Güncelleme Tarihi:
Artık yıl, 1970’ler değil, 2010 olsa. Ama mekan, romandaki Nişantaşı ya da Çukurcuma yerine, Paris banliyösünde 1970’lerin havasını kaybetmemiş eski bir bina olsa. Masumiyet Müzesi burada kurulsa. Onu, Vogue Türkiye moda direktörü Mary Fallows en özel couture seçimleriyle giydirse... Ve sinematografik çekimleriyle ünlü fotoğrafçı Sophie Delaporte’un ellerine teslim etse... Vogue Türkiye, ekim sayısında işte bu moda çekimini gerçekleştirdi, “Masumiyet Müzesi” romanının bazı sahnelerini hayata geçirdi. Fotoğrafların yanında da romandan alıntılar kullanıldı. İşte “Masumiyet Müzesi”nin dergi yorumu...
KUŞLAR: Bazan telefon çalar ve Limon onu dişi bir kanarya sanıp coşkuyla ötmeye başlar, hepimiz gülerdik.
KÜPE: Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum... Füsun’un sıcaktan ve sevişmekten ter içinde kalmış omzunu öpmüş, onu arkadan yavaşça sarmış, içine girmiş ve sol kulağını hafifçe ısırmıştım ki, kulağına takılı küpe uzunca bir an sanki havada durdu ve sonra da kendiliğinden düştü. O kadar mutluyduk ki, o gün şekline hiç dikkat etmediğim bu küpeyi sanki hiç fark etmedik ve öpüşmeye devam ettik.
ÇANTA: Bahar vakti, öğle sıcağında dükkanın içi loş ve serindi. ılk anda içeride kimse yok sandım. Füsun’u sonra gördüm. Öğle güneşinden sonra gözlerim hâlâ dükkanın karanlığına alışmaya çalışıyordu; ama yüreğim, nedense, sahile vurmak üzere olan koskocaman bir dalga gibi ağzımın içinde kabarmıştı. “Vitrindeki mankenin üzerindeki çantayı almak istiyorum” dedim.
TELEVıZYON: Seyrederdik. Sekiz yılda Füsunlarda yüzlerce film ve dizi seyretmiş olmalıyım; ama Füsun’la Keskinlerin eviyle ilgili her türlü küçük ayrıntıyı, en saçma şeyi bile çok iyi hatırlayan ben, bu filmler, diziler, milli bayramlarda yapılan tartışma programları... ve televizyonda seyrettiğimiz başka yüzlerce, binlerce programı kısa bir süre sonra tamamen unuturdum.
MAVı YAğMUR: Feridun’un ticari kaygılarla senaryoya koyduğu Füsun’un soyunacağı (bir kere sevişirken, bir kere Fransız “Yeni Dalga” tarzı köpüklü küvette düşünceli bir şekilde sigara içerken, bir kere de rüyasında bir cennet bahçede gezinirken) üç sahne de zevksiz ve gereksizdi!
CENAZE: Arada bir kalabalığın içine bir davete geç kalmış gibi telaşla birileri giriyor, bütün başlar hemen onlara dönerken, bu kişilerin yakalarına da hemen ölmüş Belkıs’ın küçük siyah-beyaz bir resmi iğneleniyordu.
DÜğÜN: Kendim de birazını yaşadım. Bu memlekette güzel kadın olmak çok zordur, güzel kız olmaktan da zor... Erkekler, sen de bilirsin Kemal, elde edemedikleri güzel kadınlara kötülük ederler, Feridun Füsun’u bütün bu kötülüklerden korudu...
ZAMAN: Sekiz yıl Füsunlara akşam ziyaretine gitmeme hayret eden, bu büyük zaman parçasından, binlerce günden rahatlıkla söz etmeme şaşan okurlar için, zamanın ne kadar yanıltıcı bir şey olduğunu biraz anlatabilmek, bir kendi zamanımız bir de herkesle paylaştığımız “resmi” zaman olduğunu gösterebilmek isterim.
KIRMIZI ELBıSE: Füsun’un bütün Türkiye’nin taptığı çok ünlü bir kadın oyuncu olacağı hayallerine kapılıyor, gözümün önünde onu çekici bir Türk film yıldızı olarak canlandırıyordum: ılk filminin Saray Sineması’nda yapılacak galasında, Füsun sahneye alkışlar arasında benim kolumda çıkacaktı. Araba da zaten Beyoğlu’ndan, Saray Sineması’nın tam önünden geçiyordu işte!