Kültürazzi
Oluşturulma Tarihi: Aralık 18, 2011 00:00
İnsanlar çekingen çekingen etrafından dolanırken neredeyse atladım Ross şekerlerinin üzerine. Yemeye kıyamadığım beş adet Ross şekerim var şimdi. Bir sanat eseri olarak saklasam mı yoksa sanatçının niyetine uyup yesem mi bilemiyorum
Hani yıl sonu bilanço kapatır ya şirketler, ben de tatil bilançomu kapattım ve soluğu New York’ta aldım geçen hafta. O yüzden, yani ‘yıllık iznimin son bölümünü kullandığımdan’ Kültürazzi’yi yazamadım.
Döndüğümde anladım ki, meğer farkında olmadan olayların tam göbeğine düşmüşüm, dedikoduya kaynaklık eden hikâyeler burnumun dibinde cereyan etmiş ama hepsini atlamışım.
Bir-iki cadde ötemde yakalanmış ünlü romancımız Orhan Pamuk ve dünyanın en seksi sanatçısı Karolin Fişekçi objektiflere.
“Darı ambarına düşmüş tavuk gibi kendimi atmışım New York’un sanat ortamına, ne işim olur alışveriş merkezinde” dersen, kaçırırsın işte böyle yılın Kültürazzi’sini. Kısmet değilmiş ne yapalım. Belki skandal bir kaçamak yakalamadım ama benim için çok önemli bir eserle karşılaştım, onu anlatayım size.
Bu yıl İstanbul Bienali, 20. yüzyıl güncel sanatının en önemli isimleri arasında sayılan Küba asıllı Amerikalı sanatçı Felix Gonzalez-Torres’in (1957-1996) yapıtlarından ilham almış ve adı da ‘ısimsiz’ olarak belirlenmişti. Bu başlıktaki grup sergileri de ‘Tarih’, ‘Soyutlama’, ‘Pasaport’, ‘Ateşli Silahla Ölüm’ ve ‘Ross’tu.
‘Ross’un hikayesini Bienal’i gezenler mutlaka biliyordur. Bilmeyenlere kısaca anlatayım: Ross Laycock, Gonzalez-Torres’in partneridir ve 1991’de AIDS’ten ölür. Bu durumdan çok etkilenen Gonzalez-Torres birçok yapıt üretir.
‘İsimsiz’ (Ross) işte bunların en önemlilerinden biri. Sevgilisinin hastalığa yakalandığı andan itibaren günden güne erimesini bir türlü kabul edemez ve sanatıyla yaşatmaya karar verir. Ross’un sağlıklı halindeki ağırlığı 79 kiloyu parlak kağıtlara sarılmış şekerlere dönüştürür. Galerinin bir köşesine yığılan bu şekerlerden alıp
yemek serbesttir. Ve her günün sonunda eksilen şekerler tamamlanır. Ross günden güne ölürken Torres bu şekilde onu yaşatma isteğini bir ritüele dönüştürür.
Ayrıca izleyici bir şekeri alıp, paketini açıp yediği zaman, mecazi olarak Ross’un bedeninin bir parçasını yemektedir; ki bu sonsuz bir şekilde tüketilen ama ‘azaldıkça yenilenmesine’ bağlı olarak devamlı yeniden beliren bir bedendir. Kendince ölümsüzleştirmiştir Ross’u.
MoMA’DAKİ RASTLANTI
İşte, o galeri senin bu galeri benim şeklinde New York’ta dolaşıp da modern sanatın mabedi MoMA’ya (The Museum of Modern Art) uğramamak olmazdı. 1980 sonrasının güncel sanatını konu alan karma bir sergi vardı katlardan birinde. Kimlerin işlerini görebilirim acaba diye merakla salonu dolaşırken bir bölümde Gonzalez-Torres’in Ross’u çıkıverdi karşıma. Hem de Bienal bitmiş ve ona esin kaynağı olmuş bir eseri çok merak ederken yaşadığım bu karşılaşma gerçekten heyecan vericiydi.
İnsanlar çekingen çekingen şekerlerin etrafından dolanırken heyecana kapılarak neredeyse atladım şekerlerin üzerine. Beş adet Ross şekeri alıp bir de fotoğraf çekerek serginin diğer işlerine doğru devam ettim. Yemeye bir türlü kıyamadığım beş adet Ross şekerim var şimdi. Bir sanat eseri olarak saklasam mı, yoksa sanatçının niyetine uyup yesem mi bir türlü karar veremiyorum.
Türkiye fotoğrafları da var
MoMA’nın katlarından birinde geniş bir fotoğraf sergisi de devam ediyor şu günlerde. Sergiyi dolaşırken birden Türkiye fotoğrafları çıktı karşıma. George Georgiou (50) adlı fotoğrafçı 2007’de Artvin, Kayseri, Eskişehir ve Ağrı’yı fotoğraflamış. Çay bahçesinden görünen ıshakpaşa Sarayı (üstte), evinin damını sulayan bir Anadolu delikanlısı ve Artvin’in lego gibi konumlanmış Yeniköy’ünün fotoğrafları süslüyor MoMA’nın duvarlarından birini. ıngiliz fotoğrafçı Georgiou bir süre ıstanbul’da yaşamış ve Türkiye’yi dolaşmış. Fault Lines: Turkey/East/West adlı bir de albümü var.