<b>Mine KILIÇ</b>
Oluşturulma Tarihi: Eylül 04, 2004 01:08
‘Sigara faşizmi’ yıllardır ‘açık-kapalı’ her yerde sürüp gidiyor. ‘Kanunla’ getirilen yasak uygulanmıyor. Nezaket fukarası, egosantrik, anlayış özürlü Türk insanı havaalanlarından yolcu otobüslerine, her türlü bekleme salonundan alışveriş merkezlerindeki yasaklı alanlara kadar her yerde tütüyor.
Bağlama sanatçısı Arif Sağ ve Arap müzisyen Marcel Khalife’nin geçen yıl 28 Ağustos’ta İstanbul Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’nda verdiği konsere gitmiştim. Bir daha da o mekanda hiçbir konsere gitmeme kararı almıştım. Çevremde oturan insanların tamamı durmaksızın sigara içiyordu. Sanki işsizlerle dolu bir kıraathanede ya da iki metrekarelik bir sigara odasında yüzlerce insanla beraberdim.
Konser arasında hiçbir medeni ülkede duyamayacağınız bir anons yapıldı: ‘Sayın seyirciler, Türk gibi sigara içen deyimi bir kez daha doğrulanmış oldu. Açıkhavadayız ama lütfen biraz daha az sigara için’. Elbette bu anons ‘medeniyet fukarası, dolaylı can düşmanları’nı hiç etkilemedi. Açıkhavada olmanın verdiği sınırsız özgürlük hissi, medeniyetin getirdiği insana ve insan hayatına saygı hissinin üzerindeydi.
Hayatımın son gününü yaşadığımı ve ‘açıkhavada’ boğularak öleceğimi düşünmüştüm. Konser sonrası giysilerimi çamaşır makinesine tıkıp ‘60 derecede, ön yıkamalı programı’ ayarladım, kendimi duşun altına atıp saatlerce temizlenmeye ve sakinleşmeye çalıştım.
31 Ağustos gecesi tarih tekerrür etti. Dayanamadım, yine Açıkhava Tiyatrosu’na gittim. Genel sanat yönetmenliğini Mustafa Erdoğan’ın yaptığı Dawool gösterisini izlemek istiyordum.
Yine Erdoğan’ın projesi olan Dansın Sultanları’nı ve genel sanat yönetmenliğini Ertuğrul Ateş’in yaptığı Hürrem Sultan gösterilerini izleyip ‘Vay be, Türkiye’de neler oluyor’ diyenler arasına katılmıştım. Sanki vatan evlatları hidayete ermiş, insanımız sanat aşkıyla kavrulmuştu. Günde en az bir kez duş alanların, iki kez dişlerini fırçalayanların, trafikte emniyet şeridine ve diğer araçların (ya da yayaların) üzerine dalmayanların, otobüs, vapur, tramvay vb envai çeşit kuyrukta itişip kakışmayanların sayısı artmıştı.
31 Ağustos gecesi, bir kez daha yanıldığımı anladım. Yüzlerce baca aynı anda tütüyordu ve hafif rüzgar sayesinde duman banyosu yapıyorduk. Açıkhavada da içmezlerse nerede içecekler, değil mi efendim? Bizim içmeme özgürlüğümüz varsa, onların da içme özgürlüğü var. Bizim zehirlenmeme özgürlüğümüz varsa onların da zehirleme özgürlüğü var. Bizim kokmama özgürlüğümüz’ varsa onların da kokma ve kokutma özgürlüğü var. Bizim kanser olmama özgürlüğümüz varsa, onların da kanser etme ve kanser olma özgürlüğü var.
Gösteri bitiminde insan kalabalığında tıkış tıkış ilerlerken, ‘orada bile’ içiyorlardı. Çünkü bağımlıların bağımlılığı, sevgiliye, yaradana, evlada, aileye, vatana duyulan aşkın da ötesinde akıllar, fikirler, tutkular üstü bir noktada...
Sigara faşizmi yıllardır açık-kapalı her yerde sürüp gidiyor. Kanunla getirilen yasak ne umursanıyor ne uygulanıyor. Nezaket fukarası, egosantrik, anlayış özürlü Türk insanı havaalanlarından yolcu otobüslerine, her türlü bekleme salonundan alışveriş merkezlerindeki yasaklı alanlara kadar her yerde tütüyor.
İşyerleri yavaş yavaş ‘tecrit odalarıyla’ soruna çare bulmaya çalışıyor.
En paçozundan en lüksüne restoranlara baktığınızda yüzde 99’unda sigara içmeyenler için çözüm olmadığını görüyorsunuz. Lokmanızı yutmak için ağzınızı açtığınızda yan masadan gönderilen yanarlı dönerli dört bin çeşit zehiri de midenize indiriyorsunuz.
En vahimi ‘içici’ anne-babalar. Bunlar yeni doğmuş bebelerin (kendi çocukları) yanında bile tütüyorlar. Ev, araba, alışveriş merkezi, kucak, sokak vs fark etmiyor.
Kendisinin, çocuğunun, çevresinin yaşama hakkına saygı duymayan, bu dünyadaki var olma süresini azaltırken aynı şeyi diğer insanlara da reva gören biri hangi yasağı, yasayı takar? Bu insanları uyarmak için harcayacağınız zamanı onlardan kaçmak için harcayın çok daha iyi.