Güncelleme Tarihi:
Octavia Spencer, Hollywood’un en komik 25 kadın oyuncusu arasında gösteriliyor. Ama bu yıl ona Oscar kazandıran rol hiç de komik değil. Üstelik, oldukça düşündürücü, siyahi ırkın çektiği çileyi beyazperdeye vurucu bir dille yansıtan bir karakter. İşte bu nedenle Octavia Spencer, “Duyguların Rengi” filmindeki ‘Minny’ karakterini oynarken çok sıkıntı çekmiş.
Siyahi ırkın çektiği çileyi ailesinden dinleyen Spencer, bu konuyu anlatırken bile sıkıntılı. “Savaşları dinlerken masal dinliyormuş gibi oluyoruz ama o dönem yaşananlar gerçek. Tıpkı, siyahilerin mücadelesi gibi. ‘Duyguların Rengi’ filmine şöyle bir bakın. Elinizi vicdanınıza koyun. Nasıl bir duygu? Nasıl bir ayrımcılık bu? Bir dolu sebepten aslında bu rolü çok zor oynadım” diyor...
“Duyguların Rengi”, siyahi ırkın çektiği sıkıntıları çarpıcı bir dille anlatıyor. Ve siz filmde önemli bir karakteri canlandırıyorsunuz. Nasıl bir duyguydu sizin için?
- Atalarımızın, ailelerimizin çektiği onca sıkıntıyı yansıtmak hiç kolay değildi. Ben belki yaşamadım ama biliyorum. Duydum, anlatıldı, hem de yüzlerce kere. Zaten genetik kodunuzda bu sıkıntılarla doğuyorsunuz. Bir dolu sebepten benim için çok kolay bir rol olmadı.
Siz modern bir siyahi kadınsınız. Filmde ise farklı bir dönemi anlatıyorsunuz. Geçmişe dönmek acı verdi mi?
- Çok şükür, benim neslim rahat ve moderniz. Haklarımız var. Biz yedi kardeşiz. Ben, üniversiteyi bitirdim. Neyin ne olduğunu bilerek büyüdük. Ama geçmişi düşününce... Annemin, anneannemin neler çektiğini... “Çok şükür” derken bile utanıyorum. Bu nedenle Minny’yi oynarken içimde hem acı hem de garip bir burukluk vardı. Bir yandan da böylesine önemli bir dönemi beyazperdeye taşımak gerçekten çok onur vericiydi. Ve böylesine bir filmde rol almak da. Bunun için hem arkadaşım hem de harika bir yönetmen olan Tate Taylor’a teşekkür etmem gerek.
SETTE ÇOK EĞLENDİK
Filmde kadın karakterler çok önemli. Ve bu kadın karakterlerin arasındaki güçlü bağlar...
- Kesinlikle öyle. Kadın karakterler hikayemizin ana kahramanları zaten. Hem siyahiler hem de beyazlar. Aralarında çok kuvvetli bağlar var. Mesela Minnie ve Aibileen. Çok yakın arkadaşlar, birbirlerinden güç alıyorlar. Biz sette de çok iyi arkadaştık.
Ben de onu soracaktım; setteki kadınlar arasındaki işbirliği nasıldı?
- Çok eğlendik, çok güldük. Beraber yemek yedik. Ama yemekleri ben yapmadım. Filmdeki gibi güzel kekler pişiremem, tam tersi yemek yapamam. (Gülüyor) Filmde harika oyuncular var. Her biri birbirinden değerli. Bir araya gelince gerçek bir ekip oluştu.
TARİHİ ARAŞTIRDIK
İnsan Hakları Hareketi ile ilgili neler biliyorsunuz?
- Kitaplardan ve ailemden öğrendiğim kadarını biliyordum. Ama Tate filmi çekmeye başlamadan önce bu konuda hepimize zorunlu ders verdi.
Nasıl yani?
- Bayağı tarih çalıştık. Yıl yıl neler olmuş, kimler bu harekete destek vermiş... Araştırırken, satır aralarında siyahi ırka destek veren, onlara yardım eden beyazları da görüyorsunuz. Tabii şimdi pek çok şey değişti ama bu değişiklikler göz açıp kapayınca olmadı. Çok emek verildi, çok kan döküldü. Acı çekildi. Tarih bir günde yazılmadı. Bu nedenle bu değişiklikleri yapanlara teşekkür etmeliyiz.
TOMBUL VE SEVİMLİ BİR TİPİM
Siz değişik filmlerde değişik tiplemelerle çıkıyorsunuz karşımıza. Kendinizi nasıl görüyorsunuz?
- İşte gördün gibi, tombul ama sevimli bir tipim. Bu tipin uyduğu rolleri oynarım.
TATE TAYLOR: Oyunculara kilo almayı şart koştum
“Duyguların Rengi”nin yönetmeni Tate Taylor da en az filmi kadar sıra dışı bir isim. Çocukluğunda Mississippi’de siyahi yardımcılarla büyüyen Taylor, bu filmi o yardımcılara borcunu ödemek için yaptığını söylüyor. “Minnet borcumu ödedim” diyen Taylor, filmin uyarlandığı “The Help” kitabının yazarı Kathryn Stockett’in de çocukluk arkadaşı...
Siz, “Duyguların Rengi” filmiyle aynı zamanda kendi çocukluğunuzu anlatıyorsunuz, değil mi?
- Ne yazık ki öyle... Çocukluğum hem çok güzel hem de garip bir dönemdi. Filmde gördüğünüz her şey gerçek; siyahi yardımcılar, onların ev halkından dışlanması... Ama aynı zamanda ev halkının ve özellikle çocukların her şeyini yaparlardı. Ne garip bir çelişki değil mi? Bu nedenle onlara çok şey borçluyuz. Ben bu filmle bir anlamda bu borcu ödedim. Şimdi huzurluyum.
Siz huzurdan bahsediyorsunuz ama filmi seyreden siyahiler ne hissediyor acaba? Beyaz bir yönetmenin gözünden siyahi ırkın mücadelesi... Ne kadar gerçekçi olabilir ki?
- İlginç bir noktaya değindin. Bence yönetmen olarak en önemlisi, empati kurabilmek. Ben o dönemi yaşayarak zaten neler olduğunu tecrübe etmişim. Bunu tarih kitaplarından okumama gerek yok. Ve siyahi ırkın çilesine de bu anlamda destek veriyorum. Biliyor musun, film Amerika’da çok tutuldu. Mesela eşcinseller de filmi çok tuttu. Yani ayrımcılığa maruz kalan herkes, filmde kendinden bir şey buldu. Burada siyahi ırk üzerinden bir mesaj da veriyoruz. Bu mesaj çok doğru yerlere gidiyor.
İSTANBUL’A BAYILDIM
Filmde çok özel kadın oyuncular var. Onları bir araya getirmeniz zor olmadı mı?
- Hepsi birbirinden değerli bir dolu güzel ve özel kadın. Bu bakımdan çok şanslıyım. Aslında onları bir araya getirmek çok zor olmadı. Filmin şansından olsa gerek. Ya da benim... Teklif götürdüğümüz zaman hep olumlu yanıt aldık. Böylesine önemli bir konuda oynamak keyifli olsa gerek. Ama ne zor oldu biliyor musunuz? Bütün kadın oyuncuları biraz kilo almaları için uyardım. O da ne! Kimse kilo almak istemiyor! Octavia tam tersi, kilo vermek için uğraşıyor. Resmen onlarla savaştım. Ve sonunda kilo almayı şart koştum. Sanırım o zaman benden nefret ettiler.
Hiç Türkiye’ye gittiniz mi?
- Türkiye’ye gitmeyi çok istemiştim, yaz sonu da İstanbul’a gittim ve çok beğendim. Hatta bayıldım. Çok hareketli ve renkli bir şehir.