Ezgi BAŞARAN
Oluşturulma Tarihi: Mart 25, 2007 00:00
Abdullah Oğuz’un Mutluluk filminde, başrolü daha önce adı duyulmayan Murat Han oynuyor. Cemal rolünde o kadar doğal ki izleyiciyi şaşırtıyor. Han’ın öyküsü, hayatta hayalden çok bahanesi olan gençler için ders gibi. Ankaralı memur emeklisi ailenin üç çocuğundan biri. Tek istediğinin oyunculuk olduğuna karar verip, Bilkent Tiyatro Bölümü’nü burslu kazandı.
Yazları her tür işi yaptı, para biriktirdi. ABD’de Marlon Brando, Robert De Niro, Meryl Streep, Melanie Griffith gibi yıldızları yetiştiren Stella Adler Konservatuvarı’na gitti. Müşkülpesent hocaların hayranlığını kazanmak için canını dişine taktı ve başardı.
Hırslı biri misiniz?
- Oyunculuk konusunda evet. Lisenin tiyatro kolunda bir kez Yunus Emre’yi oynamıştım, o günden beri oyunculuktan başka bir şey düşünemiyorum. Halbuki ailemiz doktor, mühendis dolu. Beni de öyle görmek istiyorlardı, o yüzden matematik bölümüne girmiştim. Üniversite hazırlık kursları başladığında yapamayacağımı anladım. Deli gibi tiyatro çalıştım. Bilkent’in sınavlarına iki hafta kala apandisitim patladı. Ameliyata girerken sadece şunu sordum: Sınava yetişebilecek miyim? Los Angeles’a vardığım gün de "başaracağım, geri dönemem" kararını verdim, ne gerekiyorsa yaptım.
Niye Stella Adler oyunculuk okuluna gitmeye karar verdiniz? Hollywood hayali mi?
- Öğretilen oyunculuğu fazlasıyla geleneksel buldum sanırım. Hollywood rüyam yoktu, ilk Londra’daki okulları denedim fakat çok pahalıydı. Los Angeles daha uygundu.
Aileniz maddi destek verdi mi?
- İmkanları yoktu ki. Bilkent’te okurken, bir yandan çalıştım: Bar kapılarında kimlik kontrolü, barmenlik yaptım. Kazancımı biriktirdim. Bilkent’te burslu okuduğum için para harcamam gerekmiyordu.
Gençlerin para harcama konusunda özel yeteneği vardır ama. Sevgilisine, eğlencesine... Nasıl böyle tutumlu olabildiniz?
- Öyle biriyim ben. Beş yıl çalıştım ve o paraya hiç dokunmadım. O dönemde bir tatil yöresinde tanıştığım İngiliz bir sevgilim vardı. Telefonla yürüttüğüm için ilişkiyi, fazla para harcamıyordum. İngiltere’de buluştuğumuzda bileti o gönderiyordu ya da o geliyordu sağolsun. Öyle çok barlara filan giden bir tip değildim. Yemekleri okulda tabldot yiyordum.
Kafaya gitmeyi koymuştunuz o zaman?
- ABD’ye giderken herkes, bu kadarcık parayla nasıl yaşayacaksın, diyordu. Bilkent’teki hocalarım "Oğlum maceraya atılma, bu parasızlıkla orada çok ezilirsin" demişti. Aldırmadım, delilikse delilik, dedim. Okulla yazıştım ve beni kabul ettiler. Tek sorun birikimimin, bırakın gıda ve konaklama masrafını, okulun eğitim ücreti 17 bin doların bile çok altında olmasıydı.
Çok stresli bir başlangıç olsa gerek...
- Korkum, başaramayıp Los Angeles’tan dönmekti. Hayatta kalmanın yolunu biliyordum. Okulda denemelere girdim. Hamlet’in "Şimdi yalnızım" diye başlayan tiradıydı. İngilizce biliyorum, aksan felaket. Bir Türkçe oyun istediler. Irene Gilbert, Sandra Tucker, Charles Waxberg jürideydi. Beğendiler, ileri bir seviyeden başlayabilirsin ama aksanını düzelt dediler.
Parasızlık sorunu nasıl çözümlendi?
- İkinci haftamda Shakespeare hocası "Bahçemi ot bürüdü. Tanıdığınız bahçıvan var mı" diye sordu derste. Düşündüm, ücreti sordum. 700 dolar deyince, atladım! Hocanın komşularına da bahçıvanlık yaptım. Ot yolarken "İşe bak yahu, Bilkent’te oku, gel burada bahçıvan ol" diye düşündüm. Yine de o paralar ilaç gibiydi. Çalışma iznim olmadığı için nakit para kazanabileceğim işler aradım. Barmenlik, şoförlük, pizza dağıtıcılığı, garsonluk yaptım. Giderek alıştım, bardan gecede 300 dolar kazanıyordum.
Sizin gibi yırtmaya çalışan çok kişi var mıydı?
- Hem de çok. Şov dünyasının yüzde 10’u kaymak tabaka, geri kalanı benim gibi restoran ve barlarda çalışıyor mutlaka. Hem bahşişi bol hem de akşam mesaisi.
Okuldaki hocalar sizde bir cevher olduğunu düşünmeye ne zaman başladı?
- Beş yıllık oyunculuk eğitimime rağmen Stella Adler’daki ilk sekiz ay kabus gibiydi. Sahneye çıkıyorum bir şey oynuyorum, süper iş çıkardım, diye iniyorum. Charles Waxberg karşıma oturup beni parçalayarak yanlışlarımı anlatıyor. Eziliyorum. Hocam, çok hissederek oynadım, diyorum. Tınmıyor. Hissettiğin önemli değil, bize aktaramadın, diyor. Eve ağlayacak gibi dönüyorum. Özgüvenim sıfıra inmişti.
Nasıl çıktınız o buhrandan?
- Deli gibi çalıştım. Sonunda bir gün Fareler ve İnsanlar’ı oynayacağız, zeka özürlü Lenny rolündeyim. Oynadım. Bitirmeden Charles salonu terk etti. Eyvah, dedim yine olmadı. Çıktım, koridorda sigara içiyor, eli titriyor. N’oldu, çok mu kötüydü, dedim. Bu rolü Hollywood’da senden daha iyi oynayacak biri yok, başardın, dedi. Zaten o günden sonra her şey değişti. Okulun sahibi Irene Gilbert beni odasına çağırdı. "Para kazanmak için çabaladığının farkındayız. Sadece oyunculuğa odaklanmanı istiyoruz. Artık burslusun, seni akademinin en iyi oyuncusu seçtik" dedi. Bu okulun burs vermek gibi bir adeti hiç yoktur. Okul bittikten sonra Stella Adler Tiyatrosu oyuncularının arasına katıldım, büyük roller aldım.
ABDULLAH BEY AKSANI YAPAMAYACAĞIMI ZANNETMİŞTİ
Her yaz ailemi ziyaret etmek için Türkiye’ye gelirdim. Geçen yaz bir arkadaşım, gel seni ANS’ye götüreyim, dedi. Mutluluk filmi için harıl harıl oyuncu aranıyordu. Cemal tipine çok uyduğum söylendi. Abdullah Oğuz’la tanıştıralım, dediler. Deneme çekimlerine başladık. Abdullah Bey beğeniyor ama bir türlü "tamam" demiyor. "Her şey çok iyi de, Vanlı şivesiyle konuşabileceğinden emin değilim" dedi. ABD’de güneyli ya da New Yorklu aksan farkını çıkarabiliyorum, ülkemdekini mi yapamayacağım? Van’a gittim, 3-4 gün kahvelerde dolaştım. Senaryoyu okuttum, onları dinledim. Dönüşte Vanlı bir arkadaşımla Abdullah Bey’e gittim. Bir Vanlı arkadaş konuştu, bir ben. Fark var mı, diye sordum. Abdullah Bey çok şaşırdı. Süper olmuş, rol senin, dedi.
YAŞIMI SÖYLEMEM
ABD’deki oyuncular yaşını açıklamaz, ben de söylemiyorum. Bir yapımcı 26 yaşında bir oyuncu arıyor. Yaşınızın 35 olduğunu duymuşsa, baştan eleniyorsunuz. Halbuki 25 ya da 35 yaşında birini oynayabilecek fiziğe sahibim. O yüzden yaşımı Abdullah Oğuz’a da söylemedim.