Kör olma hallerini tiye alıp, kendilerine acıyanlarla açıktan dalga geçiyorlar. Kimsenin acımasına ya da merhametine fırsat bırakmadan, ben körüm ben körüm diye diye, ‘‘köre, kör deme’’ tabusunu yerle bir ediyorlar. Acımadan ve çekinmeden onlara, ‘‘Hey sen kör müsün’’ diye seslenebilirsiniz. Emin olun ki kendilerini o zaman daha iyi ve görenlerle daha eşit hissediyorlar. Çünkü asıl sorun bakar körlerde!
EŞREF ARMAĞAN (48)Görmeyeli nasılsın derim, dalgama bakarım
Eşref Armağan kör bir ressam. Atölyesinden girer girmez White House antetli, Bill Clinton imzalı çerçeveli bir mektubun beni karşılayacağını bilemezdim tabi. Clinton mektubunda, Eşref Armağan'ın kendisine armağan ettiği bir resim için teşekkür ediyordu.
Doğuştan kör olduğu için görmek hakkında hiç fikri yok. Bana şimdi göz verseniz yine gözlerimi kapatıp ellerimle tanımaya çalışırım gördüklerimi diyor. O kadar neşeli ki, ‘‘dur sana bir resim çizeyim’’ dedi, resim mi çizdi, çiftetelli mi oynadı anlamadım: ‘‘Oohh yandan, şuraya da bir ev yapalım. Vay vay vay perspektife bak görüyor musun? Yahu tabi görüyorsun. Ben de herkesi kendim gibi kör sanıyorum!’’ Resimlerini nasıl yaptığı başlı başına bir mevzu ama bu kısmı erteleyip, hayata nasıl bu kadar asıldığını anlatmak istiyorum size: ‘‘Körlüğümün geri dönüşü yok. Ah niye oldu, vah niye oldu demek de beyne zarar. Bazen körlüğümü unuturlar. Arkadaşlarıma aman yavaş yürüyün, yetişemiyorum demezdim. Adımlarının seslerini dinler, ben de ayak uydururdum. Hiç kompleksim olmadı. Bir arkadaşımla karşılaştığımda, görmeyeli nasılsın derim. Dalgama bakarım.’’
İKİ KÖR BİRBİRİNİ BULDUDalga sözü gelmişken, sana bir hikaye anlatayım diyor: ‘‘Menajerim küçük bir teyp getirmişti. Arkadaşlarımın sesleriyle sağa dön, sola dön, düz git, diye doldurttum. Başka bir arkadaşa bu körlere gideceği her yeri tarif ediyor, dedim. Denemek için aldı, gözünü kapadı. Gitti, gitti sonra küüt diye vurdu direğe kafasını. Bana döndü, 'söylemedi ulan bu' dedi. Kör müsün oğlum, bu alet sadece körlere söylüyor, rol yapanı da anlıyor, dedim.’’
O böyle dalgasını geçedursun bazan hayat da ona sürprizler yapıyor: ‘‘Fındıkzade'de dört yol ağzından geçmem gerekiyor, yardım istiyorum, kimse umursamıyor. Attım kendimi kaldırımdan aşağı. Tam o sırada biri koluma girdi, beraber geçelim, dedi. Biz geçiyoruz ama yolda kıyamet kopuyor. Ben kaldırım diye birşeye çıktım. Biri, sen nereye cidiysun, dedi. Karşıya geçiyorum, dedim. Bu Eminönü'ne kadar gidiy, dedi. Yahu ben yolun karşısına geçecektim dedim, kaldırım diye bindiğim otobüsten gerisin geri indim. Kolumu tutana da, hemşerim niye sağına soluna dikkat etmedin, yardım etmeye geldin öldürüyordun, diye kızdım. Ben görmüyom ki, dedi. Koca İstanbul’da bula bula iki kör birbirimizi bulmuşuz.’’
Armağan her işini kendi yapıyor. Mesela pantolon ütüsünde hiç çift çizgi yapmamış. İlk ıspanak yemeğini nasıl pişirmiş dersiniz? ‘‘Ispanağı tencereye zar zor sığdırdım. 15 dakika sonra kapağı açtım, karıştırıyorum ıspanak yok. Yerleri arıyorum yok. Meğer ıspanak pişince siniyormuş.’’
Eşref Armağan, görenlere bakan kör diyor beni de sınava çekiyor: ‘Ben bir yaprağın üstünde kaç damar olduğunu biliyorum, ya siz?’ Kem, küm yapıyorum ve acilen yanından tüyüyorum.
SEVDA BOZBEYLİ (21)Nayıır görmüyorum ühüü ühühü diye yaşamadım
Ele avuca sığmayan, cır cır soluksuz konuşan, selamlaşmak için elimi uzattığımda elimi bulamazsa diye endişe ederken beni tutup şapur şupur öpen fıstık gibi bir genç kız Sevda Bozbeyli. Boğaziçi Üniversitesi Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Bölümü'nde okuyor. Doğuştan kör. Kaşını gösteriyor: ‘‘Bak futbol oynarken kafamı direğe çarptım. Dikiş attılar. Futbol oynamayı çok seviyordum. Topu ben kapmak isterdim. Arkadaşlarım topu ayağıma verirlerdi çok kızardım.’’ 11 yıldır körlüğümü hiç iplemiyorum derken öyle rahat ki, bayılırsınız. ‘‘Körlüğümün ve yeteneklerimin farkındaydım. Türk filmlerindeki gibi 'Nayır görmüyorum ühühü' yaşamadım. İlkokuldan sonra konservatuara girmek istedim. Kör olduğum için almadılar. Geçen hafta TRT'nin gençlik sınavlarına katıldım sınavım süper geçti ama körüm diye kazanamadığımı söylediler. İşte sadece bunlar beni üzüyor’’. Kendini güzel buluyor, iyi hissetmek istediği zamanlarda, her kadının yaptığı gibi makyaj yapıyor. İnsanların kendisi hakkında ne düşündüğünü bırakalı çok olmuş. ‘‘Lisede herkesin haftasonu izni vardı. Körüm diye idare çıkmama izin vermezdi. İdareyi bıktırana kadar izin dilekçesi yazdım. Sonunda kabul ettiler ama yanıma mutlaka birini verirlerdi. Yahu, belki ben erkek arkadaşımla buluşacağım. Yine bir hafta sonu annem yanımdaydı. Onu bilet almaya yolladım, o arkasını döner dönmez arabaya atladığım gibi tek başıma gezdim o gün.’’ Sokakta gezerken 'kocan, abin yok mu seni gezdirecek' diyenler mi, karşıya geçirmesini rica ettiği adamın abdestliyim kızım diye cevap vermesi mi, hangisi anlatılır ki? Dışarıda
yemek yerken döker miyim, bana bakarlar mı gibi endişeleri de çoktan atmış. ‘‘Baksınlar yahu belki güzel yiyorum o yüzden bakıyorlar. Sanki görenler üstüne hiç mi yemek dökmüyor.’’ Sevda'nın bunları aşması kendini kabul etmekle başlamış. ‘‘Yalnız kalmayı tercih eden yalnız kalır, sevimliyim ben, o yüzden hiç iletişim problemim olmadı’’ diyor. Mezuniyet balosunda Kuleli Askeri Lisesi öğrencilerine nasıl ‘‘sarktığını’’ öyle fırlamalıkla anlatıyor ki...
AĞIZLARININ PAYINI VERİYOR Çocuk beni annesine gösterdi. Annesi, ‘Bak abla annesini üzmüş o yüzden kör olmuş’ dedi. Ben de çocuğa, ben annemi hiç üzmedim tamam mı dedim.
Bir kadın yemek yerken ağzımı nasıl bulduğumu sordu. Yüzümdeki bütün delikleri yoklayıp öyle buluyorum, dedim.
Durakta otobüs bekliyordum adamın biri elime para tutuşturdu. Ben de cebimdeki paradan ekleyip adama geri verdim.
METİN ŞENTÜRK (35)Kendimi eğlendirmek değil toplumu eğitmek
Metin Şentürk Türkiye'nin tanıdığı belki de en ünlü, en ‘‘kör kör parmağım gözüne’’ körü. Üç yaşında beyninin üstüne düştüğünde göz tabakaları birbirinden ayrılmış ve o gün bu gündür sadece ışığı seçebiliyor. Yani görüyor diyenler haklı, görüyor ama sadece ışığı... Üç yaşına kadar gördüğü hiçbir görüntünün silueti bile hafızasında yok.
Onu bugünkü fırlama Metin Şentürk yapan güç ise ‘‘Allah benim ömrümden alsın ona versin’’ dediği annesi. Hiç okul yüzü görmemiş olan anne tüm İstanbul'u dolaşmış ve Metin'i gönderecek bir körler okulu bulmuş. Kör çocuğum var, kapının önüne çıkarsa başına bir iş gelir, düşer, döver dövülür kaygıları olmadan, Metin'i sokağa alıştırmış. Çocukluk arkadaşlarından biri, ‘‘Bizimle misket bile oynardı’’ diyor. Metin, hayat bizimle dalga geçiyor, o benle dalga geçeceğine ben onla dalga geçeyim bari diyerek, hayata tutunmuş. Öyle bir tutunmuş ki, sıkıyorsa alın onu aşağıya. Önce lise, sonra konservatuarı bitirmiş. Yönetmelikte ‘‘konservatuara özürlüler giremez’’ maddesi olduğu için kayıt yaptırmak o kadar kolay olmamış. ‘‘Beni bundan kimse mahrum edemez’’ diye düşünmüş ve hakkını aramak için Kültür Bakanlığı'na başvurmuş. Gitmiş gelmiş ve bundan kurtuluş yok diyerek girmesine müsaade edilmiş.
Lisede okurken görenler ona uymayacağı için o görenlere uymuş. Sınıfa çok gürültü çıkaran kabartma bir daktiloyla gelmiş ve tüm notlarını bu daktiloda yazıp, çalışmış. Diğer ders notlarını da arkadaşlarına teyplere okuturmuş. ‘‘Hiçbir şey azimsiz olmuyor’’ diyor. Azmine başka örnek mi istiyorsunuz? ‘‘TRT'ye başvurmuştum. Tek hevesim televizyona çıkmaktı. İki şarkı yazıp denetime gönderdim. Onlarca kez denetimden geri döndü. Sırf Ankara'da tanınırsam belki daha kolay geçer diye düşündüğüm için Ankara'da sekiz ay sahneye çıktım. Sonra denetimden geçtim. Oradakiler sende bu azim varken, değil ekrana çıkmak o ekranı delip geçersin dediler. Her istediğimin olmaya başladığını görünce, pes etmemeye karar verdim. Başka şansım da yoktu. Müezzinlik mi yapacaktım? Bu benim yolumdu ve sonuna kadar gidecektim.’’
Metin Şentürk sonuna kadar gitti ve meşhur oldu. Kendisiyle nasıl bu kadar dalga geçiyor? Hiç kompleksi yok mu? Bakın nasıl cevap veriyor: ‘‘Herşeyi olduğu gibi kabul ettim. Körlüğümü başarıyla kamufle etmem lazım diye hiç düşünmedim. Ne yani, görseydim başarısız mı olacaktım. Nasılsa görüyorum boşver, başarısız olayım mı diyecektim. Sorunlarım var ama sorun etmiyorum. Sorun burda.’’ Biz bunları konuşurken arkadaşlarından biri lafa girince ‘‘Ulan Pokemon akıllı ol’’ diyor. Kör biri, sürekli düzgün davranabilir mi diye merak ederken o anlatıyor: ‘‘Herşeyi takip eden, herşeyin ucundan tutan birileri var. Kör biri olarak tek başına mükemmel olabilmek mümkün değil.’’
Topluma birşeyi öğretir gibi söylediğinde, başarılı olamayacağını çok iyi anladığı için körlük üzerine, cılkını çıkarana kadar espri yapmaya karar vermiş. Diyor ki; ‘‘Kendimi eğlendirmek için yapmıyorum ki toplumu biraz eğitmek için yapıyorum. Sokakta insanlar yürürken bana abi nasıl görünüyorum diyorlarsa, birşey başarıyorum. Bunu kendimi mutlu etmek için değil, acıma hissini yok etmek için yapıyorum.’’
Körü körüne ölmüş olacağız!Beş arkadaş arabaya doluştuk. Ben direksiyondayım. TEM yoluna çıktık. Yanımdaki arkadaş koordinatları çok iyi söylüyor. Niyetim 200 kilometreye çıkmak. Bir ara kafamı arkaya çevirdim. Herkes ‘‘önüne bak’’ diye feryat ediyor. Sanki kafam önde olsa bir şey değişecek körüm ben ya. Sonra onlara döndüm, ‘‘Oğlum 180 km. hızla gidiyoruz. Bir kaza yapsak, hepimiz körü körüne ölmüş olacağız’’ dedim. Sonradan başkalarına zarar verebilirim diyerek, kendimi böyle serserilikler yapmaktan men ettim.