Oynayamamak beni çok üzüyor

Güncelleme Tarihi:

Oynayamamak beni çok üzüyor
Oluşturulma Tarihi: Şubat 06, 2011 00:00

Lemi Bilgin, toplamında 10 yıla yakın Devlet Tiyatroları Genel Müdürü. “Evet efendim”ci bir bürokrat olmadığı için iki kez görevden alınıp mahkeme kararıyla dönen bir tiyatro insanı. Onu bir bürokrat olarak görmek yanlış olur. O, genel sanat yönetmeni ‘Hürrem’ dizisi, Cihan Ünal ile Hande Ataizi’nin ‘Özel Hayatlar’ adlı tiyatro oyunu bu denli tartışılırken üstada başvurmak elzem olmuştu

Haberin Devamı

Babam memurluktan ayrılıp gazete çıkarıyor. Sonra siyasete atılıyor. Milletvekili seçilince Erzurum’dan Ankara’ya geldik. Dört kardeş annemin elini tutup tiyatroya gittik. Küçük Tiyatro’da, ‘Yoklar Dağındaki Nar’ adlı oyunu izledik. O güne kadar hiç tiyatro görmemiştik. O tanışmayla kalmadı; Ankara’da ne kadar oyun varsa hemen hepsine gittik. Lisede ‘Hamlet’i okuyunca da, “Bunu oynamam için tiyatrocu olmam lazım” dedim. Abim Nazmi gazeteciliğe ilgi duydu. Babam hukukçu olmamı istiyordu. İstanbul Hukuk’a girdim. Sonra bir sabah kimseye söylemeden konservatuvar sınavına girdim. Büyükada’da bir yemek masasındaydık. Babam, “Oğlum hukuk fakültesinde okuyor” diye tanıştırdı masadakilerle. Herkes “Ne güzel” falan derken fırsat bu fırsat diye düşündüm. “Baba, bir de konservatuvarı kazandım” dedim. Masadan biri hararetle kalktı, geldi sarıldı, “Tebrik ederim. Ne kadar muhteşem” dedi. Ünlü ‘Fahriye Abla’ şiirini yazan Ahmet Muhip Dranas’mış. Masadaki diğer edebiyatçılar da tezahüratta bulununca babam bir şey demedi. O olay, daha okula başlamadan konservatuvara büyük bir aşkla bağlanmamı sağladı. Hukuk bölümüne üç yıl kadar devam ettim. Konservatuvar ağırlaşınca bıraktım. Af çıkıyor bugünlerde. Niyetim var, belki bitiririm.
İdarecilik aslında mesleğin en kötü tarafı. Ben oyuncuyum. Şimdi oynayamıyor olmak beni çok üzüyor. Devlet Tiyatrosu’nda idarecilik yapmanın birinci şartı mesleki otoritedir. Genel Sanat Yönetmeni olarak gidersiniz bir oyunun provasına “Bir dakika, bu kötü olmuş. Sen bunu böyle yap” dersiniz. Mesleki otorite gerekir ki sizi dinlesinler. İlk 1998’de genel müdür oldum. Altı bakanla çalıştım bugüne kadar. Tanışana, yapıyı anlayana kadar başlarda bir anlaşma dönemimiz geçiyor. Devlet Tiyatroları kendi yasası olan ve işin gereği olarak içişlerinde bağımsız bir kurum. Bakana “Hayır efendim bunu yapamayız” dediğiniz zaman aykırı düşüyorsunuz. Sanat ile siyasetin anlaşması kolay olmuyor. Sanat emir ya da istekler doğrultusunda yapılan bir şey değil. İsmimizin başında da devlet olunca, hükümet ile devlet karışıyor. Biz devlet tiyatrosuyuz.

Haberin Devamı


GÖREVDEN ALINMA
Türkiye’de teftiş terörü yaşanıyor

Haberin Devamı

Altı bakanla çalıştım bugüne kadar. Tanışana, yapıyı anlayana kadar başlarda bir anlaşma dönemimiz geçiyor. O zaman bakan, alışılmışın dışında bir istekte bulunmuştu. “Olamaz” dedik. Bazen Türkiye’de teftiş terörü yaşanıyor. Müfettiş, görevden alınmanız isteniyorsa ona göre teftiş yapıyor. Daha ben görmeden raporlar bazı gazetelerde haber oldu. Görevden alınınca bütün sanat camiası bu mücadeleye sahip çıktı. DT’de üst düzey yöneticilerin tamamı istifa etti. Bu alışıldık bir durum değildi. Mahkeme kararıyla göreve iade edilince yetkim içindeki bütün yöneticileri geri getirdim. Sanat kurumlarının kültürel ve sanatsal birikime sahip olan bakanlarla çalışması bir şans. Ertuğrul Günay ile üç yıldır çok iyi çalışıyoruz.

Haberin Devamı

İLK OYUNUM
Broşür kimliğim oldu

İlk profesyonel oyunumu, ilk kez oyun seyrettiğim Küçük Tiyatro’da oynadım. ‘O Güzelim Kaymaklı Dondurma Rengi Elbise’ adlı oyun. Kenan Işık, Mazhar Alanson, Mehmet Atay ve Ali İpin ile birlikte ilk provanın heyecanı. Biz oyunu çalışırken 12 Eylül oldu, iki-üç gün evde kaldık, sonra devam ettik tabii. 1 Ekim’de prömiyerimizi yaptık. Oyundan sonra yürüye yürüye Kızılay’a gittim. Bindim bir otobüse. Beşevler’de çevirme oldu. Kimlik! Kimlik yok. Anlatmaya çalıştım. Anlatmanın imkânı yok indirdiler aşağı. Otobüsteki orta yaşlı bir çift, “Bir dakika” dedi. “Biz beyefendiyi biraz önce seyrettik, kendisi oyuncu. İşte elimizde de oyunun broşürü var.” Astsubaydı herhalde. Bir bana baktı, bir de broşürdeki resme. Evet doğru! “Aman” dediler, “Bir daha unutma”, bıraktılar. Tiyatro broşürü kimlik yerine geçti. İlk geceden böyle bir anım var işte.

Haberin Devamı

TELEVİZYON
Belki de şöhret olmaktan korktum

Uzun yıllar televizyonda seslendirme yaptım. Tiyatro ve hocalık daha ağır bastı, diziye pek vaktim olmadı diyelim. Teklifler geldi. Son zamanlarda da geliyor. Belki şöhret olmaktan da korktum. Asıl beslendiğimiz yer tiyatro bizim. Dizilerdekilerin çoğu bizim oyuncular. Asli görevlerini aksatmamaları kaydıyla izin veriyoruz. Tabii iyi oyuncular ile yapılan diziler daha iyi oluyor. Eskiden perde açıldığında şunun sesi bunun sesi diye bir fısıltı olurdu salonda, şimdilerde ise şu dizideki oyuncu bu dizideki oyuncu diye fısıldaşıyor seyirci ama hepsi üç dakika. Sonra sahnede iyiyseniz varsınız, sadece şöhret yetmiyor. Tiyatro izleyicisi sanıldığı gibi öyle meşhur görmeye gelen seyirci değildir. Oyuncular, burada bir yılda kazandığını orada bir ayda kazanıyor. Biz de haksızlık ediyoruz. Oyun oynayan, oynamayan, az oynayan, çok oynayan, başrol oynayan aynı maaşı alıyor. Böyle bir eşitlik, aslında eşitsizliktir. DT’de yapısal değişiklik yapmak istiyorum ama yasa değişikliği yapmak kolay değil.

Haberin Devamı

ATATÜRK
İlk yakın plan rolünü ben oynadım

Kuzenim Eşber Yağmurdereli’nin, hapisteyken dört sayfalık bir öyküsü vardı. Okuyunca, “Bundan çok güzel oyun olur” dedim. Hatta dedim ki, “Kör olmak senin için büyük avantaj. Seni dünyanın en güzel yerine de götürsem körsün, hücrede de olsan körsün” dedim. O da bana bu öyküyü anlattı: “Bir gün gardiyan geldi duvara kepçenin tersiyle vurdu. ‘Ne oluyor’ dedim, ‘Akrep’ dedi gitti. Sonra ben bir çıtırtı duysam, akrep var diye endişeleniyordum. Battaniye yüzüme değse, akrep mi var, yere basacağım, akrep mi var?” Oyunun ilk sahnesi bu oldu. Ondan sonra da Rutkay Aziz’in rejisiyle Altan Erkekli ile AST’ta oynadık. Eleştirmenler Birliği’nin en iyi oyuncu ödülünü aldım. ‘Akrep’ en sevdiğim oyunlardan biri. ‘Budala’yı da, ‘Kim Korkar Hain Kurttan’ı da çok severek oynadım. İlk yakın plan Atatürk oynayan aktör benim. Atatürk rolü söz konusu olunca hep akla geldim. Elbette bundan onur duyuyorum.


ÖZEL HAYATLAR
Sahnede çıplaklık estetikse güzeldir

Cihan Ünal ile Hande Ataizi’nin oynadığı oyunun, gazetelerde yer alan sevişme sahnesi bütün bir oyunun sadece bir anıdır. Öyle bir hale geldi ki, hep işin magazin tarafı ön plana çıkıyor. Kötü olan şu, bu tür sahneler ön plana çıkarılınca, bazı tiyatrolar da bunu kullanarak gişe yapmaya çalışıyor. Yoksa her oyunda açık sahne de olabilir, çıplaklık da. Eğer estetik içindeyse güzeldir. Basın da bu konulara hep magazin tarafından bakıyor. Türkiye’de tiyatronun seyirci sorunu yok. Canlı, diz dize, nefes nefese yapılan bir sanat olduğu için insana, hele de bizim insanımıza çok yakın geliyor. Yeter ki iyi tiyatro yapılsın. İyi oyunu, dağın başında da oynasanız kapalı gişe oynuyor. Son yıllarda tiyatroya yoğun bir ilgi var. Tiyatro sayıları artıyor. DT olarak biz yıllardır Türkiye’nin her yerine turneye gidiyoruz. İnatla düğün salonlarında, köy meydanlarında, sinemalarda oynadık. Son zamanlarda hemen her yerde bir tiyatro sahnesi, bir kültür merkezi yapılmasında, yapmış olduğumuz turnelerin de büyük katkısı var.

KÜRTÇE
Açılıma denk geldiği için ilgi çekti

Oyunlarımızda yeri geldikçe Kürtçe bir diyaloğu, Kürtçe bir ezgiyi kullanıyorduk. Kürtçe oyuna sahnemizi açmamız, Kürt açılımı zamanına denk geldiği için çok fazla ilgi çekti. Güzel de oynadılar. Bizim işimiz Türkçe oynamak. İstesek de, başka dilde oynayamayız biz. O başka bir eğitim işi; Türkçesi düzgün olanlara bile beş yıl diksiyon dersi veriyoruz... Uluslararası festivallerimizi de düşünürsek, zaten bütün dillerde oyunlar sahnelerimizde oynanıyor. Karadeniz’de 12 yıldır uluslararası tiyatro festivali yapıyoruz. Azerbaycan ve Ermenistan’ı da çağırdık. Önce biraz gergin duruyorlardı, sonra düzeldi. Sanat zaten insanların iyi ve güzel olanı tanıması, kötü ve çirkin olanı da kendisinden uzaklaştırması için var.


HÜRREM
Gayriresmisini  sahneliyoruz

‘Hürrem’ dizisiyle ilgili tartışmalar bir noktada hoşuma gidiyor. Bu kadar gündeme gelmesi iyi. Ama sonuçta bu bir oyun, bir dizi. Bunu gerçekleri ortaya çıkaran bir belgesel gibi almamak lazım. Bunu bir mesele haline getirmeyi doğru bulmuyorum. Kişisel olarak beğenip beğenmemek ayrı. Bir aşk hikâyesi üzerinden anlatmaları da doğal, sonuçta seyircinin ilgisini çekecek bir nokta bulmaları lazım. ‘Gayri Resmi Hürrem’ Van Devlet Tiyatrosu’nda dört yıldır oynuyor. O oyunda öyle harem sahneleri yok ama harem olgusu var tabii. Ankara’da da ‘Genç Osman’ oynuyoruz. Hemen her yıl repertuvarımızda tarihi
bir oyun bulunur. Seyirci tarihi oyunlara her zaman büyük ilgi duyar.

EŞİM
Balerindi ayaklarını yıllarca bana göstermedi

Eşim Ilgın ile konservatuvarda tanıştım. Bale bölümünün primasıydı. Ünlü bir Rus hocası vardı. “Gel seninle Bolşoy’da, solist dansçı olarak sözleşme yapalım” dedi. Nişanlıydık, gitmedi. Ben çok şanslıyım. 30 yıldır evliyiz, evin bütün yükünü, hep eşim üzerine almıştır. Hiç ev anahtarı taşımam. Anlamsız bir şey belki ama hep kapıyı çaldığımda, eşimin kapıyı açmasını isterim. Başka biri bana zor tahammül ederdi belki de. Bale yaptığı süre içerisinde ayaklarını göremedim, gizlerdi, göstermez. Baleyi bıraktıktan sonra görebildim ancak. Bale dünyanın en estetik sanatı ama çok ağır bir sanat. Ayaklar mahvoluyor. Ne bileyim tırnaklarını sökerler, ayakları hep yara bere içindedir. O ayakkabılardan kan içinde çıkar ayakları...

 

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!