O beyaz anıt meğer Türkler için dikilmiş

Güncelleme Tarihi:

O beyaz anıt meğer Türkler için dikilmiş
Oluşturulma Tarihi: Eylül 03, 2004 00:06

Ege oldukça sakindi. Gemi neredeyse hiç sarsılmadan geçti Akdeniz’den de. Çocuklar güle oynaya koşturuyorlardı. Vakit zengini olan kadınlar ise bolca güneşleniyor, sohbet ediyorlardı. Süveyş Kanalı’nı geçip de Kızıldeniz’e girer girmez aksilikler başladı.
(...)
Hareket hazırlıkları sürerken kadınlar ve çocuklar da sahili seyrediyor, fotoğraf çekiyorlardı. İlerde beyaz bir anıt fark edince onu da görüntülediler. Ama hiçbiri bilemedi o beyaz anıtın özelliğini.

Haberin Devamı

SUNUŞ

Gazeteci olarak, insanı yaptığımız işin odağına almak gerekliliğine hep inandım. Gerçek yaşam öykülerini yazmaya başlarken de insanlarla yaşamlarının gizli kalmış öykülerini öğrenecek olmanın heyecanı içindeydim.

Üçüncü öykü yayınlanıyor, heyecanım geçti mi? Hayır, daha da arttı. Çünkü beklentilerimin ötesinde bir güvenle karşılaştım. İnsanlar, dünyalarını bana açmakta tereddüt etmiyorlar! Bu benim için yeni ve önemli bir misyon. Bu güvene layık olmaya çalışıyor, öykülerini dikkatle kaleme alıyor; isimlerin gizli kalmasıı isteklerini titizlikle yerine getiriyorum. O kişiyle ilgili bilgiler bende kalıyor; farklı bir isimle öyküleştiriyorum yaşadıklarını.

İlk gün yayınlanan ‘Gazoz kapağından çıkan tatil’ öyküsünde sadece erkek kahramanın ismi gerçek, ‘İnanılmaz bir anneler günü hediyesi’ başlıklı öykünün kahramanı, ‘Ceyda’nın da adı gerçekte farklı. Önemli olan isimler değil öykünün kendisi diye düşünüyorum. Nitekim ‘Ceyda’, öyküsü yayınladıktan sonra ‘Yazıyı okudum. Hayatımın dönüm noktasını milyonlarla birlikte okumak çok garip, sanki herbiri benim sırdaşım’ diye ifade ediyordu sevincini.

Bu ‘sırdaş’lığa aracılık etmek de benim için mutluluk. Göndereceğiniz yeni öyküleri bekliyorum.

Yaşam öykünüzü bekliyoruz

Fax: 0 (212) 677 0 888

e-mail: fbildirici@hurriyet.com.tr

Mektup adresi: Anlatsam Roman Olur Hürriyet Medya Towers Güneşli/İstanbul.

Web sayfası: www.hurriyet.com.tr/anlatsam

O BEYAZ ANIT MEĞER TÜRKLER İÇİN DİKİLMİŞ

MV Keban gemisinin mürettebatı, Mudanya Limanı’ndan demir alırken neşe içindeydi. İlk kez gidecekleri Japonya’ya kadar keyifli bir yolculuk geçireceklerini düşünüyorlardı.

Yük gemisi olmasına rağmen, personelden üçü, eş ve çocuklarını da yanına almıştı. 33 günlük bir turistik yolculuğa hazırlanmışlardı.

‘MV Keban’, Yawata Limanı’na maden cevheri götürecek; Yokohama’dan da İkinci Boğaz Köprüsü’nün ayakları için hazırlanan çelik konstrüksiyonları yükleyip geri dönecekti Türkiye’ye. Takvimler 1986 yılının 4 Haziran’ını gösteriyordu.

Kızıldeniz’e kadar her şey yolundaydı. Ege oldukça sakindi. Gemi neredeyse hiç sarsılmadan geçti Akdeniz’den de. Çocuklar güle oynaya koşturuyorlardı. Vakit zengini olan kadınlar ise bolca güneşleniyor, sohbet ediyorlardı.

Süveyş Kanalı’nı geçip de Kızıldeniz’e girer girmez aksilikler başladı. İlk aksilik, içme suyu tankının delinmesiydi. Tatlı suyun zor bulunduğu bölgedeydiler üstelik. Su almak için Aden Limanı’na yanaşıp, hem tankı onardılar, hem de su aldılar. Su, neredeyse altın değerindeydi Aden’de.

Kızıldeniz’i aşıp da Hint Okyanusu’na çıktıkları noktada şiddetli Muson rüzgarlarıyla karşı karşıya kaldılar. Muson rüzgarlarının en şiddetli estiği mevsimdeydiler.

Doğanın gemiciler için uygun gördüğü en zorlu sınavlardan birine girmişti mürettebat. Sürpriz sınava rağmen Sri Lanka’nın güneyine uzanmak isteseler de doğa izin vermedi.

Geminin ağır maden yüküyle dalgalar arasında sert biçimde yalpalaması tehlikeliydi. Yalpalardan birinde kırılabilirdi gemi.

Endişelenen kaptan Alaattin Zümrüt, geri dönmeye karar verdi. Somali’nin Hafun Limanı’na sığınıp, yedi gün kaldılar orada.

SOMALİ’DE NASIL AÇKALIYORLAR ACABA!

Çocuklar, kadınlar bile olta takımlarını kapıp balık avladılar beklerken. Herkes hayatında belki bir daha göremeyeceği kadar çok balık tutuyordu. Balık boldu. Somali’de açlık çekildiğini duyunca inanamadılar. Garip bir çelişkiydi bunca balığın olduğu sahillerde açlık çekilmesi.

Yeniden yola koyulduklarında asıl zorlu sınava yeni girdiklerini bilmiyorlardı. Birkaç saat sonra MV Keban, yine çok sert yalpalamaya başladı. Yükü nedeniyle çok hızlı şekilde yalpa yapıyor, hızla düzeliyor; ardından yeniden yalpalıyordu.

Yalpanın büyümesi geminin içini de kötü etkiledi. Önce tabak çanaklar yerlere saçıldı. Sonra da sabitlenmiş koltuk, kanepe, televizyon gibi eşyalar yerlerinden söküldü. Kamaralardaki eşyalar sağa sola uçuşuyordu.

Başmühendis Kemal Şerifoğlu’nun kamarasında felaket manzarası hakimdi. Gemi yalpalayıp eşyalar oradan oraya savruldukça başmühendisin eşi ve küçük kızı korkudan çığlıklar atıyordu. Onları yatıştıramayan başmühendis de mide spazmı geçirmeye başlamış, yerde kıvranıyordu.

Aslında bütün mürettebat korku içindeydi. Kimselere belli etmemeye çalışarak görevlerini yapıyorlardı. Gözleri ise kaptandaydı. Daha ne kadar ısrar edecek, devam edecek mi? Geri mi dönecek? Kaptan direnmekten birkaç saat sonra vazgeçti. Hafun Limanı’na bir kez daha döndüklerinde gemideki herkes ölüp de yeniden dünyaya gelmiş gibi hissediyordu kendini.

Hafun’da yine karaya ayak basmadan balık tutarak geçirdiler iki günü. Hava bir türlü tam olarak düzelmiyordu. Kaptan, rüzgarın şiddetini azaltmasını fırsat bilip hareket emri verdi.

SİNGAPUR GÖRÜNÜNCEBİR OH ÇEKTİLER

Öncekini aratmayacak zor koşullarda geçtiler Hint Okyanusu’nu. Singapur’u uzaktan gördüklerinde ferahladılar ancak. Orada rahat bir nefes aldılar. Hem korkularını dindirdiler, hem de ikmal yaptılar Singapur limanında.

Artık rota, yük boşaltacakları Yawata’ydı. Nedense kaptan ve zabitler, Yawata’yı bir türlü bulamadılar haritada. Uzun aramalardan sonra Yawatahama’ya bastılar parmaklarını. ‘Hama şehir demek olsa gerek’ dediler:

- New York City gibi, Yawatahama da Yawata şehri demek herhalde.

Kaptanın aklına yattı bu fikir. 47 gündür karaya ayak basmamışlardı. Ertesi akşam Yawata’ya varacaklarını hesaplıyorlardı. Heyecan büyüktü gemide.

Fakat akşam saatlerinde Deniz Nakliyat’tan aldıkları bir telgraf morallerini bozdu. O sırada olmaları gereken yerin koordinatları farklı veriliyordu.

Acaba yanlış bir rota mı izliyorlardı? Telaşla haritaları, pilot kitaplarını kontrol ettiler. Evet, yanlış rotadaydılar. Verilen koordinat gittikleri adanın batısındaydı. Onlar ise tersine doğusundan seyrediyorlardı.

O zaman anladılar, Yawatahama’nın Yawata olmadığını, ‘Hama’nın da şehir anlamına gelmediğini. Yawata bir liman değil, iskelesi olan küçük bir köydü. O nedenle haritada bulamamışlardı Yawata’yı. Yeni rota çizildi aceleyle. Bir gün uzamıştı yol. Yükü boşaltmak için Yawata’ya vardıklarında bile ağızlarını bıçak açmıyordu. Sıkılmışlardı yolculuğun uzamasından.

Tahliyeyi bitirince hiç beklemeden dönüş yükünü almak üzere Yokohama’ya hareket etti gemi. Kötü talih yine peşlerini bırakmayacaktı.

Honshu ile Oshima adaları arasından geçerken tayfuna yakalandılar.

Üçüncü zabit Yaşar Biber köprüdeydi, geminin ilerlemediğini fark etti. Oysa motorlar çalışıyordu. Şiddetli rüzgar, boş olduğu için bütün gövdesi suyun üzerine çıkan gemiyi engelliyordu.

Durumu haber alan kaptan en yakın koya sığınmaya karar verdi. Dümeni önce Honshu adasına kırdı. Rüzgár ve dalgalar, geminin iskele tarafına dönmesine izin vermedi. Bu kez sancağa dönmeyi denedi kaptan. O tarafta da Oshima adası vardı. Uzun uğraşlardan sonra döndü gemi. Binbir güçlükle Oshima adasına yanaşıp Fukuro koyuna sığındılar.

Sabah uyandıklarında fırtına dinmişti. Günlük güneşlik bir hava gelmiş, tayfundan eser kalmamıştı. Bir gün önceki deli dalgalar gitmiş, yerini dingin bir deniz almıştı.

Hareket hazırlıkları sürerken kadınlar ve çocuklar da sahili seyrediyor, fotoğraf çekiyorlardı. İlerde beyaz bir anıt fark edince onu da görüntülediler. Ama hiçbiri bilemedi o beyaz anıtın özelliğini.

ERTUĞRUL MEĞER 100 YIL ÖNCE GELMİŞ

Yokohama’ya vardıklarında bir sürpriz bekliyordu onları. MV Keban’ın bu seferi, Başbakan Turgut Özal’ın talimatıyla başlatılan düzenli seferlerin ilkiydi. O nedenle Japonlar, büyük bir parti düzenlemişlerdi. Partide sohbet ederken Türk Ticaret Ataşesi, Üçüncü Zabit Biber’e sordu:

- Oshima adasındaki Türk Anıtı’nı gördünüz mü? 16 Eylül 1890’da orada batan Ertuğrul fırkateyninde ölen 525 Türk denizci anısına dikilmiştir. Sizin de o kayalıklara takılmadan koya girebilmeniz mucize.

Biber, şaşırdı. Bırakın Ertuğrul fırkateynini bilmeyi, o ve arkadaşları Japonya’ya sefere çıkan ilk denizciler sanıyorlardı kendilerini.

‘Bu anıtın yerini harita üzerinde gösterir misiniz?’ dedi Biber merakla. Birlikte çıktılar harita odasına. Ataşenin harita üzerinde işaret ettiği yeri görür görmez zıpladı yerinden.

- Bu bizim de tehlike atlatıp demirlediğimiz yer!

O zaman öğrendiler görüntüledikleri anıtın ‘Türk Anıtı’ olduğunu. Tarih, beklemedikleri anda, üstelik fark ettirmeden dokunmuştu onlara...

ÜNLÜLERDEN ÖYKÜ YORUMU

Ertuğrul’un önemini hiçbirimiz kavrayamadık

Sunay Akın (Şair-Yazar)

Japon İmparatoru Meji, dönemin Padişahı İkinci Abdülhamit’e armağanlar gönderir. Tarihte, Japonlarla Türkler ilk kez yüz yüze gelmektedir. Osmanlı, kuşkusuz bu armağanların altında kalmayacaktır.

Bahriye Nazırı Hasan Hüsnü Paşa, sarayın armağanlarını Japonya’ya Ertuğrul fırkateyninin götüreceğini açıkladığında denizciler isyan eder. Çünkü Ertuğrul fırkateyni yıllarca Haliç’e demirli kalmış, dibi midye bağlamış, eski ve yorgun bir gemidir.

Buna rağmen fırkateyn bakımdan geçirilir ve Ali Bey kaptanlığında 14 Temmuz 1889’da İstanbul’dan yola koyulur. Çok zor bir yolculuktan sonra Yokohama limanına ulaşmayı başarır. Japonların fırtınalara dayanamayacağı uyarılarına rağmen fırkateyn dönüşe geçer. Ancak uzağa gidemez, Osima adası açıklarında kayalıklara çarpar ve batar.

Fırkateynin batışından sonra dul kalan denizci eşlerinden biri de Kaptan Ali Bey’in karısı Ayşe Hanım’dır. Kızı Neyyire zaman içinde evlenir ve bir erkek çocuk dünyaya getirir. İşte bu çocuk, Cumhuriyet döneminin Maarif bakanlarından Hasan Ali Yücel’dir. Onun oğlu da şair Can Yücel’dir.

Yani Ertuğrul fırkateyninin öyküsü aslında sadece Japonya’ya giden denizcilerimizin değil, edebiyatçılarımızın da gözü önündeydi. Ama onun şiirlerindeki öfkenin Ertuğrul’u batıran dalgalardan güç aldığını göremedik.

İstiklal Caddesi’ndeki Japon mağazasının öyküsünün, gemi battıktan sonra İstanbul’a gönderilen dostluk elçisi Nakamura ile başladığını da bilemedik.

Sadece Keban gemisinin mürettebatı değil, biz aslında millet olarak Ertuğrul fırkateyninin hayatımızdaki yerini kavrayamadık. Onun anıt kişileri önünden fark etmeden geçtik, onlardan habersiz biçimde yaşadık.

Oysa Ertuğrul anıtını görmek için Japonya’ya gitmeye bile gerek yok. Anıtın aynısı Mersin limanında da var. Ama hangi yıldönümünde o anıtın önünde tören yapıldı ki insanlar Ertuğrul fırkateynini bilsin? Fırkateynin batışının, 525 Türk denizcinin ölümünün 16 Eylül’de tam 114. yıldönümü ama hatırlayan kim?

Haberin Devamı

PAZARTESİ: BANKER KASTELLİ’NİN GARDİYANI ANLATIYOR...

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!