OluÅŸturulma Tarihi: Ekim 29, 2004 00:00
Kızının altı arkadaşı salona girdiğinde divana uzanmış yatıyordu yaşlı adam. Gençleri görünce değiştirmedi pozisyonunu. Gülümseyerek elini uzatan Emrah’ı da tersledi, ‘Ben kimseyle tokalaşmıyorum’ diyerek. Yüzünü öbür tarafa çevirdi, bir daha dönüp bakmadı bile.Eli havada asılı kalan Emrah, şaşırıp kalmıştı. ‘Amma tuhaf ve kaba bir adam’ diye düşündü. Böyle bir davranışı hakedecek ne yapmış olabilirdi?Dese ki, kızının sevgilisi sandı da ondan böyle davranıyor, sevgili falan değillerdi. Sadece arkadaşlardı o sırada. Altı arkadaş, birlikte yemeğe çıkacaklardı. Pınar’ı almak üzere hep birlikte geldiklerinde, annesi içeri buyur etmişti hepsini. Ayaküstü bir ‘Merhaba’ deyip, çıkacaklardı.Emrah’ın üzüldüğünü gören Pınar’ın annesi Işınay hanım, yanına geldi. ‘Oğlum, hasta olduğu için tokalaşmıyor. Sakın alınma, sana karşı değil hareketi’ dedi. Dışarı çıktıklarında bu kez Pınar, daha ayrıntılı açıkladı babasının durumunu:- Kusura bakma. Babam, ‘multible miyalon’ adlı bir kemik hastalığına yakalandı. Mikrop kapmaktan korktuğu için tokalaşmıyor. Pınar ve annesinin çabaları, Emrah’ın yaşlı adama karşı olumsuz duygular beslemesini engelleyemedi. Mantığı kabullenmesini söylese de duygularına söz geçiremedi.ŞARKILARI VE İÇKİYİ SEVEN BİR ADAMDIHayat bu. Hangi yöne akıp gideceğini bilemezsiniz. O akşam birisi çıkıp da, bir gün o aksi ihtiyarın kayınpederi olacağını ve hatta onu çok seveceğini söylese, Emrah gülüp geçerdi.Ancak iki ay sonra, Pınar ile duygusal bir ilişki başladı aralarında. Emrah, evlerine daha sık gelip gitmeye başladı. İşte o zaman baba Mustafa Zeki Doğan’ı yakından tanıyıp, çok sevdi.Artık onun ‘aksi ve kaba bir adam’ olmadığını, tam tersine sevimli, hayat dolu bir insan olduğunu düşünüyordu. Hatta gerçek babası kadar yakın hissetmeye başlamıştı.Zeki baba, keyifli bir adamdı. İçkiye ve Türk Sanat Müziği’ne tutkundu. Hemen her akşam içtiği için alkol olmayan toplantılara katılmıyordu. Evde içtiği akşamlar hep aynı şarkıyla noktalanıyordu; ‘Ölürsem yazıktır sana kanmadan.’ İki kızı da konservatuvar mezunuydu. Kızları, hemen her akşam bu şarkıyı söylemekten bıkmışlardı. Zeki baba kızlarına son yıllarda şarkısını söylemeleri için 100 dolar rüşvet teklif etmek zorunda kalıyordu.İçtikçe daha neşeli oluyor, espriler yapıyor, renkli anıları ile süslüyordu sohbeti. Tosyalı olmanın kendisine sıra dışı bir espri yeteneği kazandırdığına inanıyordu. Bu tezinin en önemli dayanağı, ‘Manda yuva yapmış söğüt dalına’ türküsünün Tosya yöresinden çıkmış olmasıydı.Büyük kızı Pelin’e ilkokul yıllarında yaptığı bir şakayı anlatırken hala kahkahalara boğuluyordu:- Pelin, kıtaları sordu birgün. ‘Avrupa, Asya, Tosya’ dedim. O da inandı. Okula müfettiş gelmiş. Tesadüfen bizim kızı kaldırıp ‘Dünyada kaç kıta var?’ diye sormuş. Pelin de kendinden emin. Kalkıp, bağıra bağıra ‘Avrupa. Asya, Tosya’ demesin mi?Öğretmeni ‘Aman kızım ne diyorsun? Ne Tosyası?’ diye Pelin’i susturmaya çalışırken, müfettiş gülme krizine girmiş. Meğer müfettiş de Kastamonuluymuş.’Zeki babanın eğlenceli hikayelerinin önemli bir kısmı da, gençlik yıllarındaki çapkınlığı ile ilgiliydi. Hukuk fakültesi üçüncü sınıf öğrencisiyken, Almanya’da okuyan bir arkadaşının ‘Burada kadın kaynıyor, erkeklerin çoğu savaşta öldüğünden kadınlar erkeğe hasret’ sözlerini duyunca, fakülteyi bırakıp yola düşmüştü. Gerçi hukuk yerine dişçilik fakültesine girip, onu da bitirememişti ama bu kararından hiç pişmanlık duymamıştı. Mesleğiyle ilgili anılarında sevimli taraflarını bulup çıkarmakta ustaydı o. Beyoğlu’nda bir Bulgarı takip ederken, boyacı kılığına girince, yerlerini kaptığını sanan boyacılardan dayak yemişti. Bunu anlatırken en çok kendisi eğleniyordu.YAKAMA NE RENKGÜL TAKAYIMPınar ve Emrah, dört yıllık bir birlikteliğin ardından evlenmeye karar verdiklerinde çok sevindi Zeki baba. En büyük hayali kızlarını evlendirmekti. Büyük kızı Pelin, nikaha bir hafta kala nişanlısından ayrıldığı için Pınar’ın evlenmesi çok önemliydi. Altı ay öncesinden 22 Temmuz 2003 için gün aldılar Kalender Ordu Evi’nden. En ince ayrıntısına kadar planladıkları düğünde Pınar, Emrah için yazdığı bir şiiri okuyacak, bir de şarkı seslendirecekti. Beyazlar içinde romantik bir düğün olacaktı.Ancak düğün yaklaştıkça Zeki baba ağırlaştı. Nisan ayı geldiğinde neredeyse haftada birkaç kez ambulansla hastaneye kaldırılır olmuştu. Yakalandığı hastalık böbreklerini yıpratmıştı. Düzenli olarak diyalize girmesi gerekiyordu.Bu kadar sık diyalize girince, bacak damarları delik deşik olduğundan, katater takacak yer bulunamıyordu. Doktorlar, ameliyatla koluna fistül takmaya karar verdiler. Aksi takdirde bir süre sonra diyalize de giremeyecekti!Uzun tartışmalardan sonra düğüne 17 gün kala ameliyata girmesi kararını verdiler. Zeki baba, ameliyat sonrasında ayılır ayılmaz gülümsemeyi başardı:- Düğünde yakama beyaz mı, yoksa kırmızı gül mü takayım?Ameliyat sorunsuz geçmişti. Doktorlar, her iki günde bir diyalize girmesi gerektiğini söyleyerek taburcu ettiler Zeki babayı. Bütün aile mutluydu. Düğünden bir gün önce diyaliz günüydü. Pelin de hastaneye birlikte gitti babasıyla. Diyalize girerken, doktor ‘Kaç gün oldu fistül takılalı?’ diye sordu. Pelin’in, ‘17 gün’ dedi. Doktor, diyalizi izin bile almadan takılan fistülden uyguladı.Halbuki takılan yeni aparat ancak 30 gün sonra kullanılabilecekti, aksi takdirde henüz oturmamış olduğundan komplikasyona yol açma riski yüksekti.BU DÜĞÜN MUTLAKAYAPILMALI, O KADARDiyalizden keyifsiz döndü Zeki baba. Pınar, düğünde kullanacağı tekerlekli sandalyeyi gelin tülleri ve çiçeklerle süslemiş kapının önüne koymuştu ama fark etmedi bile. Pınar’ın evde kaldığı son geceyi konuşarak geçirmeyi planlamışlardı. Zeki babayı kanapeye yatırdılar. Şişen kolunun ağrısı sohbet edecek hal bırakmamıştı yaşlı adamda. Sonra giderek kötüleşmeye, etrafındakileri tanımamaya başladı. Telaşlanıp, ambulans çağırdılar.Evde kalan Pınar, hastaneden gelecek haberi beklemeye başladı. İki saat kadar sonra kapının zili çaldı. Emrah’ı karşısında görünce anladı babasının öldüğünü. Gecenin o vaktinde Emrah’ın geri gelmesinin başka bir anlamı olamazdı. Zeki baba, hastaneye yetişemeden ambulansta yaşamını yitirmişti. Doktorlar onu yaşama döndürmeyi başaramamışlardı.Pınar, şiddetle ağlamaya, kendini yerden yere atmaya başladı. İlk tepkiyi Işınay hanım verdi. Düğünün iptal olması gerektiğini düşünen Pınar’a döndü, ‘Kendini toparla. Bu düğün olacak’ dedi. Bir an soluk alıp devam etti:- Bu babanın en büyük vasiyetiydi. ‘Ne olursa olsun bu düğün olmalı. Ben maddi manevi her şeyimi bu düğüne adadım’ diyordu. Ardından herkes fikrini belirtti. Kolay bir karar değildi. Sabaha kadar tartıştılar. Saat 07.00’ye doğru Pınar’ı ilaçlarla uyuttuktan sonra netleşti düğünü gerçekleştirme kararı:- Düğünün iptali Zeki babanın ruhuna acı verir.Zeki babanın ölümü, düğün bitene kadar kimseye söylenmeyecekti. Adıyaman’dan, Ankara’dan, hatta İngiltere’den bile gelen konuklar vardı. Ölümü duymaları, düğünü cenaze havasına sokardı. ‘Düğün düğün gibi cenaze cenaze gibi olmalıdır’ dediler.BABA ADI SORULUNCAPINAR ALT ÜST OLDUO gün dışardan gelen birisi olsa, evin düğünevi değil, cenazevine benzediğini hemen farkederdi. Herkesin kederi yüzünden okunuyordu.Akşam, Kalender Orduevi’ne gittiklerinde yüzlerine sahte bir gülümseme yerleştirdiler zorunlu olarak. Zeki babanın yokluğunu konuklara fark ettirmemeye çalışıyorlardı. Soran arkadaşlarına, ‘Kendini kötü hissetti gelemedi. Evde dinleniyor’ dendi. Düğün boyunca gözleri dolu doluydu arkadaşlarının. Bir olağanüstülük olduğunu hissetmişlerdi. Davetliler arasından nikah masasına doğru yürürken, Pınar bembeyaz gelinliği içinde titriyordu. Emrah, bir terslik olmaması için sıkıca sarıldı koluna.Nikah memuru ‘Baba adı?’ diye sorana kadar her şey yolundaydı. O soruyu duyduğu an, Pınar altüst oldu. Gözlerinin dolduğunu ve gücünün tükenmek üzere olduğunu gören Emrah, elini avuçlarının arasına alıp bütün gücüyle sıktı. Kendine gelen Pınar, titreyen bir sesle ‘Mustafa Zeki Doğan’ dedi. Bu kadarı yetti nikah memuruna. Ailenin kederli hali, ister istemez düğüne yansıdı. Pınar, hazırladığı şiiri ve şarkıyı okuyamadı. Dansları coşkulu değildi; ikisi de Zeki baba oradaymış gibi sürekli gökyüzüne bakıyorlardı. Pastayı kestikten sonra konuklar ‘gelin ve damat için’ kadeh kaldırırken, onlar şampanya kadehlerini ‘Zeki baba için’ kaldırdıklarını söyleyemediler. Düğün sonunda çekilen aile fotoğraflarında daha çok hissedildi Zeki babanın yokluğu.Düğün bir aksilik olmadan sona erince derin bir nefes aldılar. O gece zehir gibiydi, Pınar ve Emrah için geçmek bilmedi. Gözlerine uyku bir an bile girmeden sabahı ettiler.Ertesi gün öğle saatlerinde cenaze töreni yapılacaktı. Sabah erkenden cenaze hazırlıklarına girişildi. İşin en zor kısmı, aile dostlarına
haber vermekti. Yakınlarının bir kısmına düğünden hemen sonra söylemiÅŸlerdi ama çoÄŸuna o sabah haber verdiler Zeki babanın yaÅŸamını yitirdiÄŸini. Ä°lk tepki ÅŸaÅŸkınlıktı. Ardından çoÄŸu, gösterdikleri metanetten dolayı tebrik ediyordu onları. Sadece bir kiÅŸi eleÅŸtirdi:- Ne!!! Zeki abi morgdayken siz düğün mü yaptınız?‘Evet!’ dediler; ‘Biz, babamızın bedeni hastane morgundayken, düğün yaptık. İçimiz kan aÄŸlıyordu ama siz farketmediniz!’Ölüm düğünü beklememiÅŸti, düğün de cenazeyi...OKURA PUSULADOSTLARI ÃœZMÜŞ GENÇ EVLÄ°LERÄ°Düğün öncesinde ailenin yaÅŸadığı felaketi, damat Emrah Küçükgirgin elektronik posta ile gönderdi. Emrah bey ile bir dizi telefon görüşmesinin ardından öyküyü kaleme almaya karar verdim. Son olarak Pınar hanım ile konuÅŸtum ve düğün tarihi konusunda Kalender Orduevi ile temas kurduktan sonra hazırlıklar tamamlandı. Babalarının ölümü ile düğünlerinin içiçe geçmesinden duydukları acı bir yana bazı dostlarının bu yüzden onlardan uzaklaÅŸması hala üzüyor onları...YaÅŸam öykünüzü bekliyoruzFax: (312) 428 53 18e-mail: fbildirici@ hurriyet.com.tr Mektup adresi: Anlatsam Roman Olur Hürriyet Bürosu Cinnah Cad.No 8 K.Dere/AnkaraWeb sayfası: www.hurriyet.com.tr/anlatsamPAZARTESÄ°: ORMAN MÃœHENDÄ°SÄ°NÄ°N ÃœZEN Ä°NADIÂ
button