Güncelleme Tarihi:
Biri 3, diğeri 5 yaşında iki çocuğu ve iki valiziyle evden ayrılan Alpaytaç, önce Türk lobisine yaklaşıp Türk-Amerikan Derneği’nin başkanı oldu. Sonra küçük bir halkla ilişkiler şirketinde işe başladı. Altı yıl önce Chicago’da bir gökdeleninin en alt katında, tek oda, tek müşteriyle kurduğu kendi şirketi bugün 21 müşteri ve yıllık üç milyon dolar ciroyla son iki yıldır üst üste yılın en iyi ajansı. Obama’nın seçim kampanyasında bile onun parmağı var
Babam Amerikan Hastanesi’nde dahiliye hekimiydi. Onun işine verdiği özen ve çalışma azmini aynen almışım. Altı sene milli takımda yüzdüm. Türkiye rekorlarım var. Robert Kolej mezunuyum. Okulun voleybol takımının ikinci kaptanıydım, atletizmle uğraşırdım. Bunun yanı sıra sanatla, özellikle resimle yakından ilgiliydim. Üniversite için burs alarak Amerika’ya gittim. Giderken babam, “Bundan sonra tek başınasın, benden bir şey bekleme. Amerika’ya gitmek istiyorsan orada yaşamayı becereceksin” dedi. Babamın bu tavrı sayesinde hayatımı kazanmayı öğrendim. Bryn Mawr College’den İktisat ve Güzel Sanatlar alanlarında çift dereceyle mezun oldum. Bir taraftan da para kazanabilmek için haftada 20 saat çalıştım. Çocuk da baktım, bulaşık da yıkadım, sekreterlik bile yaptım. Bu arada bir de Fransızca öğrendim.
İÇ GÜDÜLERİMİ DİNLEDİM EŞİMDEN BOŞANDIM
Türkiye’ye döndüm ve iki sene Reklam Moran Ajans’da çalıştım. 1991’de evlenerek Hollanda’ya yerleştim. Orada beş yıl bir şirketin pazarlama müdürlüğünü yaptım. Flamanca öğrendim ve Rotterdam Sanat Akademisi’ne girerek resim bölümünde mastır yaptım. Sabahları üzerime yırtık kotları çeker akademiye gider boya ve fırçalarla sevişirdim. Sonra da işbaşı yapar çalışırdım. Mezuniyet sergimde Hollanda’daki Türkleri, adaptasyon sorunlarını resmetmiştim. Hollanda medyasında geniş yer buldu.
Rotterdam Art Academy’den mezuniyetime yakın oğlum doğdu. İki sene sonra, kızıma hamileyken ailece Chicago’ya taşındık. İlk yıllar benim için çok zordu. Adapte olamadım. Tam bir umutsuz ev kadına dönmüştüm. Nitekim bu sürecin sonunda çok acı bir şekilde boşandım. Amerika’da hiç iş tecrübem yoktu ve biri üç, biri beş yaşında iki çocuğum vardı. Ama içimden bir ses bu evliliği daha fazla sürdürmememi söylüyordu. Çok zor günler geçirdim ama hiç pişman olmadım.
HAYIR KELİMESİNİ KABUL ETMEM
Ben fırtınalı günler yaşarken, Türkiye’nin de başına bir felaket geldi ve 1997 depremi oldu. Türk ağına ulaşıp yardım topladım ve bu sayede çevre edinmeye başladım. Yavaş yavaş Türk toplumu içinde tanındım. Başkonsolosla tanıştım ve birlikte ortak çalışmalar yaptık. 2000 yılında Türk Amerikan Derneği’nin başkanı oldum. Doğru dürüst para kazanacağım bir iş ise o yıla kadar bulamamıştım. Aynı yıl Amerika’nın en önemli 40 gurme editörünün Türkiye’ye bir lezzet turuna gideceğini öğrendim. Gidip turu düzenleyen şirkete bu işin organizasyonunu ve PR’ını ücretsiz olarak yapabileceğimi söyledim. Eğer başarılı olursam beni işe almalarını önerdim. Kabul ettiler. Dönemin Turizm Bakanı’nı Ankara’da merdivenlerde yakalayıp bu tura sponsor olmaları için ikna edişimi hiç unutamam. “Hayır” kelimesini kabul etmedim, resmen 40 takla attım ve başardım. O gün bugündür de iş yaparken “Hayır”ı kabul etmem. Lezzet turu Türkiye’nin sponsorluğunda gerçekleşti. Dönüşte ise Amerikan basınında geniş yer buldu. Sonunda benim de düzgün bir işim olmuştu.
YUNANLI MELEKLER İMDADIMA YETİŞTİ
Dört yıl boyunca o halkla ilişkiler şirketinde genel müdür yardımcısı olarak çalıştım. Patronun kölesi gibiydim. ‘Şeytan Marka Giyer’de Anna Wintour’un asistanına yaptıklarının bin katını bana yapıyordu. Yaptığım işlerden biri de şirkete yeni müşteri kazandırmaktı. Her gün onlarca şirketin genel müdürünü arar bizimle çalışmaları için ikna etmeye çalışırdım. Bir temizlik aleti şirketinin genel müdürü tam bir Türk hayranı çıktı. Ve, “Ben patronunuzla değil, sizinle çalışmak istiyorum” dedi. “Kurucu müşterim olur musunuz?” dedim. “Olurum, üç ay boyunca seninle çalışmayı garanti ederim” dedi. Ben iş hayatında belli dönemlerde insanın karşısına melekler çıktığına inanırım. Bu adam da benim meleğimdi. İkinci ve üçüncü meleğim ise bir Yunanlı çift... Çalıştığım şirketin binası komple onlara aitti. Chicago’nun Donald Trump’ı! Onlara kendi şirketimi kurmayı düşündüğümü söylediğimde binanın en alt katında tek odalık bir ofisi bir yıllığına ücretsiz verdiler. Dünyanın öbür ucunda bir Yunanlı’nın bir Türk’e yaptığı iyiliğe bakar mısınız? O gün bugündür meleklere inanıyorum ve fırsatını yakaladıkça başkalarının meleği olmaya çalışıyorum.
120 BİN DOLARLIK MASTER MASRAFIMI KARŞILADIM
Şirketimi kurduktan sonra insanüstü bir gayretle çalıştım. Boyut dışı düşündüm. Para kazandıkça işe eleman aldım. Üç yıl sonra Chicago’nun en önemli master programı Kellogg’un Executive MBA programına başvurdum. Bu program Amerika’daki tüm üniversiteler içinde birinci sıradadır. Kabul edilmedim. Onlara kendimi anlattım. Ajansımı büyütmek için bu eğitimi almam şarttı. Açık kapı bulmam ve sızmam gerekiyordu. Görüşmeden iki gün sonra telefon açıp mastır programına kabul edildiğimi söylediler. O yıl kabul edilen 70 kişinin 65’i erkekti. Ve hemen hemen herkesi çalıştıkları şirketler finanse ediyordu. 120 bin dolar ödeyip gelen tek şirket sahibi bendim. Haftada 30 saatimi alan, iki yıllık eğitimin ardından çok şey öğrendim. Mezun olduğumda beş müşterim vardı. Amerikan ekonomisinin kötüye gitmesinden faydalandığımı itiraf etmeliyim. Çok para isteyen büyük ajansların aksine daha az yatırımla hızlı sonuçlar vaat ederek müşteriyi çektik. Bir odalık ofis iki ayda bir büyüdü. Rakip şirketlerde çalışan genç ve parlak elemanları transfer ettik. 2008 yılında Amerika’nın en büyük üç pazarlamacısından biri seçildim.
SOSYAL MEDYA İLE YARATILAN MARKA: BELLATOR
Son yıllarda sosyal medya konusunda uzmanlaştık. Çünkü Amerika’da internet üzerinden alışveriş aşmış durumda. Aklınıza gelen her şeyi internet üzerinden satın alabiliyorsunuz. İki ay önce Amerika Marketing Derneği bize sosyal medya konusunda bir ödül verdi. Çünkü bu yolla yepyeni bir marka yarattık. İsmi Bellator. Bellator, Amerika’da büyüyen bir spor aktivitesi. Manifestosunda Uzakdoğuya ait tüm sporları barındırıyor. Sporcular her türlü dövüş tekniğini kullanabiliyor. Bu alanda lider olan marka UFC. Bellator pazara ikinci giren şirket. Ve tamamen sosyal medya ile tanındı. Müsabakalardan en heyecanlı görüntüleri Youtube’a yükledik, Facebook ve Twitter üzerinden görüntülerin yayılmasını sağladık. 3.5 milyon kişi izledi ve patladı. Sosyal medya Amerika’da vazgeçilmez bir araç. Her türlü kampanya bu yolla duyurulabiliyor.
OBAMA’NIN BAŞKAN SEÇİLMESİNDE PAYIM VAR
2008 yılının sonlarına doğdu bir arama motoru müşterim için bir analiz yaptım; Wall Street Journal’da yarım sayfa yayınlandı. McCain’in internet üzerinden yürüttüğü seçim kampanyasının Obama’ya oranla daha iyi olduğundan bahsetmiştik. Obama’nın nerede yanlış yaptığını tespit etmiştik. Haber yayınlandıktan iki gün sonra Obama’nın seçim kampanyası bizim eleştirildiğimiz doğrultuda düzeltildi. Yani Obama’nın başkan seçilmesinde rolüm vardır. Bu yaptığımız araştırmayla Altın Küre ödülünü aldık.
TWİTTER’DAN ÜNLÜLER ÇIKIYOR CEO’LAR GİRİYOR
Amerika’da Twitter hesabını kapatan çok ünlü var. Çünkü çok acımasız eleştirilerle karşılaşabiliyorlar. Bu tip negatif tecrübeler yaşandıkça bu platform ya küçülecek ya da şekil değiştirecek. Şu anda Amerika’da markaların CEO’larının twitter hesapları çok popüler. Tüketici bu yolla markayla arasında bir bağ kuruyor. Marka bir ete kemiğe bürünüyor. Direkt kendi yazan CEO’lar da tanıyorum. Bazılarıysa bizim gibi onları temsil eden şirketlere günde üç mesaj atıp, markanın son yeniliklerini duyurma hakkı tanıyorlar.
HAYALİM ‘BARCELONA BARCELONA’ GİBİ BİR FİLM ÇEKİLMESİNİ SAĞLAMAK
Şu anda iki büyük hayalim var. Biri sanata geri dönebilmek. Diğeri ise Türkiye’de tıpkı ‘Barcelona Barcelona’ gibi bir film çekilmesine aracı olmak. Bu sayede ülkemizi bütün dünyaya tanıtmak.
‘Kurtlar Vadisi’ için Sharon Stone ve Andy Garcia, ‘Var mısın Yok musun’ için Christina Aguilera ve Fifty Cent’in gelmesine aracı oldum.