OluÅŸturulma Tarihi: Ocak 19, 2003 00:00
Tamer Karadağlı, Çocuklar Duymasın'dan önceki Amerikalı Tamer'i anlattı. "İlkokula Amerika'da başladım. Geri döndük, beni Ankara Koleji'ne yazdırdılar."İnanır mısınız, ben de aynen sizin gibi hep aynı hataya düşüyorum. Tamer Karadağlı mı? Oooo, ben onu çok iyi tanıyorum diyorum. Sonra bir an düşünüyorum. Nereden tanıyorum? Bir diziden gördüğüm adam. Evlenmeden önce birisiyle bilmem ne yaptığını okuduğum adam. Deniz Akkaya'yla yataklıyla Ankara'ya gidip gitmediği tartışmalı ünlü... Mü? Bu mudur Tamer Karadağlı? Günün moda deyimiyle ‘‘Budur!’’ derseniz, siz de benim gibi yanılırsınız. Çünkü Tamer Karadağlı bu değil. Onun şimdiye kadar kimsenin merak etmediği bir öncesi var. Mesela bir ‘‘Amerikalı Tamer’’ var ki, ağzım açık kaldı. İşte bu röportajda onu okuyacaksınız. Ağırlıklı olarak Çocuklar Duymasın'dan önceki Tamer Karadağlı'nın macerasını bulacaksınız... HAMİŞ: Bugün Amerikalı Tamer'i tanıdık, yerimiz o kadarına yetti. Taş fırın Türk Tamer yarına kaldı. Buluşmak üzere...Bizim tanıdığımız Tamer Karadağlı'nın ne kadarı sizsiniz?- Siz beni tanımıyorsunuz ki...Tanıyalım o zaman. Bizim değil de, sizin tanıdığınız Tamer Karadağlı'nın macerası nasıl başladı?- Bir divan röportajı mı bu? Uzanayım o zaman! 1967'de Ankara'da doğdum. Genç bir anne-baba. Ben doğduğumda ikisi de 21 yaşında. Çok yaş farkı yok aramızda. Anne figürü önemli. Fevkalade önemli. Kendimi bildim bileli annemle aram iyi. Beğenirim yani annemi. Maceracı ve cesur bir kadındır...Ne kadar cesur ve maceracı?- ‘‘Hadi Amerika'ya gidelim. Orada çalışalım, yaşayalım’’ diyecek, kocasını ve küçük oğlunu kolundan kapıp gidecek kadar. ‘‘Deli miyiz? Ne Amerikası! Ne işimiz var? Bütün düzenimizi neden bozalım?’’ diyen biri hiç olmadı. Hayata ve yeniliğe her zaman açıktı. Çok severim öyle insanları. Rodeo kupaları yapan bir fabrikanın bir bölümünden sorumlu oldu. Ve... ve... ver elini New York...Yaş kaç?- Henüz ilkokula bile gitmiyorum. Kızkardeşim Özgecan da doğmamış, onunla aramızda 10 yaş var. Tek tabancayım yani. Özgecan'ın şimdi Madam Suzatka gibi bir müzik öğretmeni ve minik öğrencileri olduğunu söyleyebilir miyim? Pardon ben araya girmeyeyim, sizin soru düzeninizin içine etmeyeyim!TÜRKÇE KONUŞAMIYORDUMÇocukluk deyince aklınıza ne geliyor?- Amerika tabii. Sadece çocukluğumu değil, hayatımı da belirledi. Bilinçlenmeye başladığımda oradaydım. Kendi hatırladığım, demek istiyorum ki mutlu hatırladığım yer orası. Türkiye ise, benim için sonradan gelinen yer. Üstelik bana sorulmadan. İlkokula Amerika'da başladım. Oyunlarla, boyalarla yaratıcı, eğlenceli bir eğitim alırken, okul, isteyerek gittiğim bir ilim irfan yuvasıyken... Küt Ankara. Geri döndük. Beni Ankara Koleji'ne yazdırdılar. Sarı saçlarım kesildi, üzerime bir forma giydirildi ve gri bir binaya tıkıldım...Siz hep başarılı bir insan mıydınız?- Dalga mı geçiyorsunuz? Travmatik şeyler yaşadım. En tembel teneke hep bendim. Ankara Koleji'nden hep nefret ettim. Tuhaf tabii, şimdi şeref öğrencisi seçiliyorum. Ama o yılları ‘‘Ben Amerika'ya geri döneceğim, oraya aidim’’ diye yaşadım. O anlamda hiçbir zaman başarılı olamadım. Sorunlu, problemli çocuk. Aaaa Amerikalı Tamer! Doğru dürüst Türkçe konuşamaz. Misak-ı Milli nedir bilmez. Ona bağıran hocalara tuhaf tuhaf bakar, birileri ‘‘Maybe demiyeceksin evladım! Perhaps diyeceksin’’ diye zorlar. O ise defterlere resimler çizer, pencereden dışarıyı izler...3 KERE SINIFTA KALDIMVe sınıfta kalır...- Offf. Hem de nasıl güzel kalırdım. İyi taşırdım ben sınıfta kalmayı. Omuzumda sırmalı apoletler gibi. Yanlış hatırlamıyorsam, üç kere filan sınıfta kaldım. Havası başkaydı. İnek miyiz ders çalışıcağız? Bana 8 ay çalışıp iki ay tatil yapmak saçma geliyordu, onun yerine 2 ay çalışıp 8 ay kebap yapıyordum. Çocukken de kafam çalışırmış yani! Asıl mesele, ben fena halde sıkılıyordum. Eğitim sisteminden, ezberden, salaklıklardan, yaratıcılık yoksunluğundan... Sürekli okulu kırıyordum. Sonra annem raporlar peşinde koşturuyordu. Ama okulu asıp kahveye filan gitmiyordum...Peki ne yapıyordunuz?- Akün Sineması'na aboneydim. Hababam
film izlerdim. Hiç unutmam ortaokuldayken Grease gelmiÅŸti. Vayyy. O sabah okula gitmedim tabii. GiÅŸenin önünde bekliyorum. Bilet satan çok ÅŸeker bir hanımefendi vardı, resmen büyümeme ÅŸahit oldu, ‘‘Gene mi geldin sen?’’ yapardı. Neyse günaydınlaÅŸtık, daha saat sabah 10. Ben paramı verdim ve 12:00, 14:30, 16:45, o üç seansa da yer aldım. Benden mutlusu yok. Grease filmine bilet alan ilk kiÅŸi de benim ya, acayip gururluyum. AÄŸzım kulaklarımda film izliyorum. TeÅŸrifatçılar filan da tanıyor artık beni, hiç yerimden kalkmıyorum, seans bitiyor, insanlar gidiyor, yenileri geliyor, ben ikinci kez, üçüncü kez aynı filmi seyrediyorum. Hiç sıkılmadan. Sahne sahne bakıyorum, diyalogları ezbere biliyorum...Duruma kim el koydu?- Kim olabilir? Annem. O dönemler epey üzdüm onu. Çok çekti benden. AÅŸağıdan ‘‘Anneeee’’ diye bağırırdım, balkona çıkardı, etrafta insanlar da var ya, onlar da duysunlar, tanık olsunlar diye ‘‘Ben o-oku-ma-ya-ca-ğım!’’ diye bağırırdım, o da ‘‘O-ku-ya-cak-sıııııın!’’ derdi. Sonunda çareyi beni yeniden Amerika'ya götürmekte buldu. Lise 1'i Amerika'da okudum. Ve okuldan eve teÅŸekkür yazıları gelmeye baÅŸladı. MeÄŸer farkında olmadan kolejde bir sürü ÅŸey öğrenmiÅŸim, haydaaa, Shakespeare filan biliyorum ya, Amerika'da bana dahi muamelesi yapılıyor. Annem tabii şüphelendi benden, oÄŸlunun ne mal olduÄŸunu biliyor ya, ‘‘Sen mi gönderiyorsun bana bu teÅŸekkür mektuplarını?’’ dedi. Oysa gerçekten günahsızdım! 18 yaşındayken geri döndük. Tekrar Ankara Koleji'ne girmedim...ARZU BÄ°R PRENSESE onlar da sizi baÅŸ belası olduÄŸunuz için almamışlardır...- Tabii tabii. Zar zor Çankaya Lisesi'ni bitirdim. Bütün arkadaÅŸlarım üniversite hazırlığı içinde, dersane-mersane. Ben ölürüm daha iyi. Kim bana fizik problemleri çözdürebilir ki? Ne iÅŸletme okumak istiyorum, çok modaydı o zamanlar, ne mühendislik. Ne yapmak istediÄŸimi de bilmiyorum. Ama ben hiçbir zaman it kopuk olmadım, onu da söyleyeyim, bir Tunalı Hilmi genciydim. HoÅŸ da bir heriftim. Kızlar, mızlar. Hep iyiydi onlarla aram. Ne var ki, geleceÄŸe dair hiçbir fikrim yok. Her meslek bana uzak geliyor, iyi de yakın olan ne?Oyunculuk...- Yeeees. Ama tiyatro hiç ilgimi çekmiyor. O güne kadar gittiÄŸim tiyatro sayısı 6'yı geçmez. Her ne kadar canlı da olsa, bir süre sonra sıkılmaya, spotlara bakmaya baÅŸlıyorum. Ama sinema öyle mi? Dediler ki, ‘‘Oyuncu olmak istiyorsan, önce tiyatro okuyacaksın.’’ ‘‘İyi, okuyalım bakalım.’’ Konservatura almadılar, Bilkent'e girdim. Shakespeare'in Kuru Gürültüsü'nü hazırlamıştım. Ä°ngilizce olarak. Ama Türkçe'sini de hazırlamıştım, çünkü biliyorum Cüneyt Gökçer soracak...Nedir bu? Gıcıklık mı? Ä°nsanları ÅŸaşırtmak mı?- Yoo. Orjinal dilinde de onayabileceÄŸimi göstermek istedim. Zaten kafamdaki sinemaydı, mümkün olsa Rambo'dan bir parça oynacaktım ama ayıp olurdu! Bir de 4. Murat attırdım. Ve kazandım. 4 sene boyunca da burslu okudum. 6 kiÅŸi girdik, 3 kiÅŸi mezun olduk. ‘‘Kapı gibi diplomam var, artık çekip giderim buralardan’’ diyordum. O zamanlar da bir kız arkadaşım var, güya birlikte Amerika'ya gideceÄŸiz, o benden bir sınıf altta, okulu bitirmesini bekliyorum. O arada para da kazanıyorum, üniversite 1'den beri seslendirme yapıyorum ve o bekleme esnasında Ferhunde Hanımlar dizisi baÅŸladı. Zaten o kız arkadaşım da ben Amerika hayalleri kurarken ÅŸahane bir fikirle ortaya çıktı: ‘‘Diyarbakır'a gidelim.’’ Ne?! Diyarbakır mı? Ben almayayım. O gitti, ben kaldım, haliyle ayrıldık. MeÄŸer biz ayrı dünyaların insanıymışız... Arada uzun süren baÅŸka bir aÅŸk yaÅŸadım. Sonra da seslendirmenin prensesi Arzu'ya birlikte olmaya baÅŸladım. Åžimdiki eÅŸim...Seslendirmenin prensesi ne demek?- Öyleydi. BeÅŸ yaşından beri seslendirme yapıyor. Ä°ÅŸini çok iyi yapan biriydi. Hala öyledir. Özeldi. Ve bir prensesti. Benimle ilgilenmeyen, hiç yüz veremeyen. Ee bizde var bir hırtlık. Bu kız bana nasıl yüz vermez, nasıl olur da benimle ilgilenmez? Arzu ve Ferhunde Hanımlar yüzünden Ankara'da kaldım. Hayatımdan memnundum. Ve günün birinde birlikte Ä°stanbul'a gelmeye karar verdik...Bir Ankaralı olarak Ä°stanbul'da yaÅŸamak nasıl bir ÅŸey? Temassızlık oldu mu?- Olmaz mı? Temassızlığın ötesi hatta. Resmen dibe vurdum. Ankara samimidir, insanlar daha bir komün yaÅŸar, birbirine arka çıkar. Ä°stanbul'da bir baktım, her ÅŸey mübah. Herkes birbirini bıçaklıyor...2 YIL SÃœRÃœNDÃœMSiz de nasibiniz aldınız. Kıçınıza tekme yediniz...- Hem nasıl. Buradaki reklam seslendirme piyasasına girmeye çalıştım. Mümkün deÄŸil. Garip bir tekel var. Yıllarca film seslendirmesiyle uÄŸraÅŸmışım, Robert de Niro'nun, Marlon Brando'nun gençliÄŸini seslendirmiÅŸim, Kevin Kostner, Mel Gibson, George Cloony, biliyorum yani bu iÅŸi. Macbeth, Jul Sezar filan konuÅŸuyorum, ‘‘Yok, reklam dublajı farklı’’ diyorlar. Neresi farklı? ‘‘Timothy bitki özlü ÅŸampuan. DoÄŸanın gücü saçlara hayat verir’’ diyemeyeceÄŸim öyle mi? Yapma ya. Ama BoÄŸaz köprüsünden geçecek param bile olmadığı zamanlarda, taviz vermiyordum. 6 ayda bir iÅŸ yapıyordum ama fiyat kırmıyorum. Kıçıma bu anlamda çok tekme yedim yani. Ä°ki sene böyle gitti....Sizce gerçek sorun neydi? Neden geç keÅŸfedildiniz?- Bilmiyorum ki. Sorun bende diye düşünmeye baÅŸlamıştım ki, Çocuklar Duymasın'dan teklif geldi. Sürekli bana ‘‘Çok iyi ama... Nasıl söylenir mimikleri, tarzı, oyunculuÄŸu fazla Amerikalı’’ deniyordu. Bana rol verdiniz de, taÅŸ fırın erkeÄŸini Amerikalı gibi mi oynadım? Neyse benim hikayem bu. DoÄŸru zaman, doÄŸru yeri beklemem icap etti. Hiçbir ÅŸey kolay olmadı yani. Ama ÅŸimdi Türk erkeÄŸini sembolize eden Haluk'u oynamak özellikle hoÅŸuma gidiyor. Hani ben Amerikalı Tamer'im ya...AYHAN IÅžIK DOKTOR JÄ°VAGO'DA OYNAYABÄ°LÄ°R MÄ°YDÄ°?Sizin kadar iyi Ä°ngilizce bilen kaç oyuncu vardır?- Çok fazla yok. En azından benim jenerasyonumda yok. Haluk Bilginer var. KeÅŸke Ä°ngilizce bilen oyuncumuz daha çok olsa da, dünya sinemasına açılabilsek...O Ayhan Işık hikayesi nedir?- Valla, bu bana anlatıldı, ne kadar doÄŸru bilmiyorum. Ayhan Işık, Türkiye'nin Clark Gable'ı olarak Hollywood'a gidiyor, gerçekten ilgileniyorlar onunla orada. Bir film için anlaÅŸmak istiyorlar. Her ÅŸey tamam, sorun yok, ‘‘Ama biliyorsunuz film Ä°ngilizce çekilecek’’ deniyor. ‘‘A öyle mi? Ben Ä°ngilizce bilmiyorum. Dublaj yapılsın. Bizim oralarda hep öyle yapılıyor’’ diyor. Adamlar da kibarca teÅŸekkür ediyor. Ve sonraki aday diye bağırıyorlar. Sonraki aday, Ömer Åžerif. Sözünü ettikleri film de Doktor Jivago...Â
button