Güncelleme Tarihi:
Türkler’in mahallesi, bir zamanların en popüler adresi Kreuzberg’in Görlitzer Strasse durağında iniyorum metrodan. Birkaç duvar resmi çekeceğim. Buralarda çok var. Sonra istikamet, geceleri kapıların önünde insan kalbalıklarının durduğu Weserstrasse. Down by Retro’dan plak bakıp, Bully’s Bakery’de sabah kahvemi içmeye...
Berlin! İkinci evim, dünyada yaşamak isteyeceğim tek şehir, her sokak aralığında yeşilin parladığı, 7/24 kapanmayan kozmopolit metropol. Kısaca anlatmak istersem: daimi festival alanı. Çünkü Berlin’de kapanan havalimanları, AVM, otel, gökdelen değil park yapılıyor. Köpeklerden korkmayan, onlarla büyüyen çocuklar yetiştiriliyor. Yasak kelimesi sözlükten çıkarılmaya çalışılıyor. Yakın geçmişe kadar bir duvarla ayrılmış olan iki yakanın insanı sonunda özgürlüğün sefasını sürmeye kararlı.
Prenzlauer Berg, Mitte, Friedrichshain’ın kökünü kurutmuş olduğum için Neükölln’ü keşfe çıkıyorum bu sefer. Sonnenallee, Karl-Max Strasse üzerine dizili dükkanları teğet geçip Herman üzerinden Weiserstrasse’ye doğru ilerliyorum. Gündüzleri güneş yüzünden, geceleri lezzetli hamburgerleri sayesinde popüler olan Schiller Bar, kahve, burgercisinde bir şeyler atıştıracağım.
Berlin’de herkes işsiz. Bana öyle diyorlar. Anladığım kadarıyla özgürlüğüne düşkün, saat 9.00-17.00 mesaisini reddedenler çoğunlukta. Ne yapıyorsun, diye soruyorum yan masamdaki Mark’a. DJ’miş. Akşamki seti hazırlıyor. İşsiz değil, kravatsız, takım elbisesiz, kredi kartsız. “Berlin benim gibi yaşıyor” diyor. “Parayı pahalı ayakkabılara harcamak için değil, mutlu yaşam için kazanıyoruz.” Anlıyorum. Biliyorum.
Günün kalanı, bir zamanlar üç dakikada bir erzak boşaltan uçakların indiği Tempelhof Havalimanı’nda geçiyor. Maria, bahçesinden, sandviçime koymam için salatalık uzatıyor. Dominik paraşütleri ve patenleriyle pistte kayıyor. Thomas yogasından sonra şezlongunu açmış. Köpekler koşuyor. Gitar sesi geliyor uzaktan bir yerden.
Bu da hayat, diye geçiyor içimden. Bu da özgürlükten başka derdi olmayan kaliteli hayat.
Berlin’de mutlaka...
Bu aralar kendi kahvelerini üreten dükkanlar revaçta. Neukölln civarındaki Five Elephant’a bir uğra. İyi espresso’nun tadına bak.
Hava güzel oldu mu Görlitzer Parkı’nda sokak müzisyenleri konserde, tüm mahalleli piknikte. Aralarına katıl. Bedenine özgürlük girsin biraz. Hava güzel değil mi? O zaman da parkın hemen yanında Gipfeltreffen kahvesi var. Sabah kahvaltısı, öğle yemeğinde iddialılar.
İnstagram’dan sonra dünyada fotoğraf trendi yükselişte. Bu yüzden yeni yerine taşınan, bu ay açılacak C/O sergileri ilgini çeker, diye düşündüm.
25 Hours Otel’in tepesindeki Monkey Bar, hayvanat bahçesi manzaralı. Berlinli sanatçılar, mimarlar buradaki minderlerde bulunabilir. Geceleri rezervasyon şart. Mekan yeni ve pek popüler.
“Berghain mi? O da ne? 1990’larda mı yaşıyorsun sen” dediler. Gece gezmesi seansı için 3/72 kapanmayan Sisyphos’u önerdiler. En az 20 kişiye sordum. Kesin bilgi.
Sokaklarda sadece duvar resmi aramıyorum. Ben arabada yenen yemekleri de seviyorum. Bu sebeple Perşembe-Pazar arası kapılarını açan Markethalle’deki hemen hemen tüm standlara uğradım. Memnuniyetim yüzde 100.
Ayda bir kurulan bit pazarı
Pek çok büyük şehir gibi Berlin de popülerleşen mahallelerde artan fiyat politikasının gazabına uğruyor. Prenzlauer Berg, Friedrichshain’da kiralar yükseldikçe ikinci el pazarları da dükkan seviyesine ulaşıyor. Bu yüzden her ayın üçüncü pazar günü kurulan Flowmarkt yani bit pazarı evine, kendine, dolabına bir şeyler almak isteyenlere 10.00 -17.00 saatleri arasında Maybachufer’de açık.