O tipsiz herif, bu güzelim kızı nasıl arakladı? diyor.

Güncelleme Tarihi:

O tipsiz herif, bu güzelim kızı nasıl arakladı diyor.
Oluşturulma Tarihi: Eylül 02, 2003 18:20

“Yahu Serdar, bu Hayrullah denilen adam nasıl oldu da o güzelim kızla evlendi?” diye soran kimdi? Ne bileyim ben, niye bana böyle zor sualler sorarsınız anlamam ki... Psikolog değilim, sosyolog değilim, antropolog hiç değilim, “aşk ve kadınlar” konusunda uzmanlaşmış bir romantik köşe yazarı bilem değilim. Neyse, bir cevap vermeye çalışacağım, bilmem yeterli olur mu. Artık olsa da olmasa da...

Haberin Devamı


Sıcaktan kurtulma umuduyla sığındığım perdeleri sıkı sıkıya kapalı bir odada, televizyonun karşısına eriyik, bir belgesel seyrediyorum.

Afrika’nın Kalahari Çölü’nde, Massai Mara Bozkırları’nda yaşayan vahşi hayvanlar.

Genç ve güçlü erkek aslan, ihtiyarı kovup haremine üzerine oturuyor, kelimenin tam anlamıyla. Ötede, iki erkek kartal bir dişi için kilitlenmiş havada. Yine en güçlüsü kazanıyor savaşı. Arı beyi kovandan fırladığı gibi gökyüzüne doğru uçmaya başlıyor diklemesine, eş adayı erkek arılar peşinde. Her biri tek tek yorulup düşecek, dişi arı sona kalan, en güçlü ve dayanıklı erkekle çiftleşecek.

Malum (beni Darwinci ilan eden yobazlar yine bozulacaktır şimdi) tabiatta “doğal ayıklanma” diye bir hadise var. Tabiat bir yandan hastayı, çelimsizi yok (yani yem) ederken, bir yandan da, neslin en iyi şekilde devam etmesi için, en sağlıklı dişinin en güçlü kuvvetli erkekten döl almasını temin ediyor.

Seyrederken düşünüyorum.

Bu kural insanlar için de geçerli midir? Daha doğrusu ne ölçüde geçerlidir?

Genelde, evet, güzel kadın ancak bir yakışıklı, güçlü kuvvetli erkeğe evet diyecektir. Yakışıklı, boylu poslu genç delikanlı da güzel bir kadına göz koyacaktır, haliyle.

Kavgasız dövüşsüz de olsa...

Demek ki, bu kural tam işlese, Arnold Schwarzenegger ile Silvester Stallone (lafın gelişi, bir halta benzedikleri için değil, adaleli olduklarından) fazla mesai yapacağım diye çatlarken, zeka olarak, espri olarak ikisinin toplamını sekize katlayıp karesini alacak olan bir Woddy Allen, Central Park’ta ağaçlara tırmanacaktı...

(“Ve Serdar, sen de evde kalacaktın!” dediğinizi duyar gibiyim...)

Allah’tan değil. İşin içine “duygu” da giriyor eş seçiminde.

Ya “sadece duygu” (Çirkin, göbeği yağ bağlamış, ihtiyar ama zengin erkekle, genç ve güzel kadının, kaknem dulla genç delikanlının “sadece duygusal” aşkı gibi, mesela), ya da “gönül bu, aka da konar...” meselesi. (Yakışıklı erkeğin çirkin bir kıza, fıstık gibi bir kadının tipsiz bir herife gönül vermesi gibi...)

Allah’tan “en güçlü erkeğin kadını kapması” kuralı insanlar için geçerli değil, diye düşünüyorum. Yani Allah’tan istisnalar bazen kaideyi bozuyor.

Kural bizim için de işlese ne olur? diyeceksiniz.

Neticede herkes boyu boyuna, kilosu kilosuna birini bulamayacak mı?

Bilmem!

Ama, plajda (artık bikiniler monokini haline gelmiş maşallah) güneşlenen, sahil boyunca piyasa yapan insanlara bakıyorum.

Yakışıklı, boylu poslu bir erkek, yanında genç güzel bir kadın.

Kısa, güdük, paytak paytak yürüyen bir adam, kolunda kısa, kilolu, kilodan bacakları birleşmeyen bir kadın.

Sağlıksız, çelimsiz, dar omuzlu, küçük popolu bir adam, yanında sinir küpü, sıska bir kadın.

Genelde, herkes “boyu boyuna, eni enine” birini bulmuş zaten kendine eş diye, huyunu bilmem artık.

Niye?

Niye “genelde” herkes “kendine benzeyeni” eş seçer acaba?

Cevap beni aşar.

Ama, çok kaba ve aşırı bir tasnifle, “güzelin güzelle, çirkinin çirkinle” birlikte olması, toplumun giderek güzeller-çirkinler diye ikiye bölünmesine sebep olur muydu acaba?

Uzun boylular sadece uzun boylulardan çocuk yaparsa, güzeller sadece yakışıklılardan... Birilerinin giderek boyu uzar, fiziği güzelleşir, diğerleri, bir kısır döngü içinde, git gide biçimsizleşir miydi acaba?

Yani iş sadece tabiata kalsa...

İşe duygu karışmasa, “sübjektiflik” katılmasa nihaî karara...

Yattığım yerde insanları seyrederken bunları düşünüyorum, kafam karışık.

Derken New Scientist’teki bir makale yetişiyor imdadıma.

Bu kaidenin tabiatta da, yani hayvanlar dünyasında da istisnaları varmış meğer.

Mesela, Japon bıldırcını ile somon (yahut som) balığı.

Bu iki türün dişisi, diğer bütün canlıların aksine, çelimsiz erkeği seçiyormuş kendine eş olarak.

Kaliforniyalı etnolog Jason Watters üşenmemiş, yıllarca araştırmış.

“Hooknose salmon” yani kanca burunlu iri yarı erkek, “jack salmon” dediği zayıf erkekle kapışınca, kavganın sonucunu heyecanla bekleyen dişi hangisiyle çiftleşiyormuş dersiniz? Kavgayı kaybedenle, yani tipsiz ve çelimsiz erkekle...

Niye? Bilinmiyor. Akla gelen tek açıklama, iri yarı “hooknose” somonun, oynaşma ve çiftleşme sırasında dişiyi itip kakmasına karşın, kendine daha az güvenen “jack” delikanlının daha “yumuşak” yaklaşıyor olması. Somonun dişisi romantik olabilir mi? Yumuşak erkeklerden hoşlanıyor olabilir mi? Kim bilir!

Japon bıldırcınıysa daha bir hoş.

Genç gelin adayı kızımız bakireyse eğer, eş olarak – Kanadalı Prof.Alex Ophir’ın iddiasına göre – iri yarı, güçlü kuvvetli yani kavgada galip gelen erkeği tercih ediyormuş.

Eğer gelin adayımız “görmüş geçirmiş” bir dişiyse, aksine, mağlup olanı seçiyormuş kendine eş diye. Yani daha zayıf, çelimsiz olan erkeği.

Niye? Bunun da bir izahı yok şimdilik. Belki bıldırcın da, İsveçli kadınlar gibi, (onlar da artık değişti diyorlar ya) güçlü kuvvetli, erkek gibi erkekleri değil, çocuğunun altını değiştirecek, bezini yıkayacak, mutfağa hazır girmişken yemeği de yapıverecek “neo-erkekler / neo-babalar” arıyordur kendine. Yuvayı yapacak, kuluçkaya yatacak, yavruyu besleyecek... kim bilir?

Hasılı, tabiatta da istisnası varmış genel kuralın. Çelimsiz, tipsiz erkeklerin de bir şansı varmış, kendilerine bir eş bulmak, soylarını devam ettirmek için...

“Yahu Serdar, bu Hayrullah denilen adam nasıl oldu da o güzelim kızla evlenebildi?” diye soran kimdi? Bilmem cevap olarak yeterli mi...

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!