Güncelleme Tarihi:
Orhan Pamuk, Nobel ödülünü kazandığı zaman çıkan tartışmaları bir hatırlayın... Oysa, Nobel kazanan yazarların hayatlarında başka birçok şey var. Barselonalı gazeteci yazar Xavi Ayen, Nobel edebiyat ödülü kazanmış yaşayan 16 isimle evlerinde, yani kimilerine göre “fildişi kuleleri”nde bir araya gelerek onlarla hayatlarını, yazma tutkularını, yazıya olan bakışlarını, Nobel sonrası hayatlarında gerçekleşen değişimleri konuşmuş. Öyle ki, konuştuğu bazı isimlerin en önemli ve ilk resmi açıklamaları veya son röportajları olmuş. Örneğin Marquez, artık yazmayacağını açıklamış, Necib Mahfuz kısa bir süre sonra hayata veda etmiş... Kimler yok ki kitapta: Wole Soyinka, Doris Lessing, Jose Saramago, Nadine Gordimer, Gao Xingjian, Gabriel Garcia Marquez, Günter Grass, Necib Mahfuz, Toni Morrison, V.S. Naipaul, Kenzaburo Oe, Derek Walcott, Orhan Pamuk, Wislawa Szymborska ve Dario Fo... Kitaptan bazı bölümleri sizin için seçtik.
Wole Soyinka
Nijeryalı Mandela olacağıma Hapishane Bakanı olurum
Zaten hareketli bir renk, gürültü ve koku kaosu olan şehir pazarı Soyinka’nın adımını atmasıyla tam bir insan pazarına dönüşüyor. Kadınlar sevgilerini göstermek üzere ona, yaşlarına göre, “Baba!” ya da “Oğlum!” diye sesleniyorlar. Herkes cep telefonuyla fotoğrafını çekiyor, satıcılar ve müşteriler yaptıkları işleri bırakıyor, hatta bir çocuk Nobelli yazarın hareketini engelleyen inatçı bir keçinin kıçına bir tekme atıyor. Ona niçin “Nijeryalı Mandela” dedikleri ve pek çoğunun neden ülke başkanlığına aday olmasını istediği ortada. “Sonunda reddettim. Benim tabiatıma ters düşüyor. Özgürlük ve güç muhaliftir.” Kültür Bakanı? “Hayııır! O zaman dünyanın en sorunlu insanları olup hiçbir zaman tatmin olmayan sanatçılarla uğraşmam gerekirdi. Hapishane Bakanı olurum daha iyi...”
Wislawa Szymborska
Artık fotoğrafı çekilecek biri değilim
Szymborska’ya ulaşmak kolay olmadı. Yemek odasındaki koltuğa oturup karşısına geçtiğimizde şartlarını sıralıyor:
“Öncelikle şiirden konuşmayı sevmiyorum. İkincisi Wislawa Szymborska’dan yani kendimden bahsetmeyi sevmiyorum. Üçüncüsü siyaset hakkında konuşmaktan hoşlanmıyorum. Geriye ne kalıyor? Sizlerle hayvanlar, bitkiler, aşk ve arkadaşlık üzerine konuşabilirim. Ne içmek istersiniz? Konyak mı martini mi? Bu beyefendi ne yapıyor? Fotoğrafçı mı? Ellerimi çekmesin lütfen; korkunç durumdalar; yaklaşık altı ay önce kırdım. Artık fotoğrafı çekilecek biri değilim. Ağzım hâlâ laf yapıyor ama söz konusu fotoğrafsa...”
Gao Xingjian
Ben bir kaçağım, kahraman değil
Ne kapitalist ekonomi ne de Nobel Ödülü bir şey değiştirdi. Aksine sansür daha da katılaştı: Artık adım internette bile yasaklı. Çin’e en son 1987 yılının sonlarında ayak bastım.
Kırılganım; siyasi güç beni her an ezebilir. Yazmaya devam etmemin tek yolu kaçmaktı. Ben bir kaçağım, kahraman değil. Bu kaçış olmasa beni bir hamamböceği gibi ezerlerdi. Muhalif bir imge yaratmak çok kolay ama ben öyle değilim, ben siyasi muhalefet yaratmadım. Yalnızca görevimi yerine getirmek ve özgür olma, gerçek insan varlığının temel şartlarını inkâr etmiş olan ve etmeye devam eden totaliter bir gücün sınırında yer almak için kaçmak zorunda kalan bir yazarım. Yaratmak için her zaman otoriteden uzaklaşmak, sürgüne gitmek gerekti. Bu, eski bir hikâyedir. Şair en büyük kaçış kahramanıdır ve çelişkili olarak kalıcı olan da onun sözcükleridir. Ben insanoğlunun kusursuz değil, kırılgan olduğu düşüncesinden yola çıkıyorum ve bu bana öğrenmek için gerekli olan tüm dürtüyü sağlıyor.
Jose Saramago
Ölümü hiç düşünmüyorum
“Doğduğumda köyümdeki yaşam beklentisi 33 yıldı. İlk kez 17 yaşımdayken insanların aramızdan ayrılması gerektiğinin bilincine vardım. Bunun karşısında büyük bir panik yaşadım! Sokakta yürürdüm ve bu düşünce bir giyotin gibi aklıma düşerdi. Durur ve ‘Lanet olsun, lanet olsun, ölmem gerekiyor!’ diye haykırırdım. Ama bu saplantı aynen geldiği gibi gitti. Ve 84 yaşında ölümü düşünmüyorum. Dramatikleştirmemek gerekiyor; aile için sevimsiz bir durum oluşunu anlıyorum ama ne yapabiliriz ki... Sağlıklı olduğumdan muhteşem bir yaş olan 75’imdeymiş gibi yaşıyorum. Bazense yine fena bir yaş olmayan 62’mdeymiş gibi.
V.S. Naipaul
Hemingway yalnızca içtiği kokteylleri anlatıyordu
“Öylesine bıktım ki bir daha asla çağdaş bir yazar okumayacağım, pek az İspanyol yazarı okudum. Zamanında 98 Kuşağı’nı ve diğerlerini okudum ama ilgimi çekmediler; kötü yazarlar olduklarını düşünüyorum. Palacio Valdes, Pio Baroja, Galdos... Hepsi ne kadar kötü! Öte yandan XVI. yüzyıl İspanyol edebiyatı ve pikaresk romanın üzerimde fazlasıyla etkisi var. Cervantes muhteşem, olağanüstü. Jane Austen; yalnızca dönem kitaplarıyla ilgilenen insanların ilgisini çekebilir. Hery James ise dünyanın en kötü yazarı; hiçbir zaman ne riske girdi ne de yeterince samimi davrandı, takındığı centilmen havasıyla dünyayı bir at arabasının üstünden görüyordu. Hemingway de içinde yaşadığı dünyayı anlamadı, iki dünya savaşı arasında Paris’teydi ama biz okurlarına yalnızca içki kokteylleri anlatıyordu.”
Orhan Pamuk
Başka bir dünyada olduğumu düşünüyorum
Pamuk, İstanbul sokaklarının yaydığı eşsiz melankoliyi, “hüznü” benzersiz şekilde anlatıyor. “Nostalji duymuyorum, işin aslı korumak istediğim her şeyi kitaplarıma koyuyorum ve böylece yok olmalarını önlüyorum; bu, benim gelecek nesillere mirasım. Aslında böyle narsist olmamalıyım çünkü korkarım ki gelecekte iyi ya da kötü tüm yazarlar unutulacak.” Sokaklarda rastladığımız pek çok camiden birinde, Türkiye’deki Diyanet İşleri’nin Müslümanlar için yayınladığı bir duyuruyu görüyoruz. “Görüyor musunuz?” diyor Pamuk. “Burada bazı alışkanlıkların İslam geleneğiyle bağdaşmadığı, Kuran’da yer almadıkları yazıyor: kurban kesmek, başörtüsü takmak, ölüyü kefene sarmak, para saçmak gerekmiyor... Başka bir dünya olduğunu düşünüyorum evet, ama o dünya ellerimde tuttuğum kitapta var. Okuduğum hikâyelerin yoğunluğu sıradanlığa katlanmamı sağlıyor.”
Marquez
Harika bir işim var: Yatakta kitap okumak
“2005 yılını izin yılı olarak kullandım. Bilgisayar başına oturmadım. Tek satır bile yazmadım. Ayrıca ne bir projem var ne de bir projeye sahip olma düşüncem. Daha önce hiç yazmadığım olmamıştı, bu hayatımın yazmadan geçen ilk senesi. Her gün sabah 9’dan öğlen 3’e kadar çalışıyordum ve bunun pratiği kaybetmemek için olduğunu söylüyordum ama işin aslı sabahları başka ne yapacağımı bilemiyordum” diye anlatıyor.
“Peki, şimdi yapacak daha iyi bir şey buldunuz mu?”
“Harika bir şey buldum: yatakta kitap okumak! Daha önce okumaya vakit bulamadığım tüm kitapları okuyorum… Önceleri yazmadığım zaman her ne yaparsam yapayım bir dikkat dağınıklığı sorunu yaşadığımı anımsıyorum. Öğleden sonra 3’e kadar hayatta kalabilmek, sıkıntıyı atabilmek için bir aktivite uydurmam gerekti. Ama şimdi bu hoşuma gidiyor.”