Güncelleme Tarihi:
Abdülrezzak ve Halime Kürani birbirlerine öylesine sarılmışlardı ki, birlikte toprağa verdiler
Karı koca birbirlerine öylesine sarılmışlardı ki, ölülerini kimse ayıramadı. Kolları birbirine iyice kenetlenmişti. Ayırmak için koparmak gerekiyordu. Baktılar olmayacak, Abdülrezzak ve Halime Kürani'yi birlikte verdiler toprağa...
Kimbilir, yataklarında ölümü beklerken neler yaşadılar? Nasıl geçirdiler son dakikalarını? Neler yaşadılar, neler çektiler? Bunları kimse bilemeyecek..
Yıkıntılar, sadece cesetleri değil birbirinden korkunç onlarca ölüm öyküsünü de örttü. Moloz yığınları, her biri müthiş filmlere konu olacak kadar korkunç senaryoları kıskançlıkla koruyor. Anılar ve yaşananlarla birlikte dehşeti de örtüyor...
MURAT'IN ACIKLI ÖYKÜSÜ
Tanıklı ölümler de var tabii. Genç gazeteci Okan Konuralp, depremin hemen sonrasında arkadaşlarının yardımına koştu. Ellerinde hiçbir malzeme yoktu. Sonra Murat'ın sesini duydu. Murat sakindi, kendisini kurtarmaya çalışanlara moral vermeye çalışıyordu: ‘‘Merak etmeyin ben iyiyim, telaş etmeyin’’ Bir grup insan, saatlerce uğraştılar, elleriyle kazıdılar taşları toprakları. Sonunda ulaştıklarında Murat iyi görünüyordu. Hemen hastaneye kaldırdılar.
Birkaç saat sonra yaşamını yitirdi Murat. O zaman anlaşıldı ki, dış görünüşü gerçeği yansıtmamıştı, şiddetli bir iç kanama geçiriyordu. Okan, 23 yaşındaki arkadaşını kaybetmenin acısını yüreğine yerleştirdi. Murat'ı yüreğinde, belleğinde çoğaltarak yürüdü, büyüdüğü kentin sokaklarında...
TANIKLAR DA ENKAZ DURUMUNDA
Sadece kent değil, depremin yaşayan tanıkları da birer enkaz durumunda. Adapazarı, amatör stadının duvar diplerine yerleşmiş insanların yüzü felaketin izleriyle dolu.
Stadın orta yeri, yardım malzemesi dağıtan ekiplerle kaplı. İstanbul'dan, Türkiye'nin her yanından şirketler harekete geçmiş, yiyecek, giyecek dağıtıyor.
Bir yanda etiketi üzerinde giysiler için kuyruğa giren insanlar, öbür yanda süt kuyruğunda bekleyenler. Tişörtlerin tümünün büyük beden için olması bir sorun, ihtiyacı olanla olmayanın ayırdedilememesi başka bir sorun...
- Çocuğunuz yoksa almayın, bunları küçük çocuklar için dağıtıyoruz!
Pudra dağıtan genç uyarıyor ama aldıran yok! ‘‘Çocuğumuz olmasa alır mıyız’’ dedi bir adam gülümseyerek. Genç adam uzattı pudrayı...
Manzarayı seyreden bir deprem yorgunu, başını salladı. ‘‘İnsanları anlamak zor ama biriktirmekten hoşlanıyorlar. Belki üç gün sonra yardım kesilir ve açıkta kalırız diye korkuyorlar.’’ Yanındaki arkadaşı, farklı görüşteydi: ‘‘Buradan Ankara'ya çocuk bezi gönderenler var. Ama gerçekten ihtiyacı olup da çocuk bezi bulamayan çok.’’
BİR GECEDE KAYBEDENLER
Az ilerde deterjan dağıtan genç bir kız, işini bitirdi, bu sırada. Ayağa kalktı, delikanlının elini tuttu, sarıldı, başını omuzuna koyup etrafı seyretti bir süre. Sonra elele lüks jeep'lerine doğru ilerlediler. Sevgilisi arabayı çalıştırdı, her şeyini bir gecede kaybeden insanların görüntülerini arkada bırakıp uzaklaştılar.
SİS BULUTU
Onların geride bıraktığı Adapazarı ovasının üzerine bir sis bulutu çökmüştü. Daha önce hiç olmayan, kirli mavi bir çizgi örtmüştü kentin üzerini.
O çizginin altındaki kent, bir enkaz yığınıydı. Yakınlarını canlı kurtarmaktan umudu kesmişti insanlar. Moloz yığınları arasından eşyalarını ayıklamaya çalışıyorlardı.
KEPÇELER DAHA HOYRAT
İş makinaları, ilk günlere oranla daha hoyrattılar. Kepçeler daha dikkatsiz giriyorlardı, beton yığınlarının arasına.
Bir belediye işçisi, orada duran kalabalığa seslendi; ‘‘Bacım eşyalarınızı alın.’’ Bir çarşaflı kadın, işçinin yanına gidip, eşyaları aldı. Eşya diye aldıkları, bir makas, bir de televizyon kumanda aletiydi...
MALZEMELER TÜKENSİN
Kentin caddeleri ise yardım kamyonları, araçlarıyla doluydu. Polisin kente girişi sınırlaması durumu değiştirmemişti. Hemen her köşe başını bir araç, uzun bir kuyruk kaplamıştı.
Öyle ki, caddeden geçen araçlara uzanıp, ‘‘Su’’ demeniz yeterli. Hemen bir pet şişe su fırlatılıveriyor elinize. Zaten onlar da araçtaki malzemeleri tüketme çabasında.
BİZİ TANIMIYOR MUSUN?
Küçük yerleşim birimlerinde de kriz merkezleri yardım işiyle başedemez durumda. Gölyaka'da gördüğüm yiyecek dağıtım yeri tam bir sefalet içindeydi. Binlerce ekmek açıkta üst üste yığılıydı. Çürümüş domatesler salatalıklar bir köşeye atılmıştı.
Kimisi kamyonlarla malzeme alıp gidiyor, kimisi küçük poşetlere dolduruyordu. Hangi malzeme nereye gidiyor, ihtiyaç sahibi mi? Bilen yok! Valiliğin görevlendirdiği yönetici, ‘‘Mahalle muhtarlarından kağıt getirenlere veriyoruz.’’ dedi. Ama o sırada yanına yaklaşan birisi mırıldandı. ‘‘Yahu bizi tanımıyor musun!.. Versene bize...’’
İLÇEYE MAKYAJ
Yardımı organize edemeyen yerel bürokrasi, Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli gelecek diye yolları sulayıp süpürmeyi, ilçeye ‘‘makyaj’’ yapmayı ihmal etmedi...
Bahçeli de, devleti işinin başında görünce ‘‘Milletimiz güçlü, devletimiz güçlüdür’’ açıklaması yaptı tabii. Depremzedelere başsağlığı diledi, enkazlarda çalışan orman işçilerine teşekkür etti. Sanırım bir şeye dikkat etmedi! O sırada öğle yemeği yiyen işçilerin masasındaki ton balığı konservelerine! Depremzedelere dağıtılanlar arasında o konserveler yoktu...
ÖLÜM MELEĞİ
Düzce, Gölyaka ve Adapazarı'nı dolaştıktan sonra Körfez'e yöneldim. Yüzlerce yardım aracı yollardaydı. Birinin camındaki yazı dikkatimi çekti. ‘‘Ölüm meleği’’
Kendine bu adı layık gören araç sahibi, eskiden yapıştırdığı çıkartmayı sökmeyi akıl edememişti anlaşılan. ‘‘Ölüm meleği’’ yazısı siyahtı.
Oysa ölümün rengi, Gölcük'te griydi. Bozbulanık bir gri hakimdi her yana.
Ölüm kokusu sinmişti kente. Artık deniz kokusu bile duyulmuyordu...
YA KESİLİRSE
Manzarayı seyreden bir deprem yorgunu, başını salladı. ‘‘İnsanları anlamak zor. Belki üç gün sonra yardım kesilir ve açıkta kalırız diye korkuyorlar.’’
SİVİL SAVUNMA YIKILMIŞ
Çünkü dört bir yandan yardım getirenlerin karşısında ne bir merkez var, koordinasyonu sağlayacak, ne de herhangi bir düzen! Sivil Savunma İl Müdürlüğü binası bile yıkılmış. Binaya ilk günden itibaren ne gelen var, ne giden. Sivil Savunma teşkilatı da o binanın enkazı altında kalmış sanki...
O doğrudan cennete gidecek
MİNAREYİ YERE İNDİRMEMİŞ!
Sonra başını kaldırıp karşıya baktı. Harap durumdaki camiyi gördü! Tam karşıdaki yepyeni camiinin minaresi yıkılmış, kubbesi parçalanmıştı. ‘‘Bak Allah'ın işine! Minareyi çatıda bırakmış, yere indirmemiş!’’ Kadın, caminin depremden zarar görmesine de kendince bir açıklama getirdi.
Ne depremin nedenlerinden haberdardı, ne de depreme dayanıklı binalar yapılabileceğinden! Deprem bölgesinde onlarca minare ve camiinin de yıkıldığını görmek istemiyordu! Tabii ünlü genelev işletmecisi Manukyan'ın Yalova'daki binasının çökmediğini de bilmesi mümkün değildi...
Saatlerdir göçük altında çalışan er Hasan, dışarı çıktığında bitkindi. Bir taşın üzerine oturdu, su içti. Asker arkadaşlarına döndü. ‘‘Ellerini bile kımıldatamamış, yatağında öylece ölmüş çocuk! Ayağına dokundum, hemen açıldı. Çürümeye başlamıştı!’’ Belli ki, çocuğun ölümü onu hayli etkilemişti...
BULUĞ ÇAĞINA GELMEMİŞTİ
‘‘Kaç yaşındaymış acaba?’’ diye sordum. ‘‘Daha buluğ çağına gelmemişti’’ dedi, ekledi:
- O cennete gidecek. Keşke biz de böyle günah işlemeye fırsat bulamadan gidebilseydik.
Ölen çocuğun bir yakını, askerin sözlerini duyup yanımıza yaklaştı. O da ‘‘Ömer cennete gitti’’ deyip, Kuran'dan Arapça ayetler okumaya başladı. Ömer ile birlikte dokuz yakınını kaybetmiş biri için haddinden fazla sakin konuşuyordu.
PTT LOJMANLARI
Bu konuşmayı dinleyen biri huysuzlandı. ‘‘Zaten Müslümanlığı böyle zamanlarda hatırlıyoruz’’ diye mırıldanarak uzaklaştı. Sinirlenmişti.
Haksız sayılmazdı! Bu tür konuşmalar, sadece Adapazarı'nda çöken PTT lojmanlarında yapılmıyor, depremin meydana gelişinden itibaren hemen her yanda tekrarlanıyor. Bir kaderciliktir gidiyor...
OLACAĞI BUYDU
Daha önemlisi, İslamcılar, depremi bir propaganda vesilesi haline getirdi. Gazetelerinde, 28 Şubat ile depremi bağlantılandırıp, ‘‘Allah ceza verdi’’ naraları atıyorlar. Tabii bu garip mantık, deprem bölgesinde de yankı buluyor.
Yaşlıca bir kadın, Kızılay çadırının önüne oturmuş, soluk almadan konuşuyordu. ‘‘Denizler yarılmış, gemileri, evleri içine almış’’ dedi. ‘‘Eeee olacağı buydu! Kuran okunmayacak, baş örtülmeyecek, Kuran okunmayacak! Allah da verdi cezasını!’’
FANATİK RUH HALİ
Şeriatçı çevrede, fanatik bir ruh hali hakim. Yoksa her şeyi kendilerine yontacak bir ruh hali içinde olabilirler mi? Ribat, Hakikat, Aksöz dergisi çevresi, Müslüman Gençlik gibi radikal gruplar, Adapazarı ve çevresinde, sadece ve sadece kendi arkadaşlarının yardımına koşacak organizasyonlar yaparlar mıydı?