Güncelleme Tarihi:
(Konuyu şakaya alacağım ama, öğrenci döven öğretmeni benim de sopalayasım gelir.)
Acaba öğrenci, niye bazı hocalara isim takar diye sormuyorum, niye bazılarına isim takmaz acaba? Sevdiği için mi, sevmediği için mi, bazı hocalara ilgisiz kaldığı için mi?
Babam hâlâ lise hocalarını ‘tam adıyla’ anar anlatırken, ‘Keş’ Baha, Sallabaş Kemal, Galip Baba, K(af) İhsan, Ağaçkakan Selâhattin, Kürt Aziz, Boksör Kemal...
Biz de, arkadaşlar arasında, hocalardan ‘lakaplarıyla’ bahsederiz, gerçek adını bilmediklerimiz bile vardır.
*
Bir gün, bir 29 Ekim yahut 23 Nisan töreni, okulun avlusunda toplanmışız, hocalar da merdivenlerin üstüne sebilhane bardağı gibi dizilmişler, mikrofonda edebiyat hocası, Allah rahmet eylesin ‘Uçan Manda’ heyecanlı bir nutuk atıyor, belki de bir şiir okuyor:
- Nene Hatunlar, Şerife Hanımlar, Topal Gülizarlar, Kara Fatmalar...
... deyince yüzlerce öğrenci ‘uhahaha’ yerlere yatıyor.
Edebiyat hocası, ‘Ne var, ne gülüyorsunuz, siz cehaletinizden belki bilmiyorsunuz ama, Nene Hatunlar, Şerife Hanımlar, Topal Gülizarlar, Kara Fatmalar...’ diye üstleyince, biz artık altımıza ediyoruz.
Çünkü hemen sağında bir başta Türkçe-edebiyat öğretmeni duruyor, namı diğer ‘Kara Fatma’! Adını bilmez mi, bilir, kan kırmızı boyalı dudaklarını ‘mimmm’ büzmüş, hiç bozuntuya vermiyor, kürsüdeki diğer öğretmlenlerse gülmemek için kıvranıyorlar...
*
Biz son sınıflara geldiğimizde, ‘Badi’nin adı nedense artık ‘Anne’ olmuştu. Coğrafya dersinde itin biri soru sorma bahanesiyle parmak kaldırır:
- Anneciğim bir şey sorabilir miyim?
- Ben senin nereden annen oluyor muşum terbiyesiz? Bana bir daha anne deme...
- Peki anneciğim, kızma!
*
6.sınıfa gelen öğrencileri toprağı bol olsun Mösyö Menadier uyarır:
- Bana abileriniz kırk senedir ‘Toto’ derler. Ama cahil oldukları için, sorsanız ‘Cebir ve geometri imtihanlarında hep 0-1-2 gibi kırık not verir de...’ derler. Halbuki Toto adı spor toto’dan değil, İtalyan aktör Toto’dan gelir...
*
Coğrafyacı Pamuk Prenses, düğmeleri patlayacak gibi gömleğiyle, beyaz gerdanını bir kıvırdı mı, sınıfın arka sıralarından iç çekmeler yükselir...
*
Kleopatra, yaşı epey, öyle bir fondöten sürmüş ki, konuşurken duduklarını oynatmamaya çalışır, yüzünde derin çatlaklar oluşmasın diye...
*
Sıfırcı Melahat, hırkası omzunda, masaya yatar gibi oturuyor, elini gömleğinin yakasından içeri sokmuş, sırtından saç topluyor ne hikmetse, bulduğu saçları da fiske yapıp bize doğru atıyor... (Kemal’le ikimizi makara yapıyoruz diye en az 5-6 kere sınıftan atmış, birer 0 çakmış, Allah rahmet eylesin İsmet Bey kurtarmıştı bizi, her seferinde...)
*
Yine bir tarih hocası, O... Sabahat, vakit kazanmak için abuk sabuk bir sual soran olursa, Kasımpaşalılığı zuhur eder, cevabı çakar: ‘Şimdi sana bir laf ederim, nereden çıktığını şaşarsın alimallah!..’
*
Bizim okulda dayak pek vaki değildi, Ali Bey hariç! Bir kere bir askerlik hocası törende güldü diye gaza gelip Meno’yu tokatlamış, özür dilemek zorunda kalmıştı. Bir kere de rahmetli İsmet Bey, okul avlusunda başında geniş kenarlı bir föter (!), deve tüyü paltosu omuzlarında, bastonunu sallaya sallaya gezen A. isimli öğrenciyi, elinden kaptığı bostonuyla sopalamıştı. (Öğrencinin adını açık veremiyorum çünkü birkaç gün önce bilgi sızdırmak, rüşvet ve ‘unvan gaspı’ gibi suçlardan içeri alındı!)
Yoksa, dedim ya, bizim okulda dayak pek vaki değildi.
8 sene okudum Saint-Benoît’da, bir kere, o da koşuda güldüm diye, bedenci Şeref Bey şefkatli bir şaplak indirmişti enseme...
Aaa, duur, yalan söyledim, bir de (Bak, onun adı da orijinalmiş, gerçek adını vallahi bilmiyorum) matematikçi ‘Godoş’ saçımı çekmişti benim, 7.sınıftaydık... (*)
Kızar, hatta nefret eder, ama aslında (bütün bir nesil Saint-Benoît’lının tek kelime İngilizce bilmeden mezun olmasının müsebbibi İngilizceci gibiler hariç) çoğunu sever, gün gelip hasretle anacağımızı bilirdik...
Hüsam Hoca (yaptıysa) ayıp etmiş, öğretmene isim takmak öğrenciliğin şanındandır.
Dayaksa... Bizim rahmetli Öğrenci Alay Komutanımız Atom Karınca’nın dediği gibi:
- Okulda dayak yapılmaz!
(*) Zaten bir sene kaldı bizde, yıl boyu herkesin saçını, kulağını, favorisini çekti, matematik kitabını tahtaya yazdığı için çok sevdiği öğrencisi Demuçin - Timuçin Aybers - bir de ben hariç. Artık son günler, sıraları duvar dibine çekmişiz, askerlik anılarını anlatmaya bayılan Godoş’u ‘Hocam yarın bir gün askere gideceğiz, uygun adım yürümeyi bile bilmiyoruz’ diye kafaya almışız, başımızda gazete kağıdından yapılmış kepiler, Godoş kürsüden emir veriyor, biz uygun adım yürüyoruz, sağa sola dönüyoruz... Tam o sırada müdür muavini M.Marcoul daldı içeri, hocaya tenezzül edip bakmadı bile, bana döndü ‘Devrim, delirdiniz mi, ne yapıyorsunuz?’ dedi, yerlerimize oturmak zorunda kaldık. Godoş bozuldu, konuşanlara kızıyor... Bir ara ben, şeytan dürttü zahir, ayağa kalkıp bağırdım ‘Arkadaşlar, konuşmayın ya, bakın hocamız M.Marcoul’a ne biçim mahçup oldu, yapmayın, üstelik en sevdiğimiz hocamız!’ deyince, artık kafaya aldığımızı anladıydı da, saçıma daldıydı Godoş...