Güncelleme Tarihi:
Eski SHP Milletvekili Erol Güngör’ün İzmir Menderes’te 100’e yakın ağacın ortasına kurduğu bahçeli ve mütevazı evi 20 yıl önce cinayete kurban giden tek oğlu Mustafa Güngör’ün kendisiyle aynı adı taşıyan dedesiyle koyun koyuna yattığı mezarlığın bir-iki kilometre uzağında.
Salonun girişindeki konsolun üzeri dosyalarla dolu. Dosyaların altında ansiklopedi kalınlığında, 503 sayfalık bir kitap var. Güngör, cinayetin işlendiği günden bu yana devlet kurumlarıyla yaptığı yazışmalardan oluşan bu kitabı Meclis Başkanlığı’na da verdiğini söylüyor. Baba Erol Güngör milletvekili seçildikten sonra Ankara’da geçen son üç buçuk yıllık birlikteliğin anılarıysa 20 yıldır Meclis Mal Saymanlığı’nın deposunda: “Lojmandan tek valizle çıktık. Bayramı İzmir’de geçirip dönecektik. Döndük ama bir daha oğlumla aynı dünyada olamadık. Eşim o saatten sonra o lojmana girmedi. Ben de eşyaların aynen muhafaza edilmesinin cinayetin aydınlatılmasına katkı yapacağını düşünüp lojmanı boşaltmadım. Altınlar dahil tek bir eşya almadık. Gerekçelerimi de Meclis Başkanlığı’na bildirdim, hatta ‘Kira istiyorsanız vereyim’ dedim. Ancak bana haber verilmeden boşaltıldı lojman. Şimdi onunla tüm anılarımız Meclis’in deposunda. ‘Bu cinayet aydınlatılmadan o eşyaları oradan almayacağım,’ dedim; almadım.”
Faillerin bulunması için 20 yıldır tek başına mücadele eden Erol Güngör, “Bu mücadele yormadı mı sizi, sağlığınız nasıl” sorusuna iç geçirerek yanıt veriyor:
EŞİMLE HİÇ KONUŞMADIK
“Eşim olaydan sonra tüberküloza yakalandı. Yemiyor, zorla yediriyorsun. Sonra rahmi alındı. Ama o tedaviyi reddetti. İlaçlarını çöpe attı. Kemik erimesi had safhada, bel kayması var. İlaçlarını kendim veriyorum hâlâ. Psikolojik tedaviyi de istemedi. Oğlunun yaşadığı dünyaya hapsetti kendini. Acısını benimle bile paylaşmıyor. O günden bu yana hiç oğlumuzu konuşmadık. Ankara, onun dilinde ‘Ora’ oldu. Yolu Ankara’dan geçen hiçbir seyahate gitmedi. Bense kendimi bu mücadeleye verdiğim için ayaktayım. Yoksa cinayet sonrası bir detay bulmak için, polisin çektiği video filmi tekrar tekrar izlemek kolay mı?” Ya oğlunun ölüm yıldönümü, 24 Haziran’lar nasıl geçiyor? “Oğlum 14 Nisan 1970 doğumlu” diye söze başlıyor Erol Güngör ve ağlamaklı devam ediyor: “Her 14 Nisan’da tek kişilik bir pasta alıyor, oğlumun mezarına gidiyorum. Kesiyorum. ‘Hadi börtü böcekler, kutlayın oğlumun doğum gününü’ diyorum. 24 Haziran’larda da yine oradayım. Mezarlığı bahçemizin bir parçası gibi görüyoruz. Buradaki çiçekten oraya dikmezsek üzülüyoruz. Dertleşiyorum onunla. 20 yıl geçti, acılar azalıyor tabii ama her an hatırlıyorsun. Her öksürdüğünde başında bittiğin, servise binene kadar arkasından baktığın insanı hoyratça yok ediyorlar. Bu çok zor. Her an böyle diken üstünde olmak, sürekli bu muydu acaba demek?”
İHBARDA ÇOK ÖNEMLİ AYRINTILAR VAR
- 20 yıldır olayın örtbas edildiğini söylüyorsunuz. İlk ne zaman umutlandınız çözüm için?
- Meclis Araştırma Komisyonu kurulduktan sonra. Olayın üzerinden 14 yıl geçmişti ama ilk defa siyasetçiler bu işle ciddi şekilde ilgileniyordu. Başbakan Tayyip Erdoğan’a şükran borçluyum. Araştırmalar yıllardır söylediklerimi doğruladı. Ama suç duyurusunda bulunulanlar hakkında zaman aşımından dolayı bir şey yapılamadı.
- Bu son ihbar, pes ettiğiniz bir noktada mı geldi?
- Pes etme niyetinde değildim. Son anayasa değişikliği, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı da tanınıyor. Bu hakkımı kullanarak zaman aşımı sürelerinin uzatılmasını talep ederim, yine AİHM’e giderim diye düşünüyordum. Cezaevinden o mektup geldi. Abdullah Gökalp, pişman olduğunu, benimle görüşmek istediğini belirtiyordu.
- Abdullah Gökalp ile daha önce de görüşmüştünüz ve sizden para istemişti...
- 2005’te telefon etmişti; “Evlendim, oğlum oldu. Bir evladın anlamını anladım ve pişmanlık duydum, bu yükü taşıyamıyorum” demişti. Eşi ve çocuğunu güvenli bir yere göndermek için bin lira istedi. Sonra da İzmir’e gelip benimle görüşmek için 250 lira. Daha önce kendini JİTEM’ci diye tanıtanlar 150 milyar istediği için bunlar önemli paralar değildi, gönderdim. Ama buluşmaya gelmedi. Mayıs 2010’da ihbarda bulunmuş, Haziran 2010’da adalet bakanlığı başmüfettişine ifade vermiş. Bana, Haziran 2011’de mektup yazdı. 18 Ağustos’ta cezaevine gittim. Söylediklerinde bu işin içinde olmayanların bilmesi mümkün olmayan ayrıntılar var. İlk defa ortaya atılan bir isim var. Eski Devlet Bakanı Akın Gönen’in eski damadı Gürel Özöner. Sadece 2005’te komisyon çalışması sırasında Uğur Aytaç denilen polisin ifadelerinde var bu. Ama o zaman üzerinde durulmadı. Gökalp itiraflarında Özöner’le ilişkilerini, kaç para aldığını, kimlerle nasıl öldürdüklerini ayrıntılı bir şekilde anlatıyor. Müebbet yatmıyor, menfaat de talep etmiyor. Oğluyla eşine can güvenliği istiyor.
- 1 Kasım’da tanık olarak dinlenmesi planlanan Akın Gönen, itiraflar basına yansıyınca, “Kızım o dönemde evli bile değildi” diye açıklama yaptı.
- Akın Gönen ile aynı bölge milletvekiliydik, tanışıyoruz. O dönem tüm milletvekillerine olduğu gibi Gönen’e de mektup gönderdim, destek istedim, ses çıkmadı. Bu açıklamasında kızının olaydan çok sonra evlendiğini ve sonra da boşandığını söylüyor. Olay 24 Haziran’da gerçekleşiyor, kızı 6 Aralık’ta evleniyor. Yıllarca valilik yapmış, milletvekilliği yapmış birinin kızı, tanıştığı gün mü evlenir? Bir flört, nişanlılık dönemi geçirmez mi?
Herkes sessiz kaldı
Oğlum için hep, “Bir kadınla ilişkisi olduğundan bu olay oldu” dendi. Bir sürü de isim verildi. Adnan Kahveci’nin eşi Füsun Kahveci, Ferruh İlter’in eşi Nesrin İlter... Olaydan sonra bu insanları takip ettim, ne yapıyorlar, nerelere gidiyorlar? İnsan, “Bu cinayet aydınlatılsın ben de bu söylentiden kurtulayım” demez mi? İlişki iki kişiliktir. “Taciz etmiş, tecavüz etmiş” demiyorlar ki... Diyelim ki, yasak bir ilişki... Türkiye Cumhuriyeti devletinde ahlak, kadının cinselliğiyle eşitlendiği için bu anlayışta biri oğlumu öldürmüş ya da öldürtmüş olabilir; bu mümkün. Ben demiyorum, böyle bir tespitim de yok. Koca koca adamlar söylüyor. Ama koskoca bir sistem, ahlakı eşinin cinselliğinden ibaret gören kıskanç katil kocayı korumak için bu kadar şey yapar mı?
AKIL SAĞLIĞIMI KORUDUM, KENDİME GÜLDÜRMEDİM
İsmet İnönü’nün eski bakanlarından Hüdai Oral ile birlikte milletvekilliği yaptık. Oğlumun ölümünden bir-iki ay sonra uçakla İzmir’e geliyoruz. “Erol tehlikeli bir yoldasın. 1980 öncesinde aktif siyasetteyken benim oğlum da denizde boğuldu ve eşimle büyük bir kaosun içine düştük” dedi. Oğlunu toprağa verdikten sonra memleketi Denizli-Çal’a gitmiş. Taziyeye gelenler arasında bir adam dikkatini çekmiş. Oğlunun 40’ı çıkana kadar gelen ve bir köşede oturup hiçbir şey söylemeden giden adam, ziyaretler azalmaya başlayınca “Hüdai Bey günlerdir seni gözlüyorum. Bir şeyi unutma, deliye gülerler” demiş. Hüdai Bey de bana, “Kendine güldürme” dedi. Beni akıl sağlığımı korumaya iten odur. Eşime de, “Hayatın sona erebilir, bu acıya katlanırım ama karşıma akıl sağlığını yitirmiş bir eş olarak çıkma” dedim. Ama dinlemedi. Evden dışarı çıkmadı, komşularla, arkadaşlarıyla iletişimi kesti. O zaman geldim koskoca tarlanın ortasına bu evi yaptım. Burada ağaçları, çiçekleri sevdi.