Kasabaların, köylerin, şehirlerin girişinde konvoylarla karşılanıyor. İnsanlar sözlerini dinliyor. Valiler, belediye başkanları, kaymakamlar, muhtarlar, sivil toplum örgütü temsilcileri, gönüllüler, kadınlar, erkekler o ne derse kulak kesiliyor.
Türkiye’de elini değdirdiği her yerde zaman ve mekan değişiyor. O, nesli tükenmiş hayvanların, dünyada bir eşi daha olmayan endemik çiçeklerin, boynu bükük tarihi eserlerin, dünya güzeli küçücük kasabaların, ören yerlerinin, işsiz güçsüz kalmış, yeteneklerini ve kıymetlerini değerlendirmenin yolunu bilmeyen Anadolu insanının babası.
İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Metin Sözen, Türkiye’deki doğal, tarihi ve kültürel mirasın korunması, değerlendirilmesi ve tanıtılması amacıyla yoğun çaba gösteren bir bilim ve uygulama adamı.
Çalışmaları kapsamında değişik dillerde yayımlanmış kitaplar, makaleler, belgesel
filmler, radyo-televizyon programları ve Safranbolu, Bursa, Kütahya, İstanbul başta olmak üzere değişik ölçekte yerleşme birimlerinden Tarihi Kentler Birliği’nin kurulmasına, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne bağlı Milli Saraylar’ın yeniden yapılanmasına uzanan çizgide gerçekleştirdiği çeşitli uygulamaları bulunuyor.
Türk sanatının gelişimi, bölgesel özellikleri konusunda derinlemesine araştırmalar yapan Sözen, bir yandan da başta Mimar Sinan olmak üzere, geçmişin önemli yaratıcılarını dönemlerinin siyasal-toplumsal-ekonomik-kültürel yapısı içinde değerlendirmeye yönelik bir dizi araştırmayı da sürdürüyor. Prof. Dr. Sözen’le
seçimler, kent yaşamı, başkanların nitelikleri ve kentsel değerler üzerine konuştuk.
Başkanları bekleyen en büyük tehlike etraflarına toplanacak çıkarcılarBütün başkanları özellikle de İstanbul’u bekleyen en büyük tehlike, başkanların etrafında toplanacak birtakım çıkarcı rant çevreleri. Bunlar eski düzenin devam etmesi için ciddi bir kast oluşturacak, çıkarlarının zedelenmemesi için eşi, dostu, tanıdığı devreye sokarak kanallar oluşturacak. Başkanlar bir anda böylesi bir yapılanmanın ortasında kalacak ve kuşatılacak. Ondan sonra da eski sistem olduğu gibi sürecek. Başkan bir protokol adamına dönüşecek. Lider, o toplantı senin, bu davet benim diye dolaşırken su başlarını tutmuş bu gruplar eskiden olduğu gibi işlerini tıkır tıkır yürütecek. Bir işi, olması gerekenin beş altı katına pazarlayıp, bürokratların da imzasını alarak başkanın onayına sunacaklar. Böylece kamu kaynakları yağmalanmaya devam edecek, kentler hiç değişmeyecek. Üstünden hiç kimsenin geçmediği geçitler ve köprüler yapılacak, kaldırımlar sökülüp takılacak, yollar bir yıl sonra patlayacak kalitesiz döşemelerle kaplanacak. Aman bunlara çok dikkat edilsin.
Yerel yöneticilik Türkiye’de yeterince önemseniyor mu?- Bence tam anlamıyla önemsenmiyor. Bunda merkezi idarenin etkisi çok fazla. Biz eskiden beri idareyi merkezde toplamayı alışkanlık haline getirmişiz. Yerel yöneticileri ise merkezin talimatlarını yerine getiren emir kuluna çevirmişiz. Son yıllarda bu yapı kırılıyor ve yerel demokrasi alanında önemli adımlar atılıyor. Bence, insana bahşedilmiş en büyük şereftir yerel yöneticilik. Düşünsenize geçmişin, bugünün ve geleceğin tüm sorumluluğu ellerinizde. Milyonlarca insanın kaderi sizin iki dudağınızın arasında. Okullardan, yollar ve çocuklardan, hayvanlardan, bitkiler, sevgiler, mutluluklar ve çilelerden siz sorumlusunuz.
ŞEHİRDEKİ ANILARIMIZ YİTİP GİDİYOR
Bizde kentli insan neden hep pastoral olanı özler, neden hep mutsuzdur?
Bu tüm dünya kentleri için değilse de metropolleri için geçerli olan bir durumdur. Büyük kentlerde yaşayanlar oldum olası doğaya yönelik platonik bir aşk içinde yaşar. Batı kentleriyle bizi ayıran en önemli özellik ise özlem değil mutsuzluktur. Çünkü Batı’da kentler fazla büyümez, 19. yüzyılda ne büyüklükteyse, 21. yüzyılda da aynı hacmi korur. Türkiye kentleşme sürecini henüz tamamlamamış olduğundan şehirler durmaksızın şekil değiştiriyor. Şekil değiştiren şehirde insanların sabit anısı kalmıyor.
Çocukluğumuzdaki hiçbirşey yerinde kalmıyor gerçekten...
- Bir çocuk büyürken oynadığı parklar kayboluyor, bahçeler yok olup gidiyor. Bu değişim 10-20 yıl gibi kısa süreler içinde oluyor. Anılar yitip gidiyor. Oysa bir insanı başka bir insana, bir insanı sevdiklerine, bir insanı kente bağlayan anılardır. Anılar kimliğin oluşmasını sağlıyor. Böyle olunca kentli insanın kimliği yok oluyor.
Kentlerin nereye kadar büyüyeceğine kimlerin karar verdiği belli değil. Bu böyle daha ne kadar sürecek?
- Artık bitmeli. Şehrin nasıl ve nereye kadar büyüyeceğini öngören yeni eşikler bulunmalı. Kısa, orta ve uzun vadeli projeler, bu eşiklerden hareket edilerek yapılmalı. İstanbul bu konuda en talihsiz şehir. Hem dışa doğru büyüyor hem de içe doğru. Dünya kültür mirasının bir parçası olan Tarihi Yarımada ve Boğaziçi, onca yasal engele, sınırlandırmaya rağmen parça parça ediliyor. Barbarca süren bir talan mantığı içinde yasa yaptırım gücünü kaybetmiş. Zaten yaptırım dediğiniz de öyle matah birşey değil.
İstanbul için ne yapmalıyız?
- Çok basit. Amasya’da, Kastamonu’da, Safranbolu’da, Yalvaç’ta olduğu gibi kenti yeniden ele almalıyız. Tarihi dokunun içinde çürük diş gibi duran tüm yapıları yıkmalı yerlerine eski binaları kurmalıyız. Burası 2700 yıllık bir şehir. Hiç kent yüzü görmemiş, kentsel değerlerden nasibini almamış yurttaşlar ve onların çıkarları için seçtiği başkanlar sayesinde bir gecede bin yıllık binalar yıkılıyor. Herkes her istediği yerde kafasına göre mimari estetikten nasiplenmemiş ucube binalar dikiyor. Yok öyle yağma.
Nasıl yapacaksınız bu dediklerinizi?
- Kent kültürünün alfabesidir: Evlerin içi sizin, dışı hepimizin. Bu düsturdan hareket etmeliyiz. Sokaktan, mahalleye, semtten kente doğru, kentten de havzaya doğru projeler yapmamız gerekiyor. Deprem riskini dikkate alarak yerleşmelerin yeniden harmanlanması icap ediyor. 2004’te yönetime gelen başkanlar bence herşeye sıfırdan başlamalı. Önüne şapkasını ve kentin haritasını koyup iyice bir düşünmeli ve sonra harekete geçmeli. Ama, o kadar vakit kaybettik ki, bu düşünme işini çok fazla uzatmamalı. Amerikayı yeniden keşfetmeye gerek yok. Başkanlar eline valizini alıp Barcelona’ya, Paris’e, Floransa’ya, Petersburg’a gidip gezmeli. Bu kentlerin yerel yöneticilerine ‘bu işi nasıl yaptınız’ diye sormalı. Formül önlerine gelecektir.
Kentlerdeki gelir uçurumu, kapanacağı yerde günden güne daha fazla açılıyor. Kentsel yoksulluk artıyor. Bu durumda talanın ve rantın önüne geçmek mümkün mü?
- Hayır mümkün değil. Bunun için yerel ve havza bazında kalkınma projeleri yapmamız lazım. Belediyeler artık eskisi gibi sadece yol ve kanalizasyonla uğraşmamalı, hemşehrilerinin yoksulluk içinde yaşamasının önüne geçecek projeler de yapmalı. Özellikle metropollerde vizyon projeleri üretilmeli. Sokaklarında işsiz ve aç dolaşan yurttaşların bir kenti sevmesi beklenemez. Kışın ısınmak için asırlık çınarı da keser, para edeceğini düşünürse beş yüz yıllık caminin çinilerini de söker. Bu işten kárlı çıkanlar ise onlar değil uluslararası şebekeler olur. Artan kentsel yoksulluğu dikkate almalıyız. Kentsel ranta dayanan projeler yerine, sosyal ve ekonomik planlara geçmeliyiz. Yoksa ne kapkaçın önüne geçeriz, ne de tarihi eser yağmasının.
KARANLIKTA KAYBOLAN ŞEHİRDE POLİS NE YAPSIN?
Siz bir yerde karanlık ve aydınlık üzerine konuşmuş, ışığın kent kültürünün önemli bir parçası olduğunu söylemiştiniz.
- Tabii ki öyle. İstanbul’un eski yerleşim alanlarına bakın bunu çok iyi göreceksiniz. O zaman anlayacaksınız ki, bugün İstanbul’daki sokak lambalarının sayısı, eski kentte Osmanlı’nın yerleştirdiği havagazı lambalarından daha az. İstanbul kapkaranlık bir şehir. Geceler gündüz kadar aydınlık ve güvenli değilse bir şehir mutsuz olur. Işığın olmadığı yerler karanlığın ve karanlıktan beslenenlerin hakimiyetine girer. Parklarda, kıyılarda, yollarda çocuklar, kadınlar ve erkekler emniyetle gezemez. Bu şehirde kapkaç, hırsızlık, cinayet, tecavüz ve gaspın çoğu gece yapılıyor. Bu suçları işleyenler karanlık cadde ve sokaklarda kolayca izini kaybettiriyor. Karanlıkta yüzler gölgelendiği için sağlıklı teşhis imkansız hale geliyor. Böylece yapanın yanına kár kalıyor. Biz kentte yaşayanlar da sadece olup bitenlerden güvenlik güçlerini sorumlu tutuyoruz. Karanlıklar içinde kendini kaybetmiş bir şehirde güvenlik güçleri ağzıyla kuş tutsa başarılı olamaz. Işığın bulunduğu yer güvenli ve huzurlu olur. Bir yeri aydınlatırsanız suçlular uzak karanlıklara çekilmek zorunda kalır. Bu konuda Amasya örnek alınacak bir şehir. Geceleri rengarenk ışıklar içinde yüzüyor. Tarihi eserler ışıklandırılıyor. Çıkmaz sokakları bile aydınlık. Başkanlara Amasya’yı görmelerini tavsiye ediyorum.
İSTANBUL İÇİN HIZLI ADIMLAR ATMAK GEREKİYOR
İstanbul, Ortadoğu ile Avrupa Birliği arasında merkez kent. İstanbul’un yeryüzünde başka bir alternatifi yok. Yeniden şekillenen dünyada İstanbul’un yerini iyi saptamak ve hızla adımlar atmak gerekiyor. Tarihi Yarımada’yı, Beyoğlu ve Üsküdar gibi insanlığın ortak kültür miraslarını bir ulusal proje çerçevesinde değerlendirip evrensel destekle ayağa kaldırmalıyız. Anadolu ve Trakya’nın bütün varlığı İstanbul’da hercümerç olmuş. Burası Avrupa, Ortadoğu ve Akdeniz kültürünün başkenti. Bunu bir türlü anlayamıyoruz. Örneğin Tarihi Yarımada’daki imparatorluk kültürünü ortaya çıkarırsak kendimize olan saygımız artar. Bütün dünya da bize daha fazla saygı gösterir.