OluÅŸturulma Tarihi: AÄŸustos 08, 2004 00:00
Ben nerede
yemek yemek isterim? Öyle çok yerde ki. Ama ve özellikle de yanımda yemekten anlayan yabancı bir misafirim varsa, kesinlikle bir ‘Geleneksel Türk Mutfağı’ lokantasında değil. Oysa, örneğin, Jean Georges Vongerichten’in Thai-füzyonu restoranlarından birisinde yepyeni bir tarza ulaştırılmış Tayland yemeğini büyük bir keyifle yiyebilirim.Ya da İspanya’nın Bask bölgesinde, San Sebastian’da, Juan Mari Arzak’ın muhteşem restoranında, kızı Elena’nın elinden ‘mürekkep balığı mürekkebi sosunda balkabaklı ravioli’, ardından ‘pırasa külü sosunda deniz levreği’ ve hatta tüm ‘tadım’ menüsünü tekrar tekrar, ve her zaman ve en az aynı keyfi alarak yemek isterim. Bu farklılaştırılmış İspanyol mutfağını herkese ballandıra ballandıra anlatabilirim. Veya Los Angeles’ta Matsuhisa restoranda muhteşem Nobu Matsuhisa ustanın ellerinden, geleneksel Japon temaları üzerine geliştirilmiş yepyeni ‘toro’ balığı çeşitlemelerini. Ya da Manhattan’ın bence en iyi restoranı olan Le Bernardin’de şef Eric Rippert’ın elinden çıkmış bir ‘deniz kestanesi’ ve ardından ‘rosto edilmiş foies-gras üzerinde çizgili levrek’ gibi bir Fransız-Amerikan yaratımını yemeği öyle çok isterim ki.TORO TARTARINI HAYALİMDEN ZOR SİLERİMBiraz daha devam edebilirim ilginizi çektiyse eğer. Atina’da Tudor Hall restoranda şef Sotiris Evangelou’nun yarattığı bir Yunan ve Fransız füzyon tabağına bayılabilirim. Ünlü Fransız şef Alain Ducasse ile birlikte geliştirdikleri yaratıcı mutfağa hiç bir zaman hayır demeyebilirim. Veya Sydney’de, ünlü Tetsuya usta’nın deforme etmiş olduğu Japon yemeklerini ve özellikle de Avustralya keçi peyniri ile birleştirdiği ‘toro tartarı’nı hayalimden zor silerim? Ya da Kaliforniya’da, bugün belki de dünyanın en iyi restoranı sayılabilen The French Laundry’de, şef Thomas Keller’in, babaannesinden esinlenerek yarattığı yemeklerden oluşan 20 tabaklık ‘tadım menüsünü’ nasıl canım çekmez ki.AMA BENİM CANIM DOLMA İSTİYOROysa ben tutturmuş, illa da Türk yemeği yiyeceğim diye diretip duruyorum. Madem bu kadar dolanıyorsun şu dünyayı, yesene be kardeşim şu iyi bildiğin yerlerde! Öyle ya, bu anlattıklarının yanına biber dolması hiç yakışır mı! Haklısınız, vallahi de yakışmıyor. Ama ne yapayım, annem Japon ya da Tayland yemeği pişirmeyi bilmiyordu ki damağım hep böyle şeyleri arasın. Hem sonra Söke nere, Los Angeles nere. Ben patlıcanlı, bamyalı, enginarlı, baklalı, otlu falan şeylerle büyüdüm. Büyük ihtimalle sizler de. İşte zaten o yüzden bunları arıyorum.Ama sizle benden ve bizim memleketin geri kalan nüfusundan başka dünyada bizim yemekleri kim arar, doğrusu bunu bilmiyorum. Örneğin acaba kim ballandıra ballandıra, ‘İstanbul’da bilmemne usta Türk lokantasına gittim ve orada kırmızı salçalı, tıkış tıkış doldurulmuş bir biber dolması yedim’ diye anlatır ki? Bence kimse. Bu tatlar bize özgü tatlardır ve evrensel değildirler. Ama yukarıda size anllattıklarım bambaşka şeyler. Sözünü ettiğim adamlar, ki hepsi de çok önemli şefler, mutfaklarında hem kendi kültürlerini koruyorlar ve hem de evrensel lezzetler yaratıyorlar. Üstelik öyle yaratıcı şeyler katıyorlar ki tabaklarına, anlatması bile başlı başına bir keyif oluyor. Mesela şu Thomas Keller kardeşim, somon balığı tartarını dondurma külahı içinde sunuyor. Görünüş mükemmel, lezzet mükemmel. Kimin aklına gelir ki?İSTİYORUM DA LOKANTA BULAMIYORUMAma ben neden, tüm arzularıma rağmen şöyle göğsümü gere gere yabancı ve yemekten anlayan misafirlerimi götürebileceğim ‘Yaratıcı Türk Mutfağı’ özellikli, içinde tüm kayda değer yerli şarapların mutlaka bulunduğu kapsamlı bir şarap programı olan bir restoran bulamıyorum. Bulamıyorum, çünkü yok. Çünkü kimsenin böyle bir derdi de yok. Oysa bu o kadar önemli bir şey ki. Bir ülkenin tanıtılması, o ülkenin kültürü ile dünyada takdir görmesi bizler için o kadar gurur verici şeyler ki. Peki neden böyle bir girişimimiz olmuyor? Türk yemeğini neden sadece öğlenleri ve sadece esnaf lokantalarında yiyebiliyorum da kuvvetli bir şarap programı, beyaz örtülü ve kolalı masaları ve büyük ve iyi porselenden mamul tabakları ile kaliteli bardakları olan Türk restoranlarında yiyemiyorum? Yok da ondan. Ayrıca, yalnızca beğendili kebap üzerine uluslararası bir kültür etkisi yaratabileceğimize de zinhar inanmıyorum. GELENEKSEL OLANI TERK ETMEDENBize artık yaratıcılık gerek. Türk mutfağının yeniden tanımlanması gerek. Bunu söylerken kesinlikle geleneksel olanı terketmekten bahsetmiyorum. Bizim evde zaten Türk yemekleri pişiyor ve pişmeye devam edecek. Ayrıca, Boğaz’ın muhteşem balıkçılarıyla, yeni tarz İstanbul kebapçılarına da hiç sözüm yok. Zaten sadece oralara severek gidiyorum. Ben yalnızca, gelenekselin yanısıra, yeni bir ekolün başlaması gerektiğini vurguluyorum. Yani nasıl Fransız mutfağı 1960’lı yıllardan itibaren bir ‘Nuvel Kuzin’ devrimi geçirmişse, ya da nasıl ABD son on yılda dünyanın en enteresan ve rafine mutfaklarından birini geliştirmişse ve nasıl İspanyol mutfağı dünyanın en rafine örneklerini vermeye başlamışsa, nasıl yakın zamanlarda Avusturya’da bile yepyeni bir ‘nuvel’ mutfak yaratılmışsa, bizim de kendi mutfağımızda bunu yapmamız lazım. ‘Nuvel Türk Kuzini’ akımını başlatmamız lazım. Fani Dünya Dünyanın en pahalı hamburgeri Dünyanın en pahalı hamburgerini New York’taki DB Bistro Moderne adlı (55W. 44th St.) lokantada yapıyorlar. Porsiyonu $59. Yaratıcısı, şef Daniel Boulud. İçindekiler ise bonfile kıyması, sonra bir kat siyah trüf mantarı, üstüne bir kat fua gra (şişmanlatılmış kazın ciğeri), daha sonra bir kat daha siyah trüf mantarı. Fokaçyo ekmeği arasında ve yanında kızarmış patates bile var. Eğer çift trüflü isterseniz (yani, çift kaşarlı gibi), o zaman fiyat 99 dolar oluyor. Guinness Rekorlar Kitabı’nda da kaydı var.İyi Restoranlar Nerededir?Yurtdışında iyi ve çok iyi restoranları bulmak için, eğer Avrupa’ya gidecekseniz Michelin Guide adlı rehbere bakın. Eğer ABD’ye gidecekseniz, gideceğiniz şehir için hazırlanmış olan ZAGAT Survey adlı kitaba bakın. Diğer ülkeler için ise pazar günlerini bekleyin ve bu köşeyi izleyin. Bu arada benim ‘Tazesi Makbuldür’ adlı kitabımı da okumaya başlayabilirsiniz.Yaratıcılık yıkıcılık yaparak ilerleyelimYerli, yöresel ve özellikle bize ait malzemeler ve bizim tekniklerimizi kullanarak, yabancı tekniklerin bileşimini de katmak suretiyle oluşturulacak olan yepyeni bir Türk mutfağı oluşturmamız lazım. Babaannemizin veya annemizin yemeklerini, evrensel mutfak teknikleri kullanarak rafine etmemiz ve tamamen bize ait bambaşka, çok farklı bir mutfak yaratmamız lazım. Ama bunu yapabilmek için önce prangalarımızdan kurtulmamız lazım. Önce, kendi yemeklerimizi bozabilme cesaretini göstermemiz lazım. Ve bunu yapanları desteklememiz lazım. Yaratıcı fikirleri içeren yepyeni bir mutfağı ancak böyle oluşturabiliriz. Buna, ‘ilerleme’ literatüründe ‘yaratıcı yıkıcılık’ adı veriliyor ve toplumsal gelişme ancak bu yolla olabiliyor. Bu sayfada bundan böyle, rafine yaşam ve yemek-içmek üzerine yazılarımı yazarken, bu kavramı benimsetmek için de özel bir çaba göstereceğim. Böylelikle aynı zamanda da, bu ülkenin rafine yaşam kültürüne inanılmaz katkıları olmuş, gurmeliğin ne olduğunu pek çok kişiye öğretmiş ve ülkede yaşam kalitesinin iyileşmesi için çok çalışmış olan Rahmetli Tuğrul Şavkay’ın bıraktığı yerden de bayrağı hep beraber almış ve inşallah daha ilerilere götürmüş oluruz. Yeni Türk Mutfağı Tarifleri Bu sayfada bundan böyle benim geliştirmiş olduğum ve yukarıdaki savı destekleyen yaratıcı Türk mutfağı tarifleri bulacaksınız. Bunlara ‘Yeni (Nuvel) Türk Mutfağı’ tarifleri adı vereceğim. Yani, annelerimizin yemeklerini evrensel mutfak teknikleri ile birleştirerek elde edeceğimiz, farklı ve yaratıcı yeni Türk yemekleri. Bunlar benim önce kafamda tasarladığım, daha sonra ise uyguladığım tarifler. Yani, deneme-yanılma işleri değil. Tamamen ve tamamen bilimsel bir tasarım ve yaratıma dayanıyorlar.İlk tarifim Bamyalı Balık. Bu tarifi düşünürken, şef Eric Rippert’tan etkilendim. Malzemeler şunlar: 1/2 kg. taze ayıklanmış bamyaüç adet soyulmuş ve şekirdekleri çıkarılıp rendelenmiş domatesküçük doğranmış bir orta boy soğan; 3 bardak füme
balık suyutuz-biberderisiz ve kılçıksız dört adet kalınca lagos filetosu; 3 bardak balık suyu.Yapılışı: Önce füme balık suyunu hazırlayın. Yaklaşık bir kg. solungaçları çıkarılmış balık kafası ve kemiÄŸini bir saat kadar soÄŸuk su içinde bekletin. Bir tencerede 2 kaşık zeytinyağı içinde doÄŸranmış bir soÄŸan, doÄŸranmış bir adet pırasa, iki defne yaprağı, 10 adet bütün beyaz biber, bir tutam maydanoz ile bir tutam tuzu yaklaşık 4 dakika çevirerek piÅŸirin. Duruladığınız balık kemiklerini tencereye ekleyip 12 dakika kadar daha piÅŸirin. Tencereye bir bardak beyaz sek ÅŸarap ile 3 bardak soÄŸuk su ilave edin. On dakika kadar kaynatın ve on dakika bir kenarda bekletin. Daha sonra bir tülbentten süzün. Bu elde ettiÄŸiniz balık suyunun adı ‘balık füme’. Bamyayı hazırlamak için üç kaşık zeytinyağı içinde soÄŸanları hafifçe yumuÅŸatın ve domatesleri, bamyayı ve balık füme suyunu ekleyin. Tuz-biber ilave edip, bamyalar piÅŸene kadar piÅŸirin. Suyunu süzgeçten geçirip bir kenara alın. DiÄŸer tarafta balık suyunu bir tava içinde kaynatın ve balık filetolarını her iki yüzü de üçer dakika olacak ÅŸekilde bu su içinde haÅŸlayın.HaÅŸlanmış balıkları üç adet büyük çukur tabağın ortalarına oturtun (hani ÅŸu Ä°talyan makarna tabaklarından). Balıkların üzerine dörder adet bamya yerleÅŸtirin. Süzmüş olduÄŸunuz bamya suyundan birer çay bardağı kadar her bir tabaktaki balığın etrafına dökün, servis edin. Kalan bamyaları ne yapacağınıza da siz karar verin!Â
button