Önceleri müzikte ticari yan ağır basıyordu, ama artık kaliteli olması için çok çaba harcıyorum

Güncelleme Tarihi:

Önceleri müzikte ticari yan ağır basıyordu, ama artık kaliteli olması için çok çaba harcıyorum
Oluşturulma Tarihi: Haziran 11, 2004 00:13

1996’dan beri müzik çalışmalarını İstanbul’da sürdüren ‘Buzuki Orhan’ lakaplı Orhan Osman ikinci albümü ‘Gökkuşağı’nı yayımladı. Bu albüme Makedon Koçani Orkestrası ve Yıldız İbrahimova da destek vermiş. Gökkuşağı gibi farklı renkleri barındıran albümde müezzin sesi caza uzanıyor, Orta Anadolu’nun sevilen ezgisi farfara, funky tınılarla yorumlanıyor. Buzuki Orhan, orkestrası İstanbul Brass Band ile yarın akşam 23.00’te İstanbul Babylon’da konser verecek. Batı Trakyalı müzisyen, konser öncesi sorularımızı yanıtladı.

Yurtdışında başarılı olduktan sonra Türkiye’ye yerleştiniz, peki buzuki ile ne zaman tanıştınız?

-1976’da Almanya’da doğdum, ailem Gümülcineli. Ailem bana ilkokulda bir gitar aldı. Gitarımı pamuk çuvalında her gün okula götürüyordum. Öğretmen ders anlatırken benim aklım hep çuvaldaydı. Orhan Gencebay, Haris Alexiu ve Zeki Müren dinliyordum. Atina’ya taşındığımızda buzuki ile tanıştım. Akropolis’te Kunelas adlı bir meyhanede garsondum. Bir gün buzukici gelmedi. Teyp yok, müşteri müzik istiyor. Patrona, ben çalarım, dedim. Hadi git işine, şarap doldur, diye cevap verdi. Onu dinlemedim, önlüğü çıkarıp sahneye fırladım. Herkes çok memnun kaldı. O gece patron garsonluk yaptı. Bana da, artık senin yerin bu sahne, dedi. Herkes buzuki çalan Türk’ü dinlemek için meyhaneye geliyordu. İdealim vardı ve hırslıydım. Amerika’da altı ay kaldım. Almanya, Yunanistan, Bulgaristan ve Fransa’da çalıştım. 1996’da Türkiye’ye geldim ve kaldım.

Bu kadar yer dolaştıktan sonra neden Türkiye’yi tercih ettiniz?

-Geldiğim gün bir kıza aşık oldum. Aileme telefon ettim, evlenip burada kalıyorum, dedim. Dört yıllık evliyiz, bir çocuğumuz var. Türkiye’nin birikimlerimden güzel bir yemek pişirecek en uygun mutfak olduğunu keşfettim. Müzikle ilgili tüm yatırımlarımı İstanbul’a yaptım.

İstanbul’un müzik çizginize etkisi nasıl oldu?

-Önceleri yalnızca rebetiko yapıyordum. Ardından Balkan müziğine ilgi duymaya başladım. Hintli müzisyenlerinden ve Türk müziği icracılarından etkilendim. Buzuki dışına çıkmaya, müziğe bir haritaya bakar gibi bakmaya başladım. Buzuki benim kılavuzum. Amacım insanları vizesiz dünya turuna çıkarmak.

İkinci albümün farklı yanları neler?

-İlk albümde Tunceli’den başlayıp Peru’dan çıkmıştım. Doğu ezgileri daha ağırlıktaydı. İkinci albümde Makedon Koçani Orkestrası ile Balkanlar’dan başladık, pek çok yer gezdik, oryantale, müezzin sesine, mehtere, caza ve new age’e uzandık. Dünyanın en önemli kadın vokalistlerinden Yıldız İbrahimova ve Goran Bregoviç’in Underground albümüne eşlik eden Koçani Orkestrası gibi çok başarılı müzisyenlerle çalıştım. Önceleri para kazanmam gerektiği için müzikte ticari yan daha ağır basıyordu ama artık müziğimin kaliteli olması için çok çaba sarfediyorum. Normalde bir albüm 150 saatte tamamlanır. Biz Gökkuşağı için tam 350 saat stüdyoda kaldık. Çünkü tarzlar çok farklı, aralarında köprü kurmak zorundasınız.

Albümün repertuar seçimini nasıl yapıyorsunuz?

-Aklıma çocukluğum geliyor. Örneğin ilk albümümdeki ‘Hastane Önünde İncir Ağacı’ türküsünü dedemden dinlerdim. Bu albümü hazırlarken de aklımda hep Batı Trakya’da düğünlerde dinlediğim farfara vardı. Bu tür farklı parçalara her albümde mutlaka yer veriyorum. Tutup tutmamasını önemsemiyorum. Şu anda 40 kişiden oluşan bir orkestram var. Çok farklı müzik kültürlerinden geliyorlar. Hintli var Balkanlı var. Örneğin bir müzisyene sen altyapıyı Hint tarzı çal, bas gitarcıya reggae çal, bir başkasına otantik Türk müziği tarzında söyle ben de Türkçe sözlerle Hint gibi söyleyeceğim diyorum ve bir parça böyle çıkıyor.

Programlara da bu büyüklükte bir orkestra ile mi çıkıyorsunuz?

-40 kişilik orkestram Devr-i Alem, iki gruptan oluşuyor. İstanbul Brass Band ile Balkan türkülerini, Bosphorus Kumpanya ile de Rebetiko, Grek, Hint, Flamenko müziklerini ve Mehter Marşı’nı yorumluyoruz. Devr-i Alem ismiyle yılda iki konser veriyoruz. Ben buzuki haricinde lavta, sitar, bango, perküsyon ve kaval çalıyorum. Bazen de surdo isimli büyük samba davuluyla gösteri yapıyorum. Ben sahne adamıyım, hem yönetiyor hem de oynuyorum.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!