Güncelleme Tarihi:
New York’ta tutunmak zordur gerçekten. Hele bir de yabancıysanız işler iyice zorlaşır. Sorarlar: “Neden bu işi yapabileceğini düşünüyorsun?” Dersiniz ki: “Çünkü yetenekliyim!” Cevap nettir: “N’olmuş yani, herkes yetenekli burada.” Ağzınızdan kelime çıkmaz, çıkamaz. Hikâyenin devamı bellidir. New York’un size kattıklarıyla birlikte dönersiniz ülkenize.
Sıla Karakaya’nın durumu farklı, o New York’ta tutunmayı başarmış. Hem de çok zor bir alanda. New York’ta tiyatro sahnesi ve film seti tasarımları ya da Türkiye’de bilinen adıyla sanat yönetmenliği yapan Karakaya, şu sıralar ‘Do the Right Thing’, ‘Malcolm X’, ‘25th Hour’, ‘Inside Man’ gibi kült filmlerin efsane siyahi yönetmeni Spike Lee’nin ‘Red Hook Summer’ filminin sahne tasarımlarını yapıyor. Bunun dışında, ikinci yüksek lisansını yaptığı New York Üniversitesi Sahne ve Set Tasarımı Bölümü’nden henüz mezun olmuş olmasına rağmen, şimdiden ünlü yönetmenlerden teklifler alıyor, hatta bazılarını reddetmek zorunda bile kalıyor. Şimdi sizi, mezun olduğu gibi Spike Lee’nin setinde çalışmaya başlayan, zamansızlıktan ötürü Oscar ödüllü Fransız senarist ve yönetmen Michel Gondry ile çalışmayı reddetmek zorunda kalan, Woody Allen, Martin Scorsese gibi isimlerden ders alan Sıla Karakaya’nın hikâyesiyle baş başa bırakıyoruz...
Her şeyden önce şunu bir açığa kavuşturalım; Nedir sahne ve set tasarımı?
Sahne ve set tasarımı, bir filmin veya oyunun dünyasını yaratmak demek. Kamera önündeki ve tiyatroda seyircinin gördüğü her eşyadan sahne ve set tasarımcısı sorumludur. Sanat departmanının başıdır kısacası. Türkiye’de yaptığım işi yapan kişiye ‘sanat yönetmeni’ deniyor. Burada ise ‘production designer.’ Bir filmde üç yönetmen vardır; Biri filmin yönetmeni, ikincisi görüntü yönetmeni ve son olarak sanat yönetmeni. Yani ben!
Spike Lee’nin filminde üç yönetmenden birisin yani...
Aynen öyle. NYU Tisch School of the Arts’a her sene bin kişi başvuruyor ve yalnızca birkaç kişi kabul ediliyor. Benim başvurduğum 2008 senesinde yalnızca altı kişi kabul edildi ve ben de o insanlardan biriydim.
Henüz 26 yaşındasın. Nasıl geldin bu noktaya?
Liseden mezun olduktan sonra Bilkent Üniversitesi İç Mimarlık Bölümü’nde okudum. Ancak aklım sinemadaydı. Dolayısıyla mezuniyetimin ertesi sonbaharı kendimi Parsons’ta (New York’ta bulunan ünlü bir tasarım okulu) Görüntü Yönetmenliği ve Işık Tasarımı üzerine yüksek lisans yaparken buldum. Bir yandan da mimarlıktan tam olarak kopmamıştım. L’Observatoire International ve Susan Brady Lighting Design isimli şirketlerde çalıştım. Birçok mimarın hayalini süsleyen bu şirketlerde çalışmak beni tatmin etmedi çünkü kendimi ofis insanı olarak görmüyordum. Ancak, Zaha Hadid ve Steven Holl gibi değerli insanlarla iş yapmak bana yıldızların erişilebilir olduklarını gösterdi. Sonra yalnızca sinemaya odaklanmaya karar verdim ve NYU Tisch School of the Arts’a Sahne ve Set Tasarımı okumak üzere başvurdum. Riskli bir karardı; çünkü kabul edilmenin oldukça zor olduğu bir okuldu. Ancak bunu başardım ve olaylar gelişti...
Sahne ve Set Tasarımı neden bu kadar önemli senin için? İç mimar olmaktansa neden bu yolu seçtin?
Başkaları için bir dünya yaratırken mutlu oluyorum. İç mimar olsaydım yıllarca aynı projede çalışmak zorunda kalabilirdim. Bir otel projesinde üç yıl çalışmak bana göre değil. Sürekli değişim isteyen biriyim.
AİLE YA DA ERKEK ARKADAŞ HİKÂYE, İLİŞKİLERİN EN ZORU YÖNETMENLE OLANI
Spike Lee’yi yakından tanıma şansını yakaladın. Nedir hakkındaki gözlemin?
Adam sürekli azarlayıp herkese ayar veriyordu. Tek amacı en mükemmel görüntüyü yakalamak. Oyuncunun o sırada çektiği sıkıntılar hiç umurunda değil. Spike Lee oyuncuların sahnede acı çekmesine izin veriyor. Birkaç saniye süren sahneler için saatler harcadığı oluyor. Sürekli bağırıp çağırıyor ancak herkes ona inanılmaz saygı duyuyor. Tanımayan biri bile onun önemli bir insan olduğunu birkaç saniyede anlar. Kendisi gerçek bir dâhi. Onu film yönetirken izlemek en az filmlerini izlemek kadar ilgi çekici kesinlikle.
Önemli bir yönetmenle çalışmak için işini çok iyi yapıyor olman yeterli mi?
İlk öğrendiğim şeylerden biri şu: Yönetmen set dışında muhabbet edip, eğlenemeyeceği bir insanla çalışmak istemez. O yüzden yetenek yeterli değil, yönetmene kendinizi iyi bir arkadaş olarak kabul ettirmeniz şart. Bu da pek kolay değil, çünkü herkes aynı şey için çabalıyor ve yönetmenin sizde farklı bir şeyler bulması gerekiyor. Bence kız arkadaş, erkek arkadaş falan hikâye... İlişkilerin en zoru yönetmenle olanı!
Bu kadar strese rağmen bu işi yapıyorsun. Çok seviyor olmalısın.
Örneğin Spike Lee’nin filmi için her sabah 4’te uyanıyorum. Uykuyu çok seven bir insan olsam da bundan hiç şikayetçi değilim. Kendimi en rahat hissettiğim yer sahne ve set. Dünyaya bir kez daha gelsem yine aynı işi yapardım. Hobim ve işim aynı. Daha şanslı olamazdım.
Maddi açıdan tatmin edici mi peki?
ABD’de evet! Ancak Türkiye’de pek sanmıyorum.
Konusu açılmışken, Türkiye’ye dönecek misin bir noktada?
Türkiye’de kesinlikle iş yapacağım. Ancak öncelikle yaptığım işin Türkiye’de yaygınlaşmasını istiyorum. Bunun için de elimden geleni yaparım. Çünkü her ne kadar bu işi Türkçeye sanat yönetmeni olarak çevirsek de tam karşılığı o değil esasında. Benim işim daha spesifik ve belli noktalara odaklanan bir iş. Burada kendimi sürekli geliştirme imkanım var ancak öğrendiklerimi kendime saklamak bencilce geliyor, dolayısıyla sürekli Türkiye’de olmayacak olsam da hem burada hem orada çalışmaya devam edebilirim sanırım. Ayrıca sadece Türkiye ve ABD’de değil dünyanın her yerinde çalışma olanağına sahibim. Bir sınırım yok kısacası.
WOODY ALLEN MÜKEMMELLİYETÇİ SCORSESE İSE ŞEKER GİBİ
Spike Lee çok önemli bir yönetmen elbette ama mutlaka vardır çalışmayı hayal ettiğin başka yönetmenler de...
Olmaz mı... Gerçek bir Tim Burton hayranıyım. Onun mekân yaratma konusunda nasıl bir dahi olduğu tartışılmaz. Sanırım yükselebileceğim en yüksek nokta onunla çalışmak olurdu. Ayrıca Michel Gondry ile çalışmayı çok isterim. Hatta kendisinden teklif almama rağmen başka çekimimle çakıştığı için kendisini reddetmek zorunda kaldım. Umarım benden vazgeçmez. Ayrıca daha önce bazı derslerime giren Woody Allen ve Martin Scorsese ile de çalışmak fena olmaz.
Woody Allen ve Martin Scorsese’den ders almak mükemmel bir olay olsa gerek? Nedir haklarındaki gözlemin?
Bir gün Woody Allen bizden, çekeceği film için bir sahne çizmemizi istedi. İki saat sonra geri geldi ve çizimleri görmek istedi. Baktı, suratını buruşturdu ve gitti. O gün bir daha da dönmedi. Woody Allen inanılmaz mükemmeliyetçi bir adam. Her şeyi kendisi kontrol etmek istiyor. Ona herhangi bir şey beğendirmek deveye hendek atlatmaktan daha zor olabilir. Yıllarca filmlerini hem yazmış, hem yönetmiş hem de çoğunda oynamış bir insandan başka da bir şey beklemek yanlış olurdu. Martin Scorsese ise deyim yerindeyse şeker gibi biri. Biraz vakit geçirdikten sonra onun Martin Scorsese olduğunu unutuyor ve yanında çok rahat hissediyorsunuz.
Peki çalışmayı hayal ettiğin Türk yönetmenler?
Cem Yılmaz, Ömer Faruk Sorak, Fatih Akın, Nuri Bilge Ceylan... Farklı tarzlara sahipler belki ama hikâye anlatma konusunda hepsi birbirinden başarılı. Örneğin Cem Yılmaz’ın set hassasiyeti, Nuri Bilge Ceylan’ın her kareyi bir fotoğraf gibi algılaması beni çok etkiliyor.
AMERİKAN SİNEMASINDA TAKIM RUHU ÇOK ÖNEMLİ
Bu saydığın Türk yönetmenler buralarda başarılı olurlar mı? Ne düşünüyorsun?
Elbette. Fakat Amerikan sineması ulaşılması gereken kutsal bir nokta değil. O yüzden bu şekilde kıyaslamamak gerek. Bir sinemacı derdini iyi anlatıyorsa iyi bir sinemacıdır. Dünyanın neresinde olursa olsun bu durum değişmez.
Büyük bütçeli filmler çekiliyor olmasının dışında Amerikan sinemasının diğer sinemalardan ne farkı var?
Bir filmde yönetmen, hikaye, oyuncular ne kadar başarılı olursa olsun kötü bir dekor ya da kötu bir kostüm büyüyü bozar. Bunlar ekip işidir ve Amerikan sinemasının iyi becerebildiği bir şey varsa o da takım ruhunun çok ama çok kuvvetli olması.
Sektörde, etrafında başka Türkler var mı?
Spike Lee’nin setinde Bora Yüksel isimli Türkiye’de Altın Portakal kazanmış bir yönetmen çalışıyor. Lee’nin asistanlarından biri. Buraya henüz yeni taşındı ve Türkiye’deki seviyesine yükselmek için çok çaba harcıyor, başaracağına inanıyorum çünkü çok yetenekli biri.
MÜHENDİS AİLENİN OFİSTE DURAMAYAN KIZI
Annem ve babam mühendis, ağabeyim ise diplomat. Sinema ve tiyatro konusunda tüm bağlantıları kendim oluşturdum ancak ailem beni maddi ve manevi anlamda çok destekledi. Onlara göre çok farklı bir işle uğraşıyorum ve bu durum hoşlarına gidiyor. Mesela babam, yaptığım işi insanlara anlatmayı görev edindi kendisine. Anneme göre de bu dünyada yeterince klasik iş yapan insan var ve farklı olmanın hiçbir sakıncası yok.
EMMA THOMPSON’IN YAZIP YÖNETECEĞİ FİLMDE OLACAĞIM
Yakında Emma Thompson’ın yazıp yöneteceği bir filmde sanat yönetmeni olarak çalışacağım. Şu anda filmin senaryosu üzerinde çalışılıyor. Daha önce dediğim gibi yalnızca ABD veya Türkiye’ye bağlı değilim. Örneğin bu film Londra’da çekilecek. Onun dışında detaylı bilgi veremesem de önemli bir yönetmenin Hindistan’da çekeceği bir filmde görev yapacağım. Ayrıca Michel Gondry her ne kadar çalışmayı inanılmaz istediğim bir yönetmen olsa da zamansızlıktan dolayı kendisiyle çalışma şansına erişemedim. Biraz içimde ukde kaldı ne yalan söyleyeyim!