Ezgi BAŞARAN
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 16, 2006 00:00
Asne Seierstad (36) Norveçli bir gazeteci. Rusya, Çin, Kosova, Afganistan ve Irak’ta savaş muhabirliği yaptı. 11 Eylül’den kısa süre sonra Kuzey İttifakı’nın peşine takılıp Kabil’e vardı. Kitapçı Sultan Han’la tanıştı. İlginç bir adamdı Han, hem öğrenci kitapları satıyor hem de Afgan kültürüne ait çok değerli eski kitap topluyordu. Taliban rejimi sırasında küçük dükkanı yakılıp yıkıldı, hapse girdi, Pakistan’a kaçtı ama vazgeçmedi.
Sultan Han’ın hikayesi Seierstad’ı çok etkiledi. Han’a, ailesiyle birkaç yıl yaşayıp hakkında kitap yazmak istediğini söyledi. Sultan kabul etti. Ancak ortaya çıkan Kabil Kitapçısı adlı kitap, iki tarafı da şaşkına çevirmişti. Seierstad şaşkındı çünkü kitap 37 ülkede basıldı, The New York Times’ın listesinde bestseller oldu ve tam 2.5 milyon adet satıldı. Sultan şaşkındı, çünkü Seierstad onu tahmin ettiği gibi bir kahraman olarak değil ailesine özellikle kadınlara kötü davranan bir zorba gibi yansıtmıştı. Kitabın öyküsünde ve sonrasında gelişen trajikomik olayları yazarı Seierstad’la konuştuk.
Savaş alanlarındaki hayatı anlatan birçok kitap yazıldı bugüne kadar. Sizinkini basıldığı her ülkede bestseller yapan neydi?- Bunu ben de kendime sorup duruyorum. Şöyle bir sonuca vardım: Dünya bugün çözülmesi zor bir problem haline geldi. Anlamakta güçlük çekiyoruz. TV ve gazeteler de çok yardımcı olmuyor. Bir yerden sonra dikkatimizi çekmemeye başlıyor. Özellikle gazeteciler tarafından yazılan kitaplar tarihi bilgiler vermesine rağmen Afganistan ya da Irak’ta neler olduğunu anlatamıyor. Çünkü ben şuraya gittim, oradan şuna bindim, bunu gördüm gibi şeyler söylüyor. Bu da yüzeysel kalıyor. Benim kitabım ise Afganistan’ı sıradışı gibi görünen ama aslında genele örnek teşkil eden bir aile üstünden anlatıyor. Ve bir roman gibi yazıldı. İnsanların alıp rahatlıkla okumasının sebebi bu olsa gerek. Çünkü kitabı bitirdiğinizde Afganlı bir aileyle tanışmış ve zaman geçirmiş gibi hissediyorsunuz.
Böyle bir başarı bekliyor muydunuz peki?- Hayır, hem de hiç. Bu benim ikinci kitabımdı. Sırbistan’la ilgili yazdığım kitap bin adet satmıştı. Bunun da o rakamı fazla aşacağını düşünmemiştim açıkçası. 2,5 milyon kişinin bu kitabı alıp okuduğuna inanmakta hálá güçlük çekiyorum.
Kitapta en çok vurgulanan, kadınların çektiği sıkıntılar. Acaba bu kitabı bir erkek yazsaydı farklı mı olurdu?- Bu kitabı bir erkek yazamazdı çünkü hiçbir Afgan ailesi evinde bir erkeği 3 ay misafir etmez. Evde bekár kızlar varsa o eve aile dışından bir erkek giremez, girerse o kızlarla kimse evlenmek istemez. Onun dışında Afgan hayatına bir erkeğin bakışı elbette farklı olurdu.
Politikanın fazlaca tartışıldığı bir evde büyüdünüz değil mi?
- Babam bir sosyalist, annem ise sıkı bir feminist. Ben sol düşünceyle büyüdüm diyebilirim. Onların bana öğrettiği en temel şey şuydu: Evet biz her bakımdan dünyanın tepesinde oturuyoruz. Coğrafi olarak da refah açısından da. Ama dünyada bizim sahip olduğumuz haklara sahip olmayan birçok kişi var. Onlar için bazı değerleri savunmak görevimiz. Gençliğimde birçok kez Afrika’daki barış toplantılarına ve yürüyüşlerine katıldıklarını hatırlıyorum. Bütün bunların etkisiyle Afganistan’daki kadınların hiçbir hakkı olmadığını gördüğümde öfke duydum. Ve bu durumu anlatmam gerektiğini düşündüm.
KENDİMİ İLİŞTİRDİM AMA MESAFEYİ KORUDUM
Askeri birliklere iliştirilmiş (embedded) gazeteciler Irak savaşı sırasında objektifliklerini koruyamayacakları düşünülerek çok eleştirilmişti. Siz de bir bakıma kitabın konusu olan aileye iliştirdiniz kendinizi. Mesafeyi nasıl korudunuz?- Hiçbir gazetecinin bir haberi yaparken tamamen nötr ve objektif olabileceğine inanmıyorum. Aynı haberi farklı insanlar farklı görebilir. Benim yaptığım, Sultan Han’ın ailesinde olup bitenlere hiç karışmamaktı. Beni rahatsız eden binlerce olay yaşadım ama hiçbirinde ağzımı açıp da bir yorum yapmadım. Kendimi zor tuttum ama tuttum. Bir köşede durdum ve gelişen olayları izledim. Yapabileceğimin en iyisi buydu.
Sultan Han’ın kardeşi Leyla’yla çok yakınlaştınız. Eğitimliydi ama ağabeyleri izin vermiyor diye öğretmenlik yapamıyordu. Ona yardım etmek gelmedi mi içinizden?- Kitabı yazdığım sırada değil ama şimdi ediyorum. Ona para gönderiyorum. Bir de bir iş ayarlamaya çalışıyorum. Bu arada orada kaldığım sürece kira filan ödemediğim için gittiğim düğünlerde altın takıyordum.
Kitapta Sultan Han’ın bir kitapçı olarak Taliban rejimi tarafından birçok kez tehdit edildiğini, ülkeyi terk etmek zorunda kaldığını, dükkanının yakıldığını, hapse girdiğini öğreniyoruz. Neden geçinmek için başka bir iş yapmadı, idealist miydi bu konuda?- Afgan kültürünü yansıtan eski kitapların korunmasını çok istiyordu ve kitapları seviyordu. Zaten o dönemde yapacak başka iş de yoktu. Silah veya uyuşturucu kaçırmak gibi şeyleri de yapmazdı. O konuda dürüst bir insan. Öğrencilere kitap satarak fena da para kazanmıyordu.
FARABİ VE MEVLANA’YLA ENTELEKTÜEL OLUNMUYOR
Kitaplarla bu kadar haşır neşir olan birinin ailesine daha farklı davranmasını beklersiniz. Okumak onu değiştirmemiş herhalde?- Ne okuduğunuz da önemli. Sadece 12. yüzyıl yazarlarını okuyordu. En çok Farabi ve Mevlana’yı sevdiğini söylemişti. Dünya literatürünü takip eden bir entelektüel değildi. Bu da onu geliştirmiyordu. Ailesine nasıl davranacağını ise ona sert ve çok dindar babası öğretmişti. Onu örnek alarak çevresindeki bütün kadınlara köle gibi davranıyor, çocuklarını okutmayı gerekli görmüyordu.
Kitap basıldıktan sonra sizi dava etmek için Norveç’e kadar geldi. Onu en çok kızdıran şey neydi? - Kitabın tamamı. Çok büyük bir hayal kırıklığına uğramıştı. Onu idealist Afgan bir kitapçı olarak göstereceğimi, bir kahraman olarak portresini yazacağımı zannediyordu. Sultan tahmin edemeyeceğiniz kadar kibirli bir adam. Beni evine almasındaki en önemli sebep herkes tarafından harika biri olarak tanınmaktı. Ama tam tersi oldu tabii. Kapıma bir TV kanalının kameramanıyla dayandı ve "Beni bir zorba gibi göstermişsin, yalancısın, seni dava edip pişman edeceğim" dedi. Sonra da her yerde çıkıp demeç verdi. Herkes onunla röportaj yapmak için sıraya girdi. Dikkat çekme işini çok iyi becerdi.
Sizi eleştirenler de çıktı mı?- Evet. İlk başta kitabımı övenler, sonradan zavallı bir Afgan aileyi kandırdığımı söylemeye başladı. Bana egosantrik ve düşüncesiz diyenler bile oldu. Ama bu çok kısa sürdü çünkü Sultan çok fazla konuştu ve saçmaladı.
Peki dava açtı mı?- Meşhur olmak isteyen Norveçli bir avukat mahkemeye başvurdu ama bir sonuç çıkmadı. Fakat benden intikam almak için başka yol buldu. İki kitap yazdı. Birincisinin adı Kabil Kitapçısı Benim’di. Hiç satmadı. İkincisi birkaç ay içinde çıkacak. İkinci kitabın konusu da benim. Beni arayıp anlattı ve "Üzülme, bu kitap masum olduğunu kanıtlıyor" dedi. Meğerse konusu şuymuş: Norveçli bir kadın Afganistan’a gider. Aslında çok iyi bir kadındır ama çantasında kötü kalpli iki büyücü canavar vardır. Bu canavarlar kadına iradesi dışında kötülük yaptırırlar. Yani anlayacağınız masumum, ama büyücü canavarların etkisinde kaldığım için böyle bir kitap yazdım!
BANA UZAYLI GİBİ BAKTILARKadınların başlık parasıyla satın alındığını ve hiçbir hakları olmadığını anlatıyorsunuz. Belki Türkiye’de bu tür hikayelere alışık olduğumuz için bana çok çok ilginç gelmedi. Daha çok Batılılar için yazılmış bir kitap mı bu?- Bunu en iyi siz yanıtlayabilirsiniz. Siz Türklere ilginç gelecek bir şey yok mu diyorsunuz? Bilemiyorum. Türkiye’den önce İran ve Endonezya gibi Müslüman ülkelerde basıldı ve çok ilgi çekti diyebilirim.
Kitabı dört yıl önce yazdınız. Gittiğinizde Taliban rejimi yeni yıkılmıştı. Sarışın, uzun boylu güzel bir kadın olarak sokaklarda dolaşmak nasıl bir duyguydu?- Neyse ki burka vardı. Onu giyince dışarıdaki dünya sizi göremiyor, gerçi siz de onu göremiyorsunuz ama çok işime yaradı. Burkasız dolaştığımda da hiç kimse bana "Of ne güzel kadın" diye bakmadı açıkçası, laf atmadı. Bakışların anlamı daha çok "Bu nasıl bir şey ve burada ne yapıyor" gibiydi. Onlara uzaylı gibi geldim.