Güncelleme Tarihi:
Konservatuvardan 1998’de mezun oldunuz ama en büyük çıkışınızı çok uzun seneler sonra yaptınız...
- Ben oyunculuğa bir serüven gibi bakıyorum. Bu serüvende neyin, ne zaman denk geleceği biraz da şansla ilgili. Temelinizde değişen bir şey olmuyor. Nasıl bakıyorsanız, nasıl yaşıyorsanız, oyunculuğa nasıl devam ediyorsanız o süreci kendi içinizde yaşıyorsunuz. Ama bir yerde çok doğru bir buluşma gerçekleşiyor. “Öyle Bir Geçer Zaman ki” de benim için o doğru buluşmanın en tepe noktası oldu.
Bir yanda yıllar içinde artan ‘daha çok insana ulaşma arzusu’, diğer yanda sabrı zorlayan bir bekleyiş... Bugüne gelme süreciniz çok sancılı mı geçti?
- Çok uzun, 15 senelik bir süreçti. Ben profesyonel oyunculuğa 1996’da Dormen Tiyatrosu’nda başlamıştım. O gün de, bugün de sadece işimi yapıyorum. Tabii ki oyunculuk sancılarım oldu. Başka bir projede yer almak istiyorsun, “o rolü” istiyorsun. Tiyatroda da, sinemada da o hezeyanları yaşıyorsun. Ama ben sadece inandığım işi yapmaya devam ettim. Bunu ölene dek devam edecek bir maraton koşusu gibi gördüm. Ben 100 metrelik yarışçılardan değilim.
Ayça Bingöl tanınan bir oyuncu ama Cemile, Ayça Bingöl’den daha çok tanınan bir karakter...
- Bu dizide fenomen olan Cemile’dir zaten, Ayça Bingöl değil. Ben Cemile’nin Türk kadınının her noktasını çok iyi yansıttığını düşünüyorum. İstisnasız herkes onda kendini görüyor.
Peki karakterin, oyuncunun bu kadar önüne geçmesi bir avantaj mıdır, yoksa dezavantaj mı?
- Ben avantaj olduğunu düşünüyorum. Seyirciye yakın bir karakter, böylece çok kolay girebiliyorum onların içine. O yüzden beni kucaklayıp, sarıp sarmalıyorlar.
SEYİRCİ KARŞISINDA BOYNUM KILDAN İNCE
Cemile’den sonrası zor mu artık? Çıtayı çok yükselttiniz çünkü...
- Benim için rol seçimi çok teknik bir şey değil. Ben hissettiğimin peşinden giden bir oyuncuyum. Senaryoyu okuduğumda o rol yüreğimde bir yere dokunuyorsa, beni heyecanlandırıyorsa, iştahımı açıyorsa oynuyorum. Tabii ki sonrasında başka kriterlere bakıyorum. Ama önce o rolle kurduğum ilk bağ işi yapmama ya da yapmamama neden oluyor. Cemile’de de öyle oldu. Okuduğumda onunla ilgili her şeyi hayal edebildim.
Cemile karakteri görünüş itibarıyla çok mütevazı, kendi halinde ve iddiasız bir kadın. Set dışındaki kısıtlı zamanlarınızda şöyle “kadın kadın” olmayı özlediniz mi?
- Ben zaten set haricinde hep kadın kadınım. Geçen sene oje sürmeyi özlemiştim. Kendi kendime dedim ki; “Sezon bitince her gün değişik değişik renklerde oje süreceğim.”
İnsanların dizinin yayına girdiği saatlerde evden dışarı çıkmaması, planını programını diziye göre ayarlaması size ne hissettiriyor?
- İnanılmaz bir gönül bağı bu. O seyirci karşısında boynum kıldan ince. Eğiliyorum onların karşısında.
Bu dizinin sözleşmesine imza atarken, işin böylesine tutacağını hiç düşünür müydünüz?
- Tutacağını düşünüyordum ama bu kadarını düşünmüyordum.
“KOŞUN BİZİM YENGENİN DİZİSİ BAŞLADI!”
Bu arada sayenizde hepimiz Ali Kaptan’ı öldürmek istiyoruz!
- Ben Ali Kaptan’ı çok sevenlerin de olduğunu düşünüyorum. Erkan (Petekkaya) o kadar iyi bir oyuncu ki, bu karakterin haklı taraflarını da gösterdi seyirciye. O yüzden ona da üzülen, acıyan seyirciler var. Bunları hissetmeleri Erkan’ın başarısıdır.
“Öyle Bir Geçer Zaman ki”, çok üzücü, acı bir hikâyeyi anlatıyor. Bu tarz hikâyeler normalde belli bir kesime hitap eder. Ama ‘A grubu’ diye tabir edilen izleyici kitlesi de bu dizinin tutkunu oldu. Nedir bunun sırrı?
- “Ben hiç dizi izlemezdim ama bunu izliyorum” diyenlere tanık oluyorum. Sanırım işin sırrı, çok samimi olması. Bizim dizimizde kısa bile olsa, çok mutlu anlar vardır. Mesela Osman’ın, Mete’nin bir sözü, hareketi... O ağır dramın içine o kadar ince ince mutlu anlar da yerleşiyor ki, bunlar izleyici kitlesini genişleten şeyler.
Eşiniz ne diyor bu başarılı çıkışınıza?
- Eşim de hiç dizi seyretmezdi ama sıkı bir takipçimiz. Bütün kış askerdeydi. Diziyi her hafta bütün asker arkadaşlarıyla birlikte izlemiş. Hatta askerler “Koşun bizim yengenin dizisi başladı” diye sesleniyormuş. Salı akşamları saat 20.00’de kumandayı Ali’ye veriyorlarmış. Eşimin adı da Ali. Benim hayatım
Ali’lerle dolu!
O zaman bütün askerler Ali Kaptan’dan nefret etmiştir; “Yengeyi dövüyor” diye.
- Tabii tabii. Eşim benimle çok gurur duyuyor. O da benim gibi oyuncu, yönetmen, eğitmen. Hayat yolculuğumuzu, mesleki yolculuklarımızı beraber gerçekleştirdik. Biz konservatuvardan sınıf arkadaşıyız. Böyle bir noktada olmak, bu keyfi beraber yaşamak çok keyif verici. Allah herkese nasip etsin.
CEMİLE BENİM İÇİMDEKİ ANNE
Henüz yaşamadığınız bir şey ama acaba anne olsanız Cemile’ye ne kadar benzersiniz?
- Aslında Cemile, benim içimdeki anne. Benim içimdeki anaç kadın Cemile’yi çıkarıyor ortaya. Sanıyorum ben de o kadar koruyucu, kollayıcı, şefkatli bir anne olurdum.
BİR SEZONDUR GÖZÜ YAŞLI KADINLARA SARILIYORUM
Rolünüzle bir seyircinin kalbine dokunabildiğinizi ilk nasıl anladınız?
- Bir sezondur gözü yaşlı kadınlara sarılıyorum. Aynı hikâyeleri yaşayan kadınlarla bütünleştik. O anlarda anladım doğru atış yaptığımı. Bir de biz çok sıcakkanlı bir milletiz ya... Mesela bir kadın 2 yaşındaki çocuğuyla gelip fotoğraf çektirmek istiyor. Ama çocuğu istemiyor. Çünkü çocuk beni tanımıyor. Ben yabancı biriyim onun için. Annesi arkadan ittiriyor, çocuk ağlıyor, ben çocuğu sakinleştirmeye çalışıyorum ve fotoğraf çekiliyor! Bu duruma çok gülüyorum. Bazen diyorum ki; “Yazık ağlatmayın çocuğunuzu, gelin birlikte çektirelim.”
http://twitter.com/hurriyetmagazin