Nicole Nilgün’ün hikâyesi

Güncelleme Tarihi:

Nicole Nilgün’ün hikâyesi
Oluşturulma Tarihi: Mart 19, 2011 00:00

Profesör Ahmet Taner Kışlalı’nın eşi Nilgün, Fransız ve Hıristiyan olarak Fransa’da doğup, Türk ve Müslüman olarak Türkiye’de öldü. Damadı, gazeteci-yazar Sıtkı Uluç onu, kızı Dolunay’dan bile daha çok sevdi ve kitabını yazdı. Bakan eşi olmasına rağmen oturduğu evin merdivenlerini silen bir kadın Nilgün... Kaybolan bir anne, intihar eden bir kardeş, kaçırılan bir kız evlat, öldürülen bir koca... Nilgün’ü tanımadım. Ama kızı Dolunay’ı gayet iyi tanıyorum. Ona çok benzediği söyleniyor. İçinden geldiği gibi davranan, doğal bir kız Dolunay... Acaba Nilgün de mi öyleydi? Kitabın yazarı, yakın arkadaşım Sıtkı Uluç anlatıyor...

Haberin Devamı

? Kitabın en başında, kendini ‘kaynanasını karısından daha fazla seven erkek’ olarak tanıtmışsın. Nasıl oluyor bu?
- Çok maceralı bir evlilik yaşadık biz. Evli-barklı, üç çocuk babası bir adamla; kendisinden 20 yaş küçük, çok genç bir kız çocuğunun aşk hikâyesi... Kâbus gibi bir şey! Kendimi hiç bu kadar yalnız, aciz ve çaresiz hissetmemiştim. İşte o dönemde beni anlayan, destek veren iki kişiden birincisi Nilgün Hanım oldu. Sonuçta, sevgi ve mantık çatışmasında sevgi galip geldi. Ve bugünkü sağlığımı, mutluluğumu, her şeyi ona borçlu olduğumu düşünüyorum.
? Ve onun öyküsünü vefa borcu olarak kaleme aldın...
- Ben bir gazeteci ve yazarım. Nilgün Hanım gibi bir ‘tema’ zor bulunur. Bir kadın düşünün ki, Fransız, âşık olmuş genç Ahmet Taner Kışlalı’ya, Paris’te... Her şeyi bırakıp Türkiye’ye gelmiş. Önce Türk olmuş ki kolay iş değildir, bilirsiniz. Sonra Müslüman olmuş ki hiç kolay iş değildir. Memur olmuş... Kültür Bakanı eşi... Kocasının bakan olduğu dönemlerde, bir dairesinde oturdukları apartmanın merdivenlerini temizlermiş elleriyle, herkesi şaşırtarak. Ölüm tehditleri alan eşinin arabasını her sabah kontrol etmiş, motoru kendisi çalıştırmış, ‘bomba varsa kocam ölmesin, ben öleyim’ diye! Hastanelerde koşturmuş, o müthiş pozitif enerjisini hastalara aktarmış ömrü boyunca. Türkleri ve Türkiye’yi dünyanın dört yanında temsil etmiş onur ve gururla. Adamın biri küçücük kızını kaçırmış, anlamış o adamı, yardımcı olmuş. Kendi annesini öldü bilirmiş, tam kırk yıl sonra yaşadığını öğrenip bulmuş. Ve annesinin ölmesinden birkaç gün önce, kocasının öldürülmesinden birkaç yıl önce bir trafik cinayetine kurban gitmiş. Böyle bir kadının yaşamöyküsü yazılmaz mı, okunmaz mı?
? Büyük acılar yaşanmış, kitabı okuyanlar gözyaşlarını tutamıyor ama yer yer de çok gülüyor.
- Prof. Ahmet Taner Kışlalı’nın sık sık söylediği bir şey vardı: “Acılar paylaşıldıkça azalır, mutluluklar paylaşıldıkça çoğalır.” Doğrusu ben bu kitabı acıları değil, mutlulukları paylaşmak için yazdım. Bugün, tüm yaşananlara rağmen, eşimle birlikte dünyanın en mutlu ve şanslı insanları arasında olduğumuzu düşünüyoruz, bunu paylaşıyoruz.

ANNESİNİ İKİ GÜN GÖREBİLDİ

Haberin Devamı

? Nilgün Kışlalı’ya çok şeyler borçlu olduğunu söylüyorsun. O da sana bazı şeyler borçlu olduğunu söylermiş...
- Borçlu değil ama bize, aşk hikâyemize, sevgimize destek vermesinin ardından onu hayal kırıklığına uğratmadığımız ve haklı çıkardığımız için mutluydu. Ama esas macera, onun kırk yıldır öldü zannettiği annesini Fransa’da bulmam oldu, ki zor işti. Müthiş duygusal olaylar yaşadık, annesine kavuşunca çok mutlu oldu. Ne yazık ki annesini sadece iki gün görebildi.
? Nilgün Hanım’ı tanıyıp da sevmeyen, saymayan yok gibi!
- Olağanüstü bir kişiliği ve pozitif enerjisi vardı. Sevgi dolu bir insandı. Eş olarak, anne olarak, dost olarak ve kayınvalide olarak çok özeldi. Zorlu bir yaşamdı onunki. İkinci Dünya Savaşı döneminde Fransa’dan hareket edip Türkiye’de noktalanan bir çizgi... Kaybolan bir anne, intihar eden bir kardeş, kaçırılan bir kız evlat, ölüm tehdidi altında olan ve sonunda öldürülen bir koca... Tüm bunlara rağmen, gülen gözlerinden sevgi ve enerji fışkıran bir kadın!
? Prof. Kışlalı, eşini kaybetmesinin ardından yazdığı ‘Bir Türk’ün Ölümü’ isimli makalede, “Sevgi doluydu” diyor: “Çiçekleri, ağaçları, insanları, hayvanları, çocukları, yaşlıları, Tanrı’yı, Atatürk’ü severdi. Bakanlarla, büyükelçilerle, generallerle, ünlü yazarlarla, sanatçılarla, bilim adamlarıyla arkadaştı. Kapıcılarla, bekçilerle, çaycılarla, şoförlerle, işçilerle, koruma polisleriyle de arkadaştı. O bir insandı.”
- Evet, öyleydi. Kayınpederim Prof. Kışlalı, sevmeyi de sevilmeyi de Nilgün’den öğrendiğini söyledi hep. Doğallığı ondan öğrendiğini söylerdi.
? Kitabın devamında da Prof. Kışlalı’nın yaşam öyküsünü buluyoruz.
- İkisinin yaşam öyküsü ayrılamaz zaten. Birbirine çok bağlı ve bağımlı bir çiftti. Sevgilerini el ele büyüttüler. İnsanları el ele sevdiler. Kitapta yazdım: “Aşk, ihtiras, komedi, dram, macera, korku, mizah, hepsi bu sinemada…” Rol yapmayı beceremeyen, doğal insanları oynadılar ve perde kapandı. Şimdi kara mizaha sığınıyoruz galiba...

Haberin Devamı

DUALARI VE MARŞLARI EZBERE BİLİRDİ

Sıtkı Uluç’un, eşi Dolunay’la yaşadığı evine girdiğinizde gözünüze çarpan ilk şey, 200’ü aşkın irili ufaklı kadın heykeli oluyor. Sıtkı Uluç’un evinde kadın, sadece ruhen değil, her türlü fiziki görüntüsüyle de karşınıza çıkıyor. Nilgün kitabını okuyunca anlıyorsunuz. Sıtkı Uluç, kadınları, kadınlardan daha fazla düşünen; onlara, kendilerine veremediği değeri verebilen, kadınlığını hissettirebilen biri.
Ben onu, tam 30 yıldan beri tanıyorum. Nilgün’ü okuduğumda, usta kalemini hiç yadırgamadım. Bir çırpıda okunmasına hiç şaşırmadım. Satırlar üzerindeki nükteli ifadeleri, diğer kitaplarındaki gibi tanıdık geldi. Okumaya alıştığım ve her zamanki gibi büyük zevk aldığım Sıtkı Uluç kaleminin yarattığı bir eserdi.
Şaşırdığım bir şey vardı. Canından çok sevdiği eşi Dolunay’ı bile bir kenara bırakabileceği ve kayınvalidesi için, “Onu kızından daha çok seviyorum” diyebileceği duygularıydı.
Ben Nilgün’ü, yani Nicole’ü tanımadım. Türk’ten daha Türk, Müslüman’dan daha Müslüman olabilen bir Fransız olduğu söyleniyor. Hep Türklüğüyle gurur duyduğu anlatılır. Duaları ve İstiklal Marşı’nı ve tüm askeri marşları ezbere bilirmiş. Üniversite öğrencisi olarak tanıdığı eşi Ahmet Taner Kışlalı’yla önce profesör, sonra milletvekili ve ardından bakan eşi olmayı tatmış ama doğallığından hiç ama hiçbir zaman ödün vermemiş. Uzun yıllar, Ankara Belediye Başkanı olan Murat Karayalçın’ın özel kaleminde görev almış.

ATATÜRK’Ü ALLAH’A BORÇLUSUNUZ

Haberin Devamı

Yüksek eğitiminin ardından Belçika, Fransa, Almanya derken tam otuz yıl haber peşinde koştum. Sadece Türk basınına çalıştım, SSK’lı muhabir olarak. Sanıyorum AB ve NATO gibi kurumlarda en uzun süreli daimi akreditasyonu Türk gazeteciyim. Ama asla uzman değilim. Zaten bu konularda ülkemiz uzman dolu maşallah, bize susmak düşer. Gene de yaşadıklarımı, gördüklerimi ve düşündüklerimi biraz yazdım. Uzun yıllar, geleceğin Avrupa Birliği’nde değil, Türkiye’de parlak göründüğünü, enerji ve potansiyelin bizde olduğunu, bu nedenle sürekli tekerlerimize çomak sokulduğunu anlatmaya çalıştım. Halen dünyanın dört yanında sömürgecilik ve işgalcilik yapanların Türklere verecek dersleri olmadığını ama bazı alanlarda onları örnek alarak daha hızlı büyüyebileceğimizi savundum. Batılılara hiçbir şey borçlu değiliz diye düşünüyorum. Belçikalı bir Kemalist’in sözünü pek severim: “Ey Türkler! Atatürk’ü Allah’a borçlusunuz. Geri kalan her şeyi de Atatürk’e!”


 

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!