bu hastalık bir anksiyete bozukluğu olsa da araştırmalar hastalığın ortaya çıkmasında az da olsa genetik bağlantının da rol aldığını gösteriyor.