Güncelleme Tarihi:
Banka reklamıyla gündeme gelen Suna Selen yaklaşık 40 yıllık tiyatrocu.
Herkes, özellikle de genç kuşak, Yapı Kredi reklamındaki otoriter ve antipatik öğretmen rolüyle tanıyor onu. Oysa Suna Selen Türk tiyatrosunun yıllardır ve hálá en önemli isimlerinden biri. Hayatına çeşitli fakültelerde çeşitli eğitimleri, konservatuarı, mankenlik ve fotomodelliği, radyo spikerliğini, tiyatroyu, sinemayı, dizi oyunculuğunu, üç evliliği ve üç çocuk anneliğini sığdırmış. Söyleşimiz boyunca sürekli güldürüyor beni. Zarif, incecik ve çok komik. O 60 yaşında bir genç kız.
Bunca yıllık tiyatro ve sinema oyuncususunuz. Yıllar sonra bir reklamla bu kadar gündeme gelmek, insanların Suna Selen'i o reklamla tanıması üzdü mü sizi?
- Kesinlikle üzülmedim, niye üzüleyim canım? Ben size şöyle söyleyeyim, ben aslında yirmi yılda bir gündeme gelirim, eh 60 yaşında olduğuma göre bu üçüncü gündeme gelişim, fena değil. İnsanlar bir işle gündeme geliyorlar, sonra o iş bitiyor ve hüzünlü bir ruh hali başlıyor. Benim gündeme gelişim uzun aralıklı olunca benim hüzünlü dönemim de olmamış oluyor, fena mı?
Reklam filmi çok eleştiri aldı. Her şeyi para, borsa, vs. gören o gencin dışında, öğretmenleri de aşağıladığı söylendi. Siz nasıl bakıyorsunuz bu eleştirilere?
- Bunu bana bugün sormayın. Bazı şeyler bazı günler söylenir bazı günler söylenmez. Bugün öğretmenler günü, bütün öğretmenlerin öğretmenler gününü kutluyorum.
Bildiğim kadarıyla Hukuk ve Güzel Sanatlar Akademisi'nde resim okumuşsunuz. Tiyatroya geçişiniz nasıl oldu peki?
- Nereden öğrendiniz hukuk ve resim okuduğumu? Ama sosyoloji de okudum felsefe de, bunları atlamışsınız. Tabii okudum derken, hepsini birer ikişer yıl okudum. Ailem hukukçuydu, erkek çocukları da olmadığı için en büyük idealleri benim hukukçu olup aile mesleğini sürdürmemdi. Ama ben ilk fırsatta onların hayallerini başlarına yıktım. Tiyatroya gelince, ben zaten konservatuar mezunuyum. Lise boyunca bir yandan konservatuarın tiyatro bölümüne gittim. Kız kardeşim baleye gidiyordu, ben de bale istiyordum ama ailem ‘‘sen zaten yeterince zayıf ve zarifsin, gerek yok’’ dedi. Bir de bale papuçları çok pahalıydı, ‘‘ikinize birden alamayız’’ dediler. Mecburen tiyatro okudum.
Böylece ‘‘Şafakla Gelen Kadın’’ ilk oyununuz oldu.
- Evet ilk oyunumdu bu. Tiyatroya çok şanslı başladığımı düşünüyorum, çünkü Cahit Irgat'la başladım.
BİR KOLTUKTA KAÇ KARPUZ
Şimdi her bölümde birer ikişer yıl okumuşsunuz. Radyo spikerliği döneminiz var. Tiyatro ve sinema. Bir de mankenlik, fotomodellik. Bunları zaman olarak bir sıralar mısınız?
- Hayır, çünkü hepsi aynı dönem. Ben üçbuçuk saat uyurdum günde. Olgunlaşma'nın mankeniydim. Kimler yoktu aynı dönem: Deniz Adanalı, Sevim Burak, Ayten Gökçer. Olgunlaşma çok uzun süremedi, devamlı istiyorlardı çünkü. Ben bu sefer gelemeyeceğim diyemezdiniz. Üç dört yıl sonra bırakmak zorunda kaldım.
Aile hukukçu olmadığınız için zaten yıkılmış, bir de mankenlik çıkınca karşı gelmedi mi?
- Gelmedi, zaten evlenmiştim o zaman. Ayrıca benim ailem çok ilerici feministti. Benim büyükannem Fatma Aliye. Taaa o zamanlar gizlice sultana karşı yazdığı romanını dışarıya yollayıp, Amerika'da ödüller alan kadın. Onların bütün istedikleri, feminist oldukları için kadının iki ayağının üstünde durması ve para getiren bir meslek sahibi olmasıydı. Haksız da değildiler. Sanatla ilgilenmeme karşı değildiler ama para getirmediği için istemiyorlardı.
Bir de Dormen ve Bulvar Tiyatrosu döneminiz var.
- Haldun Dormen'le Cep Tiyatrosu'nda çalıştım, hukukta okuyordum. Ben diyorum size, hiçbir şeyi sırayla yapmadım, hepsi bir arada. Hatta Milliyet'te ‘‘bir koltukta kaç karpuz’’ diye haberim çıkmıştı. İşte bu, üç gündeme gelişimin birincisi!
O zamanın tiyatro atmosferi, insan ilişkileri farklı mıydı?
- İnsan ilişkileri açısından hiçbir fark göremiyorum. Tiyatrocu her zaman tiyatrocu. Tiyatrocular özel ve hoş bir tür. Bu türün mensubu olmaktan çok mutluydum. Elbette koşullar değişti. Bir kentin içinde tiyatronun durumu farklı artık. Eskiden tiyatrocu olmak bütün kent için çok önemliydi, şimdi az sayıda insan için önemlisiniz. Tiyatroya insanlar birbirlerini de görmeye giderlerdi, güzel giyinilirdi, özel bir şeydi, şölendi. Sonra bu sinemaya kaydı. Atlas sineması ilk açıldığında insanlar tuvaletler smokinler giyip giderlerdi pazartesi geceleri. Sinemaya giderek ilgi arttı. Derken televiyon başladı. İnsanlar dizileri seyretmeye başladılar. Şimdi insanların diziye de vakti yok, reklam seyrediyorlar! Bir de şu var: Ben değişikliğe karşı olan ve sürekli ‘‘vah vah vah, nerede o eski günler’’ diyenlerden değilim. Kendimi buna kaptırmayı da hiç istemiyorum çünkü o zaman işim biter.
Tiyatro ve sinema hayatınızda hiç unutamadığınız bir olay var mı?
- Var ama ne tiyatrodan ne sinemadan. Şu son reklamla ilgili anlatacağım. Reklamı biz 17 Ağustos saat sabah 6'da çektik. Sarsıntıyla uyandım. Elektrik gitti. Bir iki saat sonra çekime gitmem lazım. El fenerini yaktım, işle ilgili bulabildiğim her şeyi topladım. Giyindim, süslendim, çıktım ki bütün herkes sokakta. İşe gidiyorum diye gayet şıkım. Söylenmeye başladım taksi yok diye. Kapıcı bana ‘‘siz iyi misiniz’’ diye sordu. Herhalde herkes kadın depremle birlikte aklını kaçırdı diye düşündü. Ve sonuçta gittim ve çekim yapıldı. Çünkü yönetmen Belçikalı ve dönmek zorundaydı. Hadi, bir de tiyatrodan anlatayım: Diyarbakır Devlet Tiyatrosu'ndayken tuvalete bomba konulmuştu ve bomba patladı. Birinci perdenin bitmesine on dakika vardı. Nasıl olduysa oldu ve o perdeyi tamamladık. Polisler 450 kişinin izdihamdan ezilmesini engellediğimiz için teşekkür etti. Bunu Hilmi Mutaf'a borçluyuz çünkü patlamadan sonra ilk replik onundu. Ve devam etti.
ÜÇ EVLİLİK ÜÇ ÇOCUK
Kaç kere evlendiğiniz konusunda rivayetler muhtelif. Münir Özkul'la evlendiğinizi herkes biliyor ama.
- Ben size yardımcı olayım, hepsi üç. Önce ressam Cem Kabaağaç'la evlendim. İkincisi Münir Özkul. Üçüncüsü Güner Sümer. Her kocamdan bir çocuğum var. Kızım da mankenlik yapıyor küçük oğlum da. Aslında küçük oğlum da benim gibi her şeyi birarada yapıyor. Hem Su Ürünleri'nde okuyor. Hem yelkenci, hem mankenlik yapıyor.
Çocuklar da manken olduğuna göre incelikleri size çekmiş herhalde. Bu inceliğiniz yapısal mı yoksa rejim çabalarıyla mı geçti sizin de hayatınız?
- Hayır, inanın hiç gayret sarfetmiyorum, yapısal bu. Ama iyi bir şey de değil. Zayıf insanlar gergin oluyor. Ben kendimi salsam çok gergin olurum. Mantığımla halletmeye çalışıyorum. Tabii bu gerginliğimi tam anlamıyla hallettim anlamına gelmiyor.
Münir Özkul'la evli olmak nasıl bir şeydi?
- Münir'le 11 yıl evli kaldım. Münir'le evli olmak evli olmamak gibi bir şeydi. Ne aşktı ne de evliliğe benziyordu. Yalnızca arkadaşlıktı. O yüzden uzun sürdü. Aşk söz konusu olunca mümkün değil bu kadar uzun sürmesi.
Ben aslında yirmi yılda bir gündeme gelirim, eh 60 yaşında olduğuma göre bu üçüncü gündeme gelişim, fena değil. İnsanlar bir işle gündeme geliyorlar, sonra o iş bitiyor ve hüzünlü bir ruh hali başlıyor. Benim gündeme gelişim uzun aralıklı olunca benim hüzünlü dönemim de olmamış oluyor, fena mı?
En büyük aşkım
Peki mankenlik, sinema, tiyatro, dizi, reklam... İçlerinde hangisi için ‘‘bu benim gerçek aşkım’’ dersiniz?
- Valla hiç seçim yapamayacağım. Tiyatrocu olduğum için çok mutluyum. Daha doğrusu oyuncu olduğum için. Kafama taktığım üç şey vardı. Ressam olmak, balerin olmak, operacı olmak. Hiçbir zaman tiyatrocu olmak istemedim. Eğitimini alınca oldum mecburen. Benim bütün çocukluğum evde avaz avaz aryalar söylemekle geçti, milletin başı şişti. Mario Lanza hayranıydım, annem sürekli ‘‘suuus’’ diye bağırırdı. ‘‘Senin de sesin güzel kızım’’ desin diye beklerdim ama o, ‘‘ahh, benim sesim o kadar güzeldi ki, şan hocam bana derdi ki...’’ diye anlatırdı sürekli. Bence tiyatroya fazla eğilimim yok diye yolladılar beni tiyatro bölümüne. Bu nasılsa tiyatrocu olmaz ve böylece hukukçu olur, dediler.
Peki hayattaki en büyük aşkınız?
- Hayattaki en büyük aşkım annem ve Güner Sümer. Size tuhaf gelecek ama ben son eşimi gördüğüm zaman annemi gördüm zannettim. Kalbim çarpmaya başladı. Yüzdeki ifade, o elektrik. Annem ölmüştü o zaman. Demek ki annem yaşadığı sürece anneme aşıktım.
Benzerlik herhalde yalnızca sizin görebileceğiniz bir benzerlikti.
- Olmaz mı canım, çeneleri özellikle aynıydı. Dürnev Tunaseli Park Otel'de otururlarken Güner'e, ‘‘Güner çeneni çek de Boğaz'ı görelim,’’ dermiş. Annemin de öyleydi çenesi.