‘Bu yazı işi zor. Bildiğiniz gibi değil. Disiplin gerekiyor. Sabahtan başlamak gerekiyor. Yoksa, kati surette bitmiyor...’Diyor.Bunu söyleyen Alya’nın ‘Dada’sı Gülşen Hanım.Gülşen Hanım, bir Palm Rezidans No: 6 sakini.Aslında bir yazar ama kendini dadı sanıyor!*Dadı deyince aklınıza ne geliyor?Şöyle cüsseli, heybetli bir şey değil mi?Kodu mu oturtan...Dominant...Ih ıh.Bizim Gülşen Hanım, 42 kilo.Etkili bir rüzgarda uçar alimallah.İncecik, naif bir şey.Yani maddeten.Ruhen öyle değil.Ruhen ne istediğini bilen biri.Yolu belli, hedefleri belli.Ve disiplini.Hatta biraz fazla disiplinli.İkimiz bir güzel birbirimizi dengeliyoruz!*Bana zaten normal insan çatmaz ki...Bu Gülşen Hanım, hem kızıma, hem yazıya aşık.Günlük tutuyor.Zannetmeyin ki, baktığı bebeğin annesi gazeteci diye böyle bir işe kalkışıyor, alakası yok, Alya’dan önce de tuttuğu 20 günlük var. Ve büyüttüğü 20 çocuk. Ona emanet edilen bebek 1 yaşına geldiğinde, Dada, ‘Hadi bana eyvallah’ diyor, günlüğünü sahibine teslim ediyor, yeni maceralara doğru yelken açıyor.Eskiden Orhan Pamuk gibi, yazdıkları için defter kullanıyordu....Yani el yazısıyla...Yaz babam yaz...Şimdilerde, biraz da benim beynini yıkamamla, bilgisayara geçti:‘Sana lap-top’lu dadı olmak yakışır...’‘Nasıl olur, bu yaştan sonra bilgisayar-milgisayar öğrenemem ben!’‘Neden, ne varmış yaşında? Bal gibi öğrenirsin. Bill Gates ol demiyorum ki, daktilo gibi kullan bilgisayarı...’ diyorum.Soluklanıyorum...Ve golü atan cümleyi söylüyorum:‘Yazdığın günlükleri veriyorsun, geriye sana hiçbir şey kalmıyor, bilgisayara yazarsan, kökü sende kalır, günlüğü bir CD halinde verirsin...’‘İşin bu tarafını hiç düşünmemiştim. Haklısınız...’ diyor.Açıkçası, beni bu kadar ciddiye alacağını ummamıştım.Ama aldı.Bilgisayarı da...Şimdi alt katta ben, üst katta Gülşen Hanım, Palm Rezidans No: 6’da bütün gün çaka çuka yazı yetiştiriyoruz!Alya da şaşkın şaşkın bizi izliyor.Dada’sı her gittiği yere; plaja, denize, dağa, bayıra, ormana bilgisayarını götürüyor.Görenler ‘Vay be, amma karizmatik dadı!’ diyorlar.Peki sevgilim bu işe ne diyor?O, maalesef keçileri kaçırmak üzere...Eskiden Palm Rezidans No: 6 sakinleri arasında teknolojik konularda ona soru soran sadece bir kişi vardı:‘Aşkım, şu bilgisayara bir baksana. Aşkım, şu yazıyı gazeteye yollasana. Aşkım, lanet olası fotoğrafı geçemiyorum. Aşkım, yetiiiş yazı uçuyooor...’Şimdi... Aynı evdeki teknoloji özürlü kişi sayısı ikiye çıktı:‘Merhabalar efendim. Hayır, hayır Alya iyi, uyuyor. Sizi o yüzden rahatsız etmedim. Bilgisayar kilitlendi de, ‘Ctrl Alt’ yapıyorum aynı anda da ‘Delete’ tuşuna basıyorum, bir hareket yok, kaydedip etmediğimi bilmiyorum, açıp kaparsam yazı uçacak... Ne yapmamı tavsiye edersiniz?’‘Gülşen Hanım, eve gelince bakarım. Seninle uğraşamayacağım şimdi... Toplantıya giriyorum...’*Ama zannediyorsunuz ki, tek özelliği yazarlık...Fena halde yanılıyorsunuz...Esas beni yakalayan, kendisine hayran bıraktıran şey, çocuklarla ilişkisi... Şimdi burada yalan söylemenin, işi genelleştirmenin manası yok, benim çocuğumla kurduğu ilişki, müthiş hoşuma gidiyor.Onun o daracık göğsünde Alya’nın güven içinde gülücükler atması, içimin yağlarını eritiyor.Onunla sürekli konuşması, ona karga sesiyle şarkılar okuması (kulak denen şey yok ama ısrarla okuyor işte, Alya da ona bakıp gülüyor işte) beni çok mutlu ediyor.Alya’ya ‘Büyüyünce tabureye çıkıp bana kahve pişireceksin tamam mı?’ ‘Hadi gel kulaklarının arkasına kiraz takalım’ ya da ‘Bakalım, babanın terliklerini ne zaman vereceksin’ gibi şeyler söylemesi, -ki bizim evde terlik merlik giyilmez- içimi ısıtıyor.Gülşen Hanım, bana eski değerleri hatırlatıyor.Bana aile olduğumuzu hatırlatıyor...*Biraz sert ve köşeli görünüyor...Ama alakası yok aslında...Her tür yenilik karşısında esnek bir yapısı var...Düşük belli pantolonlara ve parmak arası terliklere bile sıcak bakıyor...Daha ne olsun!Çaktırmıyor ama meraklı.İnsanda en sevdiğim özellik.Beraber habere gitmek istiyor, röportaj önerilerinde bulunuyor, sorular hazırlamaya çalışıyor, günlüğünü okutuyor, canlı kanlı bir metne dönüştürmek için fikrimi alıyor...İyi ve uyumlu yani.Ama benden çekecekleri daha bitmedi!Şimdi de yüzmeyi öğrenmesi gerektiğine takmış durumdayım...‘Delirdiniz galiba, ben duşta biriken sudan rahatsız olan biriyim, havuza filan giremem’ diyor.Ama belli mi olur, belki öğrenir...Her şey bir tarafa Gülşen Hanım, kızım Alya için ölüp bitiyor.Bazen anne-baba-çocuk günü yapıyoruz, ‘Sen evde kafana göre takıl’ diyoruz, ‘Peki’ diyor ama yüzü düşüyor. Ve sonra biz eve geldiğimizde, ‘Alyammm, papatyammm, nerelerdeydin? Bu ev sensiz hiç çekilmiyor!’ diyor. Alya’ya kıymık batsa, canı çekilmiş gibi oluyor. Neredeyse, onu bizden bile koruyacak. Onun hakkında anlatılan efsanelerden biri şu: Daha önce baktığı çocuklardan biri kucağında, merdivenden inerken, bir anda dengesini kaybediyor... Sendeleyince... Çocuğa bir şey olmasın diye öyle bir usturuplu düşüyor ki, iki ayağını birden kırıyor...Böyle bir kadın işte...İnsan, çocuğunu ona emanet edince gözü arkada kalmıyor.*Ama...Aynı zamanda bir ‘baş belası.’Çok zor bir insan.Alya’yla ilişkisi açısından şahane, hayatımızı kolaylaştırıyor.Bana gelince, tam tersine, bazen Dubai’deki hayatımı daha da zorlaştırıyor.Bir kere yeryüzünde gördüğüm en titiz insan.O, bir toz düşmanı!Burası da gelişmiş-melişmiş ama altyapısı bildiğiniz çöl, her yerden kumlar fışkırıyor.Haliyle, temizlik ve düzen hastası
Başak burcu Gülşen Hanım, bu durumdan nefret ediyor.Hani Armağan Çağlayan mutfak lavabosunda elini yıkayanlara gıcık olurmuş ya, Gülşen Hanım ondan çok daha fena.Felaket takıntıları var.Tepeden gelen suya karşı mesela, duşu eline alacak.Duş bile kontrolünde olacak!Oğluş, kati suretle odasına girmeyecek, toza olduğu kadar tüye de alerjisi var.Köpeklerden hazzetmiyor.Çalıştığı bir yerden kendi banyosunda köpek yıkandı diye ayrılmış.Kediler?Fazla yüz göz olmaktan hoşlanmıyor, durumu idare etmekle yetiniyor.Zaten Oğluş için de, ‘Bu kedi değil. Başka bir şey!’ diyor.Ve Gülşen Hanım, öyle önüne konan her şeyi hapur hupur yiyenlerden değil...Kentucky Fried Chicken ya da McDonald’s yedir bakalım...Hayatta ağzına sürmez...Bir kere haberden dönüyorduk, çaresizdik, ‘Ye canım bir şey olmaz’ dedim.Allah Allah...Demez olaydım...Ertesi gün yataklara düştü.Midesi bebeklerinki gibi.Pek hassas.Dolayısıyla, kendine
yemek pişirmesi gerekiyor.Buna en çok kim seviniyor?Ben tabii ki!Şahane çorbalar ve sebze yemekleri yapıyor, bize acıdığı için biraz daha fazla yapıyor, sevgilim ve ben de onun şahane yemeklerinden otlanıyoruz. Ama yemek yaptığını, hem de çok yaptığını hiçbir yerde zikretmemizi istemiyor. Çünkü millet, bebeğe baksın diye onu işe alıp, ütü de, yemek de yaptırmaya kalkıyormuş...Sorunu şu:Üzerine aldığı her işi, dikkatinizi çekerim iyi değil, çok iyi yapmak gibi bir özelliği var. Ben mesela son 20 yıldır onun kadar iyi ütü yapan birine rastlamadım. Yanlış anlamayın, bizimkilere dokunmuyor, varsa yoksa Alya... Alya’nın giysileri, örtülerini, hatta el bezlerini öyle bir ütülüyor ki...Oha filan oluyorsun!Ona öyle bir bavul yapıyor ki...Yok artık deve diyorsun!Her şey jilet...Buna karşılık, ‘Şu ceketimi Alya’nın bavuluna koysana, benimkine sığmadı’ diyorsun, ‘Kusura bakmayın, yerimiz yok!’ diyor.Böyle de hain.*Palm Rezidans No: 6’nın sakinlerinden biri de İnoka...Ve o Sri Lankalı...Evin temizliğinden sorumlu...Ne var ki o Gülşen Hanım kadar titiz değil.Gerçi onun da başka özellikleri var.Mesela pratik bir kadın. Belki öyle jilet gibi bir bavul hazırlayamaz ama cep telefonunun şarjını bavula koymayı asla ama asla unutmaz. Evde boşalmış cep telefonunu da şarja koymayı ihmal etmez. Gördüğünüz gibi hayatta ne kadar insan varsa, o kadar farklı tarz ve titizlik biçimi var. Kedin hastalanır, hastaneye yetiştirir. İnoka’yla en komik öykümüz nikah günümüz.... Evlenmek için konsolosluğa giderken en önemli ayrıntıyı, yüzükleri evde unutmuşuz, İnoka durumu fark etti ve koştura koştura getirdi, kadın cin gibi...*Ama ne yazık ki, iki kadının kişiliği birbirine hiç benzemiyor.O yüzden sık sık çekişiyorlar.Bazen öyle oluyor ki, kendimi televizyonun karşısında bir sit com sahnesi izliyormuş gibi hissediyorum.İnoka mutfak bezlerini salonda mı kullanıyor, Gülşen Hanım panik içinde, ‘Yok hayır olmaaaaz! Dinimizde böyle şey yok İnoka!’ diyor.İnoka da fırlama tabii, cevabı yapıştırıyor:‘İyi ama ben Budistim!’Tabii İnoka’nın da Gülşan Hanım’ı delirtecek özellikleri var, ‘Kapılar silinecek!’ dendiğinde yüzüme bakıp, ‘Neden?’ diye sorabiliyor.Gülşen Hanım’ın kitabında böyle şeyler yok, ona göre İnoka’nın cam silişinde de iş yok. Şimdi bir de İnoka, Türkçe öğreniyor.Hatta çat pat konuşabiliyor.Gülşen Hanım’a göre ‘O zaten her şeyi biliyor... Bilmediği 5 vakit namaz!’İnanır mısınız, bu deyimin ne anlama geldiğini bile biliyor.En son bana bahçedeki kaktüsü gösterip ‘Kaynana dili’ dedi.Küçük dilimi yutuyordum.*Tahmin edeceğiniz üzere Palm Rezidans No: 6’da...Sevgilimin gömlek yakaları, kazara mutfak lavabosunda çitilendiğinde...Kedinin kaşığı yanlış yerde temizlendiğinde...Yer ve cam temizlik bezleri karıştığında...Yer silme suyu değiştirilmediğinde...Kıyamet kopuyor!Gülşen Hanım ve İnoka arasında bir ast üst ilişkisi olmadığı için de, benden başka durumu idare edecek kimse kalmıyor.İşte tam bu noktada bunalıyorum.Ve sevgilimin telefonunu çeviriyorum:‘İnsan yönetmek ne kadar zormuş. Senin işin daha da zor olmalı...’Ve hayatımın en önemli derslerinden birini alıyorum:‘Aslına bakarsan sorunların özü aynı... Şekiller farklı... İnsan idare etmek dünyanın her yerinde zor...’HAMİŞ: Bu yazıya noktayı koyduktan sonra Türk Hava Yolları’nı aradım. Biletimi ayarladım. Türkiye’ye geliyorum. Gördüğünüz gibi durum vahim, ev halkını da anlattıktan sonra yazacak bir şey kalmadı. Alelacele Türkiye’ye gelip malzeme toplamaya çalışacağım. Tabii ki Alya ve Gülşen Hanım’la... Pardon bir de süt pompamla..!
button