Güncelleme Tarihi:
Bir gün kimse sokakta kalmayacak
Prof. Yüksel şunları öneriyor:
Tedirginliklerimiz, korkularınız günlük yaşantınızı sürdürmenizi engelliyorsa uzmana başvurun.
Bu belirtilerin geçici olduğunu düşünün. Sanki hiç geçmeyecek sanıyoruz, ama geçecek. En ağır hasta için bile geçecek. Hiç kimse sokakta yatmayacak. Kimisi daha geç rahat rahat uyuyacak, ama herkes uyuyacak. Tabii yarası beresi olmayan binalarda!
Ben bu evi bu şehri terkedeyim, diyenler var. Buraya aitsem, burada yaşama koşullarımı sürdürmem mümkünse, oradan ayrılmış olmam ruh sağlığımı garanti etmez. Ama orada bazı şeyler kurmayı denerkem, kişisel olarak gücünü kurması en büyük güvencesini sağlayacaktır. Yakın yerlerde yeniden yerleşme, yaşama koşullarını kurma ruh sağlığı için daha uygun.
Tek yaşayan, etraftan desteğe, sürekli ilaca ihtiyacı olan insanların, bu bakımı almamaları hayatlarını ve ruh sağlıklarını da aksatacaktır. Bunun için tek başına çocukla yaşayan kadınların, yaşlıların etraftan yardım almalarının sağlanması lazım. Geçici sürelerle birileriyle yaşayabilirler, sürekli bir alışkanlık yapmamak üzere küçük bir ışıkla uyuyabilirler.
Bu devrede alkol ve ilaç kullanımına dikkat. Doktorlar da çok sayıda uzun vadede kullanılacak ilaç yazmamalı, kişiler alkol ve sigarayı arttırmamalı. Arttırmak yerine bir profesyonele başvurup geçici olarak kullanmak üzere bir sakinleştirici alması daha iyi.
Mağdurların önemli bir bölümü (Yüzde 80), profesyonel bir yardım almadan, yakınlarının desteği sayesinde travmatik yaşantı ile başa çıkabilir. Günlük yaşamı anlamlı olarak bozulan kişilere profesyonel katkı gerekir.
Psikiyatri Profesörü Şahika Yüksel, ‘‘Bu ortamda insanların hastaneye gelip psikiyatrik yardım istemelerini beklememeli’’ diyor. ‘‘Tıpkı yaraların iyileştirilmesi, enfeksiyona karşı mücadele, kronik hastaların tedavisi gibi ruh sağlığı hizmetlerinin de örgütlenmesi gerekiyor. Bir an önce...’’ Ve ekliyor: ‘‘Korkularımız, tedirginliklerimiz birkaç ay içinde geçecek. Eski hayatımıza döneceğiz.’’
Emel ARMUTÇU
Türkiye'nin pek çok kentinde, deprem nedeniyle ruh sağlığı bozulan insanlara ücretsiz psikolojik, psikiyatrik danışmanlık yapmaya başlayan merkezlerin sayısı hızla artıyor. Bunlardan biri de İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı. Marmara depremi olur olmaz, afet bölgesine giden ruh sağlığı uzmanları arasında bu kürsünün başkanı Prof. Şahika Yüksel de vardı. Sosyal travmalar konusunda uzmanlaşan Prof. Yüksel, ‘‘Bugün için bizim doğrudan yapabileceğimiz birşey olmadığını gördük. Ama olay yerinde şu an olanlara tanık olmak ve daha sonraki tepkilere bu tanıklık bilgilerini ekleyebilmek ve ne tür ihtiyaçları olduğunu tespit edebilmek için gittik’’ diyor.
PSİKİYATRİ SIRADA
Söylediğine göre İstanbul Tıp Fakültesi dahili, çocuk hastalıkları, enfeksiyon birimleriyle birlikte depremzedelerin hizmetinde. Psikiyatri de devreye girmek için uygun zamanı bekliyor. Yani bir süre sonra onlar da ‘‘sahada’’ olacaklar ve kurtarma, enkaz kaldırma, barındırma, yiyecek sağlama, enfeksiyon hastalıklarından koruma çalışmalarını yürütenlerin ardından depremzedelerin ruh sağlığını iyileştirmek için çalışmalarına başlayacaklar.
İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri Polikliniğine son bir hafta içinde daha önceki hastalardan farklı insanların başvurduğunu, bunlardan üçte birinin ‘‘Ben depremden korkuyorum’’ diye rahatsızlığının adını koyarak geldiğini belirtiyor Yüksel. Genellikle korku, bayılma, panik atak, titreme, çarpıntı, yoğun bir sıkıntı duyma gibi belirtilerden şikayet ettiklerini, ölüm korkusundan, uyuyamaktan sözettiklerini anlatıyor. Daha önce travma yaşamış insanların daha riskli grupta olduğunu söyleyen Yüksel, ‘‘Biz de onlara bunun doğal ve geçici olduğunu anlatıyoruz’’ diyor.
Prof. Yüksel'in sorularımıza verdiği cevaplar şöyle:
Belirsizlik kötüdür
Psikiyatride travma deyince, depremin yarattığı travma ayrı bir yer kaplıyor mu? Ve nasıl bir travma yaratıyor deprem?
- Deprem değil de felaketler diyelim: Su baskını da olabilir, yangın da, toplu bir otobüs kazası da. Depremde belki afet türü olarak şunu ayırmak lazım: Hayatınızı somut olarak tehdit eden bir durumla karşı karşıyasınız. Nasıl kaçacaksınız, nereye gidersem güvenli olurum'un cevabı yok. Tamamen kontrolümüzün dışında, herhangi bir zamanda olabilir. Belirsizlik var. Mesela İstanbul'un büyük bir bölümünde biz sağ salimiz, evimiz de sağlam. Oysa deprem bu değil; bazı insanlar için yakınlarını kaybetmek, yaralanmak ya da mal kaybı demek. Buradaki mal kaybı da basit değil; evinin, bütün birikiminin, hayatının yokolması demek. Bütün kayıpları tek potaya koyamayız. Ama bir insan ne kadar çok kayıp yaşamışsa o kadar fazla etkilenecektir. Ülkesinde yaşanan büyük bir felakete tanık olmuş, deprem sarsıntısını hissetmiş ama evini ya da yakınını kaybetmemiş birinin yaraları daha kolay sarılır. Bir hastalık geliştirmemesi beklenir.
Nasıl bir psikolojik tepki veriliyor depreme?
- Tepkiler genel olarak ikiye ayrılıyor: Bir grup, çok fazla kaygı duyuyor, sürekli düşünüyor ve yeniden olacağından korkuyor. İkinci grup ise kaçıyor. Ama bunların ikisi de bir ölçüde olursa normal, tıpkı elimizi ateşe soktuğumuzda yandığımız gibi, bu da travmatik ağır bir yaşantıya verilen olağan bir tepki. Kişinin hasta olduğu, kişilik bozukluğu olduğu anlamına gelmiyor. Herkes herhalde yaşıyordur, sallanıyorum hissi, çok sayıda kabus, bağırarak uyanma, içe kapanma, öfke nöbetleri, kavgacılık, panik ataklar, çarpıntılar. Bunlar ilk ay içinde hayatı sürdürmeyi engelliyorsa, yardım alınabilir. Ama bir aydan uzun sürerse anormal, hastalık belirtisi olarak kabul ediyoruz.
BİLGİLENDİRME ÖNEMLİ
Ne yapmalı?
- Bu ortamda insanların hastaneye gelip yardım istemelerini beklememek lazım. Yaraların iyileştirilmesinin, enfeksiyona karşı mücadelenin, kronik hastaların tedavilerinin sürmesi nasıl gerekiyorsa, ruh sağlığı hizmetlerinin de örgütlenmesi lazım. Travma yaşamış kişilerin düşüncelerini etkilemek lazım. Bu ‘‘bilgilendirme’’ ve ‘‘paylaşma’’ ile olur. Yakınını kaybedenler travmatik matem devresini yaşayacaklar. Bunun ilacı yok. Çünkü bunların yok sayılması gibi bir durum sözkonusu değil. Gözümüzü kapadığımızda Gölcük, Yalova, İzmit, Değirmendere bir anda yapılmayacak. Eğer biz o kişilere muntazam bir yaşam, -eski evi değil ama- akar suyu, hijyenik koşullarda tuvaleti olan bir evi, çocuklarının gidebileceği bir okulu ya da belirli hizmetlerin asgari verildiği bir ortam sunarsak, o zaman o kişi felaketten sonra kendine destek olan kurumlar aracılığıyla sosyal bir güvence duyabilir, daha çabuk iyileşebilir.
Korku da bulaşıcıdır
İnsanlar şu günlerde bir de birbirlerini etkiliyor..
- Felaketin toplumsal olarak yaşanmasının pozitif ve negatif tarafları var. Mesela genellemelere gidiliyor: Biz toplumsal olarak birbirimize düşkünüz, hep beraber parkta yatarız. Bu insanların parkta yatmasının iyi olacağı anlamına gelmiyor, zaten insanlar bir süre sonra parkta yatmayacaklar. Korku da bulaşıcıdır. Daha az korkanları veya korkusunu azaltanları, korkanlar korkmaya teşvik ediyorlar. İnsanlar garanti istiyorlar; deprem olmaz diye, bulaşıcı hastalık olmaz diye kimse garanti veremez. Bulaşıcı hastalık olmaması için, en asgaride alınacak önlemler söylenir. Aynı şey, ruh sağlığında da bulaşıcı hale gelebilir, özellikle toplu olarak yaşanan yerlerde, bunu yoksaymak anlamında değil ama, başka konuların da konuşulması gerekir. Bütün bunlar korkuyu yenmemize yardımcı olacaktır.
İnanılmaz spekülasyonlar çıkıyor, bunlara da hemen inanılıyor..
- Felaketle birlikte güven duygusu kayboluyor. İnsan artık canlı kalabileceğinden ya da hayatımı eskisi gibi götürebileceğinden kuşku duyuyor. Kişiler de birbirini sözel olarak kışkırtılabiliyor. Birbirimizin dediklerini büyütebiliyoruz. Bu ortam içinde kuşkuculuğun artması da doğal bir tepki ama ömür boyu kalmayacak, insanların büyük bölümü birkaç ay içinde yeniden duruma uyum sağlayacaklar. Deprem tehlikesini hep biliyorduk ama normal hayatımızı yaşıyorduk. Şimdi bilincimizde olduğu için bu kadar etkileniyoruz, giderek eski hayatımıza döneceğiz.