Olumlu Düşüncenin Gücü “Neuro 5”

Güncelleme Tarihi:

Olumlu Düşüncenin Gücü “Neuro 5”
Oluşturulma Tarihi: Ocak 20, 2003 11:43

The Human Genome – İnsan Gen Projesi kapsamında insan gen haritası çıkartıldığında, yüzde 99.9 birbirimizin aynısı olduğumuzu görmüştük. İnsan ırkı yüzde 99,9 birbirinin aynısı ise, ortadaki 6.5 milyar farklı insan neyin nesiydi acaba?

Neden dünyanın değişik bölgelerinde, ülkelerinde, şirketlerinde ve ailelerinde birbirinden taban tabana zıt, farklılığı ayyuka çıkmış insan tipleri var? Ve asıl önemlisi bu gördüğümüz insanların neden büyük bir bölümü olumlu düşünce özürlüsü haline gelmiş? Neden?

Haberin Devamı

Her şeyden önce farklılıkların, düşüncedeki farklılıklardan oluştuğunu bilmeniz lazım. Peki düşüncedeki farklılıklar nereden kaynaklanıyor? Neden bazı insan tipleri, meseleleri kafaya takmayan tipler olurken, diğerleri en basit bir olayı bile ömür törpüsü haline çevirebiliyor? Bazılarına göre hayat fıstık gibi akıp giderken, diğerleri takıntılı, kuruntulu insanlar haline geliyor ve hayatı çekilmez hale getiriyorlar?

 

Bir Çin Bilgesi “You are what you eat” der. Yani ne yersen “o”sun. Ben de “you are what you think” diyorum. Yani ne düşünürsen “o”sun.

Haberin Devamı

 

Düşüncenin gücüne inanan bir insanım. İster negatif, ister pozitif olsun, düşünce stiliniz kaderiniz haline gelir. Düşünce bir enerjidir ve bu enerjini etrafa yaydığı olumlu ya da olumsuzluklar vardır.  

 

Pozitif düşünce, ruhsal ve bedensel üretime dönüşür. Size bir şeyleri başartır ve haz verir. Negatif düşünce ise ruh ve bedeninizi tüketime götürür. Bedensel hastalıklarınızı arttırır ve psikolojik dengenizi mahveder.

 

Tarih boyu, “Ben kendime daha fazla nasıl zarar verebilirim? Psikolojimi nasıl bozabilir ve kendi hayatımı nasıl mahvedebilirim?” gibi bir sorular soran kişilerden uygarlığa yansımış hiçbirkatkı yoktur. Halbuki “Ben başarmalıyım, bir şeyler yapmalıyım, mevcut yaptıklarımdan daha fazla neler yapabilirim?” sorularının cevabını bulma peşindeki insanlar, tarihe yön vermiş ve insanlık tarihine katkı sağlamış şahsiyetlerdir.

 

Bu durumun, açık seçik orta yerde gözler önünde olmasına rağmen, insanlar pozitif düşünce üretmeyle ilgili pek başarılı bir strateji geliştiremiyorlar. Biliyorlar, ama bile bile lades durumundan da kendilerini kurtaramıyorlar.

Haberin Devamı

 

Hepimiz, Türk toplumunda hayatımıza kazınmış yanlış düşüncelerin dayatması içindeyiz. Çepeçevre negatif bir kuşatma altındayız. Çepeçevre olumsuz düşünceler sarmalındayız.

“Acaba çocuğum olacak mı, yoksa çocuğum olmadığı için kocam kayınvalidemin baskısı ile beni boşayacak mı?” korkusu ile, mutlu bir evliliği sağlıklı bir şekilde sürdürmek mümkün mü?

Ya da kadıncağız hamile kalsa bile, bu sefer de “Acaba düşük yapar mıyım, ya doğum normal doğum olmazsa, ya bebek ters gelirse, ya sezaryende ameliyat masasından kalkamazsam?” kaygısını yaşıyor 9 koca ay ve 10 koca gün boyunca. Neyse ki, ultrason denilen görüntüleme cihazları var. Bebeğin cinsiyeti ile ilgili, 9 ay 10 gün anksiyete yaşamaya gerek kalmıyor. Kızsa kız; erkekse erkek. Kabus dolu bir doğum süreci yaşamaya gerek yok. Ama bu sefer de “Alçak karı bana bir erkek evlat veremedin, yuh olsun sana!” vandalizmi tırmalıyor beyinleri.

Haberin Devamı

 

Amerikalı bir erkek, evliliğinin yedinci yılında elinde bir demet buketle eve gelirse, evdeki eşinin bunu yorumlaması şöyle oluyor: “Vay adi herif! Yedi yıl boyunca bir tek gül bile getirmedin. Şimdi kimbilir ne haltlar işledin ki, kendini affettirmek için elinde bi dolu buket eve geliyorsun.” Ve kadın evi terkediyor, evlilik veya partnerlik sona eriyor.      

 

İşyerleri kariyer savaşlarının yapıldığı modern bir arenaya döndü. Aslında hiç de değil. İşyerleri yapı, ekipman ve üretim olarak mükemmel düzeyde modernleşti, çağdaşlaştı. İnsanın içini ferahlatan ve insana huzur veren bir yapıya kavuştu. Peki ya içindeki insanlar? Sorun insanda. İnsanı, istediğin kadar modern, çağdaş yapılara ve ekipmanlara kavuştur, kafası çağdaşlaşmadan muasır medeniyetler seviyesini yakalamak pek mümkün değil galiba.

Haberin Devamı

 

Nasıl olsun ki? Yeni işe giren eleman, “Şirket ne zaman küçülecek,küçülemezse şirket ne zaman batacak, patron ne zaman beni işten atacak, müşterilerden bir şikayet telefonu ne zaman gelecek, çalışma arkadaşlarım arasındaki Brütüs kim olacak?” gibi olumsuz sorularla balataları sıyırıyor, kafayı yiyor ve yok yere hayatı zehir ediyor kendine. Olumsuz düşüncelerle sadece kendi kafasını yese, yine gam yemeyeceğim. Ama motivasyonu düşük, düşünce mentalitesi bozuk bir eleman, patronun da kafayı yemesine yol açıyor. Adam onca yatırıma girdiğine mi yansın, tahsis ettiği onca kaynağa mı yansın, bilemez hale geliyor.

 

Spor dünyası da bundan pek farklı değil. “Biz yapamayız, biz başaramayız abi” görüşü her yerde hakimiyetini koruyor. Son zamanlarda elde edilen olağanüstü başarı desteğine rağmen toplumumuzda henüz bir “başarı kültürü” doğamadı. Hala boynumuz bükük, gözlerimiz sönük, yüzümüz soluk, omzumuz çökük, umudumuz yitik, kalplerimiz kırık bir hayat yaşıyoruz.

Haberin Devamı

 

Yazması bile sıkıcı. Tamam da bunu yaşamak zorunda mıyız? Olumsuz düşünce labirentinde kafayı yemekle mi geçecek bize sunulan, bir armağan olarak verilen ve her saniyesi birbirinden değerli ve aynı anı bir daha yaşamanın imkanı olmayan bu hayat? Bu şizofreni ile yaşamak zorunda mıyız?

 

Eskiler, “Güzel bakan, güzel görür, güzel gören, güzel düşünür” demişler. Hayata güzel yönlerinde bakmak, hayatın güzelliklerini görmek zamanı gelmedi mi dersiniz?

 

OLUMLU DÜŞÜNCE STRATEJİSİ

 

İnsanlar iki ana sebepten dolayı bir “olumlu düşünce stratejisi” geliştiremiyorlar:

 

1. Yaşadığımız başarılar, beş duyu organımızca hazmedilemiyor, hayatımızın sonraki alanlarında bir kaynak haline getirilemiyor.

 

2. Yaşadığımız olumsuzluklar, beş duyu organımız hatta altıncı hislerimiz dahil bütün ruh, beden ve çevre kıskacı ile hem bütün duyularımızla haddinden fazla hazmediliyor hem de ömür boyu peşimizi bırakmıyor.

 

Kısaca, başarıları “neuro 5” dediğimiz beş temsil sistemi ile doya doya yaşayamıyoruz. Bunun tam tersi, olumsuzlukları ise abartılı bir şekilde 5 + 1 temsil sistemi ile yaşıyoruz.

 

Örnek mi? Mesela başarıları ele alalım. Okulunda başarılı olmuş bir yavrucak. Anne babasının tavrı şu, “Ne var, başarı senin görevin kızım, milyarlarca lira para harcıyoruz, şu krizde özel okullara yolluyoruz, takdir teşekkür almazsan ayıp, sen geri zekalı mısın, tabi ki takdir teşekkür alacaksın...”

 

Ve yavrucağın ellerinde kalakalıyor teşekkür belgesi. En iyi ihtimalle bir kek ya da pasta ile geçiştiriliyor bu mucizevi başarı.

 

Bırakın teşekkür belgesini, 8 yıllık temel eğitim veya sonrasındaki eğitimin sonunda aldığı diplomaları bile göremedim hiçbir evin duvarında şimdiye kadar. Neden? İki günlük seminerin sertifikası ile duvarını süsleyen patron baba, eve dönünce kişilik değiştiriyor. Bir seminerdeki başarısını, yıllarca anlatıyor. Bundan tatmin oluyor. Ama iş çocuklarına veya elemanlarına gelince, başarı mükemmellik değil, mecburi standart oluyor. Okul birincisi olmazsan ayıp, bu üründen şu kadar satmazsan ayıp. İyi de nerde kaldı adalet?

 

Dolayısı ile, başarı onu yakaladığımız anla sınırlı kalıyor.  O an yaşanıyor ve saman alevi gibi yanıverip tükeniyor. Ama sönerken beraberinde  bazı şeyleri de söndürüyor. Neleri mi? Başarı azmini, pozitif düşünce gücünü, başarı modellemesini, geleceği şekillendirme arzusunu. Ve en önemlisi de içimizdeki yaşama sevincini.

 

İkinci maddede söylediğim olumsuzluklarla ilgili de aynı çifte standart maalesef yine geçerli. Büyüklerin olumsuzlukları hemen unutuluyor ama, küçüklerin olumsuzlukları, fakirlerin, gariplerin, yoksulların, astların olumsuzlukları ise, bir ömür boyu başa kakmak için tepe tepe kullanılıyor.  

 

“Bunu bana yapmayacaktın abi”lerle geçiyor ömür. Yapılan kötülüğü, yaşanan olumsuzluğu bir türlü unutamıyoruz.

 

Böyle bir psikoloji içinde olumlu düşünceden bahsedilebilir mi?

 

SİZİ UÇURACAK BİR FORMÜL

 

Şimdi size güzel bir NLP tekniği önereceğim. Erinmeyin, üşenmeyin yapın. Sizi ve bizi kurtaracak mutluluk hormonlarını beyninizden bedeninize yayın. Hem siz mutlu olun, hem de bizi mutlu edin.

 

Olumlu düşünebilmek için iki temel şeye ihtiyacınız var. Birincisi, olumlu düşüncede hız kazanmak, ikincisi ise sizi tökezleten olumsuz düşünce frenlerinden kurtulmak. Bu iki tekniğibirleştirdiğinizde u-ça-cak-sınız. Hazır mısınız?

 

Bir mutluluğu beş duyunuzla en yüksek düzeyde yaşama anı tatmin ve doyum anıdır. Yani mutlu olduğunuzda görerek, işiterek, hissederek, koklayarak ve tadarak mutlu olduysanız, bu mutluluk ömür boyu hafızanızdan silinmez. Yaşadığınız o mutluluk, bir koca ömür peşinizi bırakmaz.

 

Öncelikle size en çok mutluluk veren bir deneyiminizi bulun. Yaşadığınız en mutlu anınıza gidin. Size en fazla onur, gurur ve mutluluk veren o olay anını tekrar yaşayın. O anın resmini gözlerinizin önüne getirin. Aldığınız bir kişisel gelişim sertifikasını düşünün mesela. Ama sertifika dünyanın en güzel sertifikası olsun. Parıl parıl. Yaldızlı bir sertifika. O sertifikayı, görsel bir şölene dönüştürmek için ne gerekiyorsa yapın. Işık ekleyin, ışık oyunları ekleyin tören alanına. Rengarenk bir hercai menekşe gibi kuşatın her yeri boydan boya gökkuşağı renkleriyle. Siz başardınız. İnsanlar size hayran hayran bakıyor. Sertifika size takdim edilirken, kalabalığın muhteşem görüntüsünü getirin gözlerinizin önüne.

Sonra işitsel temsil sistemine geçin. Kağıdın hışırtısını duyun. Konuşun onunla. Sertifikanın sesini, sizin sesinizi, tebrikleri duyun. Alkışları, tezahüratları… Ve takdirleri… Evet başardın, harikasın diye seslenin kendi kendinize. Ve kendi kendinizi tebrik edin. Gerekiyorsa en sevdiğiniz müziği, bandoyu, orkestrayı ekleyin fon müziği olarak. İşitsel olarak, hoşunuza giden her şeyi ekleyin o en mutlu anınıza. “Uh ah dev adaaam, bu oniki dev adaaam” Nasıl, iyi mi?

 

Değişimden hoşlandınız mı?

 

Daha sonra duygusal, kinestetik temsil sistemine geçin. Hislerinizle, yaşadığınız mutluluğu abartın. Arttırın, artırın, korkmayın mutluluğunuzu dalga dalga tüm vücudunuza yayacak hislerinizden…  Kucaklaşın etrafınızdaki insanlarla. Hissedin. Sertifikaya elleyin. Hatta ellemeyin, okşayın, öpün. Bağrınıza bastırın. Sımsıkı kucaklayın. Ürpertsin sertifika almanın mutluluğu içinizi. Tüyleriniz diken diken olsun. İçinizdeki yaşam enerjisi dolaşsın damarlarınızda. Yaşayın.

 

Ve kokusal temsil sistemlerine geçin. Ortama en sevdiğiniz kokuları ekleyin. Sıkın o pahalı parfümlerden. Ortalığı kaplasın bir misk-i amber kokusu.

 

Son olarak tatsal temsil sistemlerine geçin. En sevdiğiniz tatları ekleyin o deneyime. En güzel pastaları ikram edin kendi kendinize. O tören anında yiyin dünyanın en güzel pastalarını yemeklerini. Mükemmel bir ziyafet çekin kendinize.

 

Neler hissettiniz? Başarı, şimdiye kadar tek temsil sisteminizle, üstelik yarım yamalak yaşanmayacak kadar muhteşem bir şeymiş değil mi? İşte şimdi olumlu düşüncenin ilk kapısını açtınız. Bıkmadan tüm olumlu deneyimlerinizi abartarak devam edin yola.

 

OLUMSUZLUKLARDAN KURTULMANIN FORMÜLÜ

 

Tabi hareket etmek için, olumsuz düşüncelerinizin “neuro 5”inden kurtulmanız, ayağınızı frenden çekmeniz lazım. Bunu da, yukarıda yaptığınız olumlu deneyim anındaki beş temsil sistemi ile abartarak yaşamayı, tam tersine çevirerek yapacaksınız. Yani olumsuzlukları sanki hiç yaşamamış gibi ele alacaksınız. Görmeyecek, duymayacak, hissetmeyecek, koklamayacak ve tatmayacaksınız.

 

Önce, olumsuz deneyim anınızdaki hatırladığınız tüm görsel imajları, sevdiğiniz bir formata dönüştürün. İşitsel algılarınıza takılan seslere bir format atın, değişsinler. Kötü sesleri silip, iyi seslere çevirin. Hislerinize bakın. Kötü hissettiğiniz her şeyi iyiye çevirin. “Miş gibi” yapın. Sanki olumsuzlukları hiç yaşamamış gibi yapın. O olay anında, sevmediğiniz kokular varsa eğer, sevdiğiniz kokulara dönüştürün. Sevmediğiniz tatlar varsa, en sevdiğiniz tada çevirin onları.

 

Bu iki aşamalı uygulamayı, hayatınızın size sıkıntı veren her anına adapte edin. Göreceksiniz, olumlu düşünce hayatınızı çepeçevre kuşatan bir koruma kalkanı örecek etrafınızda. Ve sizi olumsuz düşüncenin o kahredici yönlerinden koruyacak.

 

Japon kültüründeki gibi işe gülümseyerek başlayın. Siz güldükçe düşünceleriniz de gülecek. Hayata gülümseyin. Hayatı güldürdükçe, hayatın da sizi güldürdüğünü göreceksiniz. Bunu neden mi yapıyoruz. E, biz insanız.

 

Münir Arıkan

Düşünce Öğretmeni - NLP Trainer

 

Münir Arıkan'ın yenibir.com'da yayınlanan diğer yazıları:

 

Endişe: En büyük yok edici
Müşterimiz Öldü, Yaşasın MüşteriBiz
Aile İçi İletişim ve İş Hayatımız
NLP teknikleri ile "sıradışı düşünce"
Nitelikli insan olma sanatı
Erotik Öğrenme - Erotic Learning
Kişisel kıyametiniz ne zaman kopacak?

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!