Ona bukalemun da diyebilirsiniz MADONNA

Güncelleme Tarihi:

Ona bukalemun da diyebilirsiniz MADONNA
Oluşturulma Tarihi: Aralık 04, 2005 00:00

Bu Madonna yazısının bir ritmi olmalı. Aynı son albümünün bütün şarkıları gibi. Yeni bir şeyler söylemeli. Suskunluğunu her bozduğunda yaptığı gibi. Sansasyonel olmalı. Bir klibinde haçları yakması, kiliseye siyah bir aziz sokması ve onunla öpüşmesi gibi. Tabulara dokunmalı, cesur olmalı. Sahnedeki sado-mazo şovları ve orgazm simülasyonları gibi. Cool olmalı.

Parasızken çektirdiği çıplak fotoğrafları yayınlandığında ‘Ee? N’olmuş yani?’ deyip kestirip atması gibi. Komik olmalı. ‘Pırt yapmak ayıp değildir. Pırt popodan çıkan müzikal bir mırıltıdır. Soğuk gecelerde yorganı ısıtır ve pireleri boğar’ diye başlayan şiiri gibi. Samimi olmalı. ‘Hayattaki en büyük aşkım Sean’dur (Penn)’ demesi gibi. Genç olmalı ya da hiç yaşı olmamalı. Aynı bugün disko topunu herkesten iyi döndürdüğü ve dans pistini yerinden oynatması gibi. Şöhretli olmaktan bahsetmeli, bunu ‘Ben niye buradayım ve niye bu vücudun içindeyim’ gibi varoluşsal bir noktaya getirip sorgulayabilmeli. İstisnasız bütün albümlerinde ve röportajlarında yaptığı gibi. Orijinal olmalı. Dünyada eşine az rastlanır Frida Kahlo koleksiyonu gibi. Naif olmalı. 5 yaşında kaybettiği annesinin mezarının yanına uzanıp ‘Eğer beni böyle yan bir şekilde gömerseniz, onun yanına sığabilirim belki de değil mi?’ diye sorduğunda olduğu gibi. Disiplinli ve programlı olmalı. Onun yoga seansları ve park yürüyüşleri gibi. Risk alabilmeli. Son albümünü 28 yaşında deneyimsiz bir yapımcıya teslim etmesi gibi. Karmaşık olmalı. Bir cümle onun pornografik fotoğraflarla dolu seks kitabından, ikinci cümle 40 dile çevrilen çocuk kitabından bahsetmeli. Yazı belki de ‘Pop Kraliçesi. Devrimci. Evrimci. Kabalacı. Şarkıcı. Dansçı. Anne’ diye başlayıp sadece MADONNA diye bitmeli. Onunla ilgili bir şeyler anlatmalı ama çözmeye çalışmamalı. Onun 47 yıldır yaptığı gibi. Bir sinüs eğrisine benzemeli. İnişi ve çıkışı olmalı. Hayatı gibi.

Hayatında ilk kez bindiği uçaktan indi ve New York’un küçük bir şehri andıran havaalanının önünden yine hayatında ilk kez bir taksiye bindi. Üstünde bir dansçı taytı, sağ omzunda küçük bir çanta, sol elinde küçük bir oyuncak bebek, cebinde ise sadece 35 doları vardı. ‘Çek’ dedi taksiciye ‘her şeyin ortasına götür beni’. Yıl 1977. Balerin olma hayaliyle geldiği New York’tan, yani her şeyin yaşandığı bu yerden, bu hayattan çok uzakta büyümüştü.

Bu tarihten tam 19 yıl önce 16 Ağustos saat 07.05’te Detroit’in Rochester denilen küçük bir bölgesinde doğmuştu. Nüfusa kayıtlı ismi: Madonna Louise Veronica Ciccone. Annesi Kanadalı bir Fransız, babası Silvio ise İtalyan asıllı bir Amerikalıydı. Dört kızkardeşi, 2 erkek kardeşi vardı. Kızların en büyüğü oydu. Ama yeterince büyümeden yaşadı hayatının en sarsıcı deneyimini. Annesi göğüs kanserinden öldü: ‘Bir melek olduğunu düşünürdüm annemin. O kadar iyi kalpliydi ki. Niye gitmesi gerekiyordu? Bu sorunun cevabını bulamadım uzun süre.’

Ciccone Ailesi için zor günler başlamıştı. Kardeşler çeşitli akrabaların ve arkadaşların evlerine dağıtıldı. Çünkü baba Silvio, ki aile arasında ona Tony de diyorlar, çocuklarla baş edemeyeceğini düşünüyordu. Zaten kısa bir süre sonra eve temizliğe gelen Joan Gustafson’la evlendi. Garip bir kadındı Gustafson. Çocukların ona anne demesi için baskı yapıyordu. Madonna diretti, bir süre babasıyla küstü ama ona hiç anne demedi.

KATOLİK LİSESİNDE NE YASAKSA YAPTI

12 yaşında Aziz Andrews Katolik Lisesi’ne yazıldı. Katı kuralları vardı okulun: Naylon çorap, makyaj, mini etek yasak! Ne yasaksa Madonna onu yaptı. Ama bu arada dersleri de gayet iyiydi. Derslerden ‘A’ almak lazımdı çünkü babası her ‘A’ için 25 cent bonus veriyordu. Lisedeki bütün sahne aktivitelerine, özellikle bale gösterilerine katılıyordu. Zaten Michigan Üniversitesi’ne de dans bursuyla girdi. Chris Flynn’in önderliğindeki bale okulunda iki sene dans etti. Ama yetmiyordu. Toparlanıp New York’a gideceğini söylediğinde bale hocası Flynn dışında herkes karşı çıktı. Ama o her zamanki gibi bildiğini okudu ve gitti.

Queens’de elindeki parayla evin asıl sahiplerinin hamamböcekleri olduğu bir kümes tuttu. Apartmanın içi ise şarapçılar için bir barınaktı. 3 ayrı lokantada garsonluk yaparak yaşıyordu. Bu arada Alvin Ailey dans okulunun seçmelerine katıldı ve burslu olarak okumaya başladı. Sabah gün ağarmadan kalkıyor, dans etmeye başlıyor, dersi bittikten sonra lokantaya gidiyordu. Bazen diğer dansçı arkadaşlarıyla bedavaya Lincoln Center’da bir konser ya da Central Park’ta Shakespeare izlemeye giderdi, o kadar. Bir gün bir arkadaşı ‘Seni bir gece kulübüne götüreceğim’ dedi. Nasıl bir yer olduğunu o kadar bilmiyordu ki belki sıkılırım diye yanına Scott Fitzgerald’ın bir kitabını almıştı. Sıkılmak mı? O gece tam 6 saat durmadan dans etti. Hem de ne dans etmek! Kulüpteki diğer herkes yerinde ritim tutup gayet cool bir şekilde dururken o döne döne tepelere tırmanıyordu. Gece hayatı o gün başladı. Pete’s Place, Blue Froggie...Bar bar dolaşıyordu. Oralarda Breakfast Band diye bir grupla tanıştı. Bateriste ihtiyaçları vardı. Bir süre onlar için bateri çaldı. Sonra kendisinin şarkı söyleyebileceği, lider olabileceği bir grup kurmaya karar verdi. Emmy öyle doğdu. Bir süre onlarla gece kulüplerinde şarkı söyledi ama baktı ki bu grup ne uzar ne de kısalır, hemen bıraktı. Ne yapacaksa tek başına yapacaktı.

Blue Froggie’de tanıştığı müzisyen Steven Bray’in bağlantıları sayesinde Sire Records’la 5 bin dolara albüm anlaşması yaptı. İlk single’ı Everybody’nin hiçbir yerinde Madonna’nın resmi yoktu. O yüzden herkes onu zenci bir şarkıcı zannetmişti. Single 250 bin satınca 1983’te ilk albümü Madonna zaman kaybetmeden yayınlandı. Bu kez MTV sağolsun Madonna’nın kim olduğunu herkes görecekti. Lucky Star klibinde dipleri koyu platin saçları, kısa eteği ve boynundaki koca haç kolyesiyle dans ediyordu. Bilerek ya da bilmeyerek genç kızlar arasında bir moda yaratmıştı. O kadar ki kızlarının saçlarını boyatmasına ses çıkarmayan Yahudi bir aile haç takmak istediğini söylediğinde ne yapacağını şaşırmış, kızlarına Davut Yıldızı takmasını önermişti. Sonradan Madonna’nın mistik Yahudi tarikatı Kabala’ya gönül vereceğini bilselerdi kızı ikna edebilirlerdi belki.

1985 Madonna için önemli bir yıl. Onu dünya çapında üne kavuşturan Like a Virgin albümü bu yıl yayınlandı. Ama daha önemlisi bu yıl hayatının aşkı Sean Penn’le tanıştı ve evlendi. Material Girl single’ına klip çekiyordu. Tesadüfen stüdyoya Sean Penn geldi. O gün tanıştılar ve birlikte olmaya başladılar. Bir sabah Madonna yatağın üstünde zıplarken -bu onun uyanma ritüeli- Penn ona garip bir şekilde bakmaya başladı. ‘Aklından ne geçiyorsa cevabım evet’ dedi Madonna. Evlenmeye karar verdiler o sabah. Evlilik törenini paparazzilerle dolu 13 helikopter izledi. Penn’in sinirleri iyice gerilmişti. Az ötedeki çalıların arasına saklanmış iki paparazziyi fark edince onları bir güzel benzetti. 4 yıl süren evlilikleri boyunca paparazzi benzetme konusunda ustalaştığı söylenebilir. 1989’da Madonna çözümsüz ve şiddetli geçimsizlik nedeniyle boşanma davası açtı.

KONİ GÖĞÜSLER MASTÜRBASYON ŞOVU

Madonna sarsmayı seviyor. Sadece onu dinleyenleri değil, dünyadaki herkesi. Herkes kafasından geçenleri bilsin istiyor. Penn’den boşandıktan kısa süre sonra çıkardığı Like a Prayer single’ı tam da bunu yaptı. Klibinde kiliseye zenci bir aziz heykeli sokuyor, sonra o heykel canlanıyor ve ikisi ateşli bir şekilde öpüşüyordu. Vatikan hemen kınadı. O sırada Pepsi’yle yaptığı 5 milyon dolarlık reklam kampanyası anlaşması da sırf bu nedenden iptal oldu. 1990’da çıktığı Blonde Ambition turnesi de başka bir alemdi. Bu kez turneye damgasını vuran Jean Paul Gaultier imzalı büstiyeriydi. Göğüs kısımları koni şeklinde uzuyordu. Sahne şovundaki sevişme, mastürbasyon ve orgazm simülasyonları nedeniyle Toronto’da az daha tutuklanıyordu. Bu turnenin neredeyse bütün anları bir belgesel olarak çekildi. In Bed With Madonna (Madonna’yla yatakta) belgeseli o kadar özele iniyordu ki o sırada birlikte olduğu Warren Beaty ‘Bu delilik! Sen kamera olmadan konuşamaz mısın?’ diye isyan ediyordu. Turne dönüşü çıkardığı Justify My Love single’ının klibi de olay yaratmıştı. İçindeki lezbiyen, sado-mazo seks ve anal seks görüntüleri yüzünden neredeyse hiçbir kanalda yayınlanamadı. 1992’de çıkardığı Erotica albümünde ve Seks adlı kitabında bütün cinsel fantezilerini dünyaya anlattı.

Bütün bunlar Madonna hayranlarının, en açık görüşlü insanların bile canını sıkmaya başlamıştı. O yüzden Evita filmi belki de tam zamanında yetişti. Saçlarının rengini koyulttu ve pek de parlak olmayan film kariyerinin en iyi oyunculuk performansını verdi. Daha sonra çektiği eşcinsel bir adama aşık olan bir kadını canlandırdığı The Next Best Thing gişe yapamadı. Onu izleyen Swept Away ise tam bir felaketti. Film eleştirmenlerinin genel kanısı Madonna ancak ruh olarak kendisine benzeyen kadınları iyi canlandırabiliyordu. Tıpkı Evita’da ve yıllar önce çektiği, bir pop şarkıcısını anlatan Seeking Susan’daki gibi.

1996’da spor hocası Carlos Leon’dan evlilik dışı bir kız çocuğu doğurdu. Lourdes, ya da Lola’nın annesinin ruh tekamülüne çok katkıda bulunduğu, onu spiritüel bir yola ittiği söyleniyor. Gerçekten onun doğumundan iki yıl sonra çıkardığı Ray of Light albümünde bambaşka bir Madonna vardı. Elektronik müzik üstadı William Orbit’le çalışmıştı. Artık saçlar siyah, danslar yavaş, şarkı sözleri daha felsefiydi. Ama bu tabii ki bu albüme özgü bir durumdu. O her seferinde başka biri olarak geri dönecek, kendini yeniden keşfedecekti. Bu yüzden eleştirmenler ona bukalemun diyor. 2000’de çıkardığı Music albümünde o artık şehirli bir kovboydu. Tam o dönemde yakın arkadaşı Sting’in evindeki bir yemekte İngiliz yönetmen Guy Ritchie’yle tanıştı. Artık buna arıza uçların ani çekimi mi dersiniz bilinmez, kısa süre sonra evlendiler. Oğulları Rocco bugün 5 yaşında.

AİLECEK ÇERNOBİL’İ TEMİZLİYORLAR

New York’luların ona ‘Saçının rengi iğrenç olmuş’ gibi yorumlar yapmasından sıkıldığından artık İngiltere’de oturuyor. Londra dışında bir malikanede. Çocuklarının televizyon seyretmesi kesinlikle yasak. Oğlu Rocco R&B dinlemeyi seviyor. Kızı Lourdes aslında Madonna hayranı ama annesini dinlemek hiç cool olmadığı için bundan utanıyor. Guy Ritchie’nin ise Madonna’nın yaptığı müzikle alakası yok. O İrlanda halk şarkılarını seviyor. Bu konuda evde kavgalar çıkıyor. Kısa zamanda Amerikan listelerinin bir numarasına oturan son albümü Confessions of a Dance Floor’u Ritchie’ye ilk dinlettiğinde ‘Bu ne rezalet şey’ deyip odayı koşarak terk etmiş. Müzik konusunda kocasını ikna edemese de Madonna, onu bir Kabala seansına götürmeyi başarıyor. Gidiş o gidiş. Londra’da 1.6 milyon dolar değerindeki tarihi bir binayı tarikata bağışlamasının dışında ailesini de tarikatın bir parçası yaptı Madonna. Artık hepsi tarikat üyesi olduğunu gösteren kırmızı bilekliği takıyor, ailecek her ay bir Kabala seansına gidiyorlar. Büyük bir odada oturup, yüzlerini doğuya dönerek ‘Çerrr-nooo-billl’ diye bağırıyorlar. Çernobil’in üzerindeki kötü enerjiyi bu şekilde temizliyorlarmış. MADONNA işte.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!