OluÅŸturulma Tarihi: Mart 28, 2004 00:00
Şafak Vakti adlı dizide, gündüz noterde memur olarak çalışıp, gece travestiye dönüşen ‘Sebayat’; Baskül Ailesi’nin Kapıcı Maşallah’ı; Sıdıka’daki Kenar; Merhaba Hababam Sınıfı’nın Casus Ercü’sü;Çelik’li reklamın mükemmel bekçisi Sırrı; GORA’da Cem Yılmaz’ın asistanı uzaylı... Bunlar sadece birkaçı. Son olarak, yeni başlayan Altın Kafes adlı dizide rolü var. Ben henüz seyredemediğim için anneme sordum: ‘Bir sahtekárı oynuyor işte!’ dedi. Ancak bu kadar basit değil tabii. Girdiği onca kılığı, aldığı şekli, canlandırdığı karakteri, bir
film şeridi gibi gözümün önünden geçirince, onu sadece ‘komedyen’likle sınırlamak yetmiyor. Evet klişe deyimiyle komedi ciddi bir iş ama o aslında çok yetenekli bir karakter oyuncusu. Girdiği her kılığın hakkını fazlasıyla, derinden ve sahici olarak veriyor çünkü. Karakter rolleri de almadı değil; Şafak Vakti’nde İstanbul’da tutunmaya çalışan Anadolu türkücüsü, Hababam Sınıfı’ndaki Ercü ciddi birer karakterdi ona göre. Daha fazlasını da yapabilecek durumda, böyle teklifler geliyorsa tabii. Gelmiyorsa, çok ayıp. Ona sorarsanız, nedense ‘bahtsız komedyen’ diyor kendine; röportaj sırasında yüzündeki dalgınlığı ve asıklığı anlayamadığım gibi, bu tanımlamayı da pek çözemedim. Sanki biraz ‘büyükler’ tarafından ezilmek mi söz konusu, yeterince fırsat verilmediğini düşünmesi mi, göstermediği kadar duygusal olması mı, biraz ‘bazılarına’ küskün olması mı... Bilmiyorum. Karşınızda Şafak Sezer.10 Ekim 1970 tarihinde, Ankara’nın ‘Gringo sokakları’ dediği, kavgası bol, hayt huyt sesleri çıkarmaktan öte becerisi olmayan karatecileriyle ünlü Çingene Mahallesi Çin Çin’de dünyaya gelir. Çin Çin’in bir özelliği de Ankaralı Turgut, Hakan Taşıyan ve bir de onun çıktığı yer olmasıdır. Kökleri Horasan’a uzanıp, biri Kars, diğeri Erzincan’da doğan anne ve babası, Ankara’da buluşmuş, üçü kız, ikisi erkek çocuğun ardından bir de ‘son beşik’ olarak Şafak’ı doğurmuşlardır. YSE’den kontrol şefi olarak emekli olan, daha sonra Kent-Koop’ta çalışan babası Polat Sezer, sonunda ona bir ayağını kaybettirecek olan içkiye ve kumara fazlasıyla düşkündür. Gece içip içip evdeki herkese para dağıtıp, sabah da ‘ben kime ne verdim?’ diye geri toplayan bir baba. O emeklilik parasının yarısını kumarda kaybettiği için oturmaktadırlar biraz da Çin Çin’de. Ama bir o kadar da girdiği ortamlarda kendini sevdiren, oğlu Şafak’ın deyimiyle ‘minder komiği’, dünya tatlısı bir adamdır. Komedyen olmak içinde bir ukde kaldığından olsa gerek, daha sonra oğlunu bu konuda teşvik edecektir.Şafak Sezer, bugünkü tipinden de anlaşıldığı üzere, dünya yaramazı bir çocuktur; gittiği her evde, ille patates kızartması, yumurta ve Teksas Tommiks isteyen, istekleri karşılanmazsa taşlayan... Çocukluğu mahalle kavgaları, ‘hayt huyt’, ‘dıkşın dıkşın’ sesleri, bol dayak ve ‘ciğer yiyen kadın’, ‘boynuna binen Mete’, ‘boynuzlu adam’ gibi hurafelerden korkmakla geçer. Öyle ‘doktorculuk gibi bilgiye, kültüre dayanan’ oyunlar hiç oynamamıştır, mahallenin karatecisi ve türkücüsüdür. 25 yaşında sigaradan bozulana kadar güzel olan sesiyle mahalle aralarında yakılan ateş etrafında az konser vermemiştir. ‘Büyüyünce şunu olacağım’ gibi bir iddiası da hiç olmaz; iyi top oynar (Gençler Birliği’nde amatör takıma kadar yükselir), biraz daha büyüyünce bilardoda ustalaşır, üzerine bahisler oynancak kadar. Bir de karateci olarak tanınır. Ama sadece tanınır; çünkü öyle kavgalara filan girmez, iyi karateci diye geçinirken, köpekten bile korkmaktadır. Her ne kadar Çin Çin mahallesindeki ilkokulunun adı ‘Çalışkanlar’sa da çalışkanlıkla uzak-yakın bir ilgisi yoktur. Ya da şöyle vardır: ‘O kadar çalışkandık ki, her şeyi ilkokulda öğrendik!’ Orta birden terktir. Zaten dördüncü sınıtfan itibaren ‘okula gider gibi’ evden çıkıp çatıdaki yerini alır, ‘yancısı’ Bülent, babasının akşam sarhoşken dağıttığı paralarla gofret, bisküvi, çikolata gibi kumanyayı getirir, paydos saatine kadar çizgi roman okur, mavra yaparlar. Paydos saatinde de okuldan geliyormuş gibi yapar. Taa ki annesi tarafından yakalanıp, sıkı bir dayak yiyene, çizgi romanları matematik kitabının arasından okumaya mecbur kalana kadar... Çocukluğunun yarısı dayak yemekle geçer zaten; bir dayağı da beceriksiz birkaç karate hareketi yapmak için çatıdan topladığı kiremitler yüzünden yemiştir. Ev su almaya başlayınca çıkmıştır foyası meydana.CAMI KIRAN DA OYDUCAMCIDA ÇALIŞAN DAİlk işi kamyondan eczaneye pamuk taşımak olur; sonra terfi eder, eczanede çıraklık yapmaya başlar. Yövmiyesini aldığı gibi koştuğu yer, Bruce Lee ve erotik filmlerin gösterildiği salonlardır. Sonraki işi camcılıktır. Tipoloji olarak ‘cam yapar’ değil de ‘cam kırar’a daha yakındır evet ama camları kıran da takan da odur! Ardından da Tiffany’de tezgahtarlık yapmaya başlar.Tiyatro macerasının başlama hikayesine gelince... Sanki oynadığı skeçlerden etkilenerek sonradan yazılmış gibi durur ama yemin billah eder ki, sahiden öyle olmuştur: Ankara Halk Tiyatrosu’na gidip oradaki ustaları hayranlıkla izlemektedir. Üstüne bir de oyuncu kızlardan birine aşık olunca, tiyatroya sık sık uğramaya başlar. Bir gün, ‘Ya Şafak, Eşeğin Gölgesi diye bir oyun oynayacağız, gel sen de eşek rolünü oyna, takılırsın, bir ucundan tutmuş olursun’ teklifi alır. 18 yaşındadır. Sevinçle eve gelip babasına söyler -tabii rolün ne olduğunu atlayarak. Babası çok sevinir. Gerçi oyundaki rolünü görünce biraz bozulacak, hele ‘eşşoğlueşşek’ repliğini duyunca bir ‘oha’ çekecek ve arkadaşları ‘Bak senden de bahsediyorlar’ diye takılınca kuliste ufak çapta bir olay yaratacaktır ama sonuçta oğlu tiyatroya adım atmıştır ya... Tanıdıklarına ‘Çok güzel Süleyman Demirel, İnönü taklidi yapar benim oğlum’ diye PR yapmaya devam eder. Ekin Tiyatrosu’na onun sayesinde geçer.Ekin Tiyatrosu’nda oynarken Kabare Bar’da taklitler yapar. Evi uzakta olduğu için sahnede yatmakta, sabah kalkıp tezgahtarlık yapmaya gitmekte, akşamüstü top oynayıp yine bara dönmektedir. Kazandığı paraları da artık Levis 501 ve telefon kartlarına yatırır, çıktığı kızlara, hayran olduğu Karaoğlan’ın replikleriyle konuşur. Mesela otobüs durağında buluştuğu kız arkadaşı ‘merhaba canım’ dediğinde, dişlerinin arasından ‘sokulma bana...’ diyebilir.YÜZBAŞI EMRETTİ, YETENEK YARIŞMASINA KATILDIAslında yaşadığı çevrenin etkisiyle hayatın çok daha farklı bir tarafına savrulabilecek, çetelerle, illegal ilişki ve işlere bulaşabilecek durumdadır ama bir şey onu o sokaklardan uzak tutar. 11 yaşından bu yana eve her zaman para götüren bu zıpır çocuğun, aslında duygusal bir dünyası vardır. Ankara tiyatrolarında tutunmaya çalışırken, her grup dağıldığında, biri gittiğinde üzülmekten olsa gerek sedef hastalığına yakalanacak kadar... Gerçi Sivas’a
balık tedavisine göndermek üzere onun için toplanan paralarla televizyon alınmıştır ama olsun. Hep ve hálá birinin taklidini yaptığında, ‘Acaba ayıp oluyor mu?’ diye düşünmeden edemez.Neyse, o sıralar SavaÅŸ YurttaÅŸ, sesi güzel olduÄŸu için onu Ä°brahim Tatlıses’e, Åžener Kökkaya ise iyi komedyen olacağını düşündüğü için Müjdat Gezen’e göndermek istemektedir. Sonunda Müjdat Gezen’de karar kılınır. 9 Eylül Ãœniversitesi bünyesinde çekilen Bir Düğün Masalı adlı filmde rol aldıktan sonra, 23 yaşında Ä°stanbul’a, Müjdat Gezen Sanat Merkezi’ne kapağı atar ve palyaçoluk günleri baÅŸlar. Bir yandan Palyaçoluk, Kukla Tiyatrosu, Mandrake’den Ä°llüzyon, OÄŸuz Aral ve Müjdat Gezen’den Geleneksel Türk Tiyatrosu dersleri alırken, bir yandan da Capitol AlışveriÅŸ Merkezi’ndeki çocuk kulübünde palyaçoluk yapar. Ona kariyerinde bir adım daha attıracak olansa, asker kaçağı olduÄŸu için yakalanıp askerlik yaptığı Ä°stanbul Alemdağ’daki yüzbaşıdır. Nasıl oluyorsa, yüzbaşının ömründe en çok dövdüğü ama en çok sevdiÄŸi asker olmayı baÅŸarır. Ona oradaki bütün komutanların, sonra da kendisinin taklidini yaptıran yüzbaşı, yalnız kaldıklarında da ‘Bak ben yokken benim taklidimi yaparsan...’ diye uyarır. Ama gelmediÄŸi sabahlarda koÄŸuÅŸu onun sesiyle uyandırmasının önüne geçemez. Bir gün televizyonda ‘İner misin, Çıkar mısın?’ adlı, bir nevi o dönemin Popstar’ını seyrederlerken, emir verir yüzbaşı: ‘Bu programa katıl!’ Emir demiri keser, Åžafak Sezer programa katılmakla kalmayıp, üç birincilik aldığı bu programda skeçler yapmaya baÅŸlar. Orada Okan Bayülgen tarafından keÅŸfedilip onun Televizyon ÇocuÄŸu programına atlar. Ä°ÅŸte bundan sonra, ‘yürü ya kulum’ der Allah: Nokia reklamında eli küçülen ve ‘ekodinamik bir alet bu’ diyen berber, Dostlar Pasajı, Sıdıka, Zalim, Baskül Ailesi, Åžafak Vakti, 13 bölümünde de olsa Bir Demet Tiyatro dizileri... Sinemada, Oyunbozan, Vizontele, Rus Gelin, GORA... Tiyatroyu atlamayalım: Kadın mısın Erkek misin, YaÅŸar Ne YaÅŸar Ne YaÅŸamaz, Biz Bu Ä°htilali Niye Yaptık Netekim, Åžen Makas gibi oyunlar... Ve son olarak , Merhaba Hababam Sınıfı’nın Casus Ercü’sü, sevimli Arçelik reklamının Erzincanlı Bekçi Sırrı’sı, ÅŸimdi de yeni baÅŸlayan dizi Altın Kafes’teki rolü... Hepsi bir yana ‘tiyatronun tozu’ onun için de önemli; ‘Canımın içi tiyatro’ diyor. Bir iki proje var ÅŸimdi: Mesela Kötü Kedi Åžerafettin müzikali, bir stand-up projesi. Heyecan duyduÄŸu projelere giriyor hep, her projenin heyecanı da gerçekten duyuyor. Bir de ömrünü yiyen ÅŸu sorular bitse: ‘O robot gerçek mi, canlı mı?’ ‘Sende fazla robot var mı?’, ‘Televizyonda neden kilolu gösteriyorsun?’ ve ‘GORA ne zaman vizyona çıkacak?’ (Bu sonuncusunu ben de sordum ve ömründen biraz da ben yedim, üzgünüm...)Â
button