Oluşturulma Tarihi: Eylül 16, 2001 00:00
Televizyondaki haberlerin sonunu beklemeden, yerimden fırlayıp Amerika'da yaşayan kızıma telefon ettim.‘‘İyi misiniz, size bir şey olmadı değil mi?’’‘‘İyiyiz babacığım, bize niye bir şey olsun ki?’’‘‘Nüvyork'taki kuleler ve Vashington'daki Pentagon binası saldırıya uğrayıp çöktü!..’’‘‘Ama biz Kolorado'da oturuyoruz. O eyaletlerle aramızda binlerce kilometre mesafe var babacığım.’’‘‘Olsun, bir beton parçası fırlayıp sizin eve gelebilir. Orada her şey olabilir. Orası Amerika!..’’‘‘Merak etme bizler sağ ve sağlıklıyız.’’‘‘Ya çocuklar?’’‘‘Bildiğin gibi yine azgınlar... Herhalde arpaları fazla geliyor.’’‘‘Arpa olarak kahvaltıda çocuklara ne veriyorsun?’’‘‘Her zamanki gibi zeytin, peynir, reçel filan...’’‘‘Yoğurt vermiyor musun?’’‘‘Burada yoğurt bulmak biraz zor oluyor.’’‘‘Olmaaz!.. Yoğurt yemeyen çocukta kalsiyum eksikliği başlar ve kemikleri gelişmez. O zaman yoğurdu evde yap. Ben sana tarifini göndereyim.’’‘‘Gönder babacığım.’’‘‘Noyan'a gönderdiğim gömlek içi yün kazakları giydiriyor musun?’’‘‘Artık giydirmiyorum, çünkü Allah'ın yazında kazakla geze geze vücudu isilik oldu.’’‘‘Olsun, sen yine giydir. İsilik olması üşütüp zatürree olmasından iyidir.’’Telefonu kapatıp çalışma masamın altındaki yatağıma uzandım. Son depremden bu yana karyolamda değil, çelik çalışma masamın altında uyuyordum. Masa tavandan düşecek her türlü tuğla ve betona karşı dayanıklıydı. Yani bana öyle söylemişlerdi. Uykumun en tatlı yerinde zıplayıp yataktan kalktım. (Tabii kalkarken alnımı yine masanın altına vurdum.)Yatarken ocakları kontrol etmediğimi anımsamıştım. Allah muhafaza bir gaz kaçağı olabilir ve sabah ilk yaktığım sigarayla ev patlayabilirdi. Muslukları, gaz tüpünü, elektrik sigortalarını, kapı zincirini denetleyip masanın altına emekleyerek tekrar yatağa döndüm. Ama kapıdaki o zincire hiç güvenmiyordum. Büyük bir olasılıkla uyduruk döküm bir zincirdi ve dışarıdan bir omuzlamayla kopardı. Tekrar kalkıp kapının arkasına salondaki kanapeyi dayadım. Halen ayaktayken oğlumu aradım. Telefon uzun uzun çaldı. Sonra esnemeyle karışık bir ses,‘‘Efendim?’’ dedi.‘‘Eve sağ salim döndün mü diye merak ettim.’’‘‘Babacığım Adana'dan İstanbul'a otobüsle gelmiyorum ki... Altı üstü Beyoğlu'ndan Levent'e metroyla dönüyorum. Dönüp uyuyalı da iki saat oldu...’’‘‘Metrodan eve yürürken hep aynı yolu takip etmiyorsun değil mi?’’‘‘En kısa yoldan geliyorum tabii... Niye sordun?’’‘‘Takip eden olabilir. Sonra belli bir noktada pusu kurabilirler. Dönüşte şaşırtmaca vermelisin.’’‘‘Bana kim ve niçin pusu kursun ki?’’‘‘Sen anlamazsın böyle işler bilinmez oğlum!..’’‘‘Ben sabahın köründen beri haldır huldur çalıştım. Bunları yarın konuşalım. Haydi iyi geceler babacığım.’’*Sabaha kadar uyumayıp hayatta kalabilmek için planlar ve programlar yaptım. Sabah kalkıp önce giyindim, sonra da soyundum. Çünkü giyinirken yağmuru, doluyu hesap etmemiş, yaz sonu güneşinin yakıcılığına aldanmıştım. Kısa kollu gömleğimi, atletimi, yazlık pantolunumu çıkardım. İçime uzun kollu yün fanilamı, üstüne kızımın Kanada'dan hediye getirdiği özel orlon-yün karışımı Kanadyen gömleği giydim. Onların da üstüne içi müflon, dışı su geçirmez olan Alaska tipi pardösümü giydim. İstanbul'un havası bu, belli mi olur. Asfalt eriten bir sıcak varken hava birden döner yerler buz tutar, tepemize tuğla büyüklüğünde dolu düşebilir. Pabuçlarımın altını da iyice gözden geçirdikten sonra sokağa çıktım. Tabanıma kaygan bir şey yapışmış olabilir ve ben de sırt üstü düşüp kafamı yere çarpabilirim. Ama aymaz ve cahil milletimiz 30 derece sıcakta beni bu kılıkta sokakta görünce dalga geçti. Özellikle de Finlandiya'dan getirttiğim kar başlığıma takıldılar. * * *Bir kamyon ve iki hamal tutup Mısır Çarşısı'na gittim. Bir çuval kurufasulye, bir çuval nohut, iki çuval pirinç, dört çuval ekmeklik un, 120 paket makarna, 50 kilo yağ, 20 paket tuz, 60 paket toz şeker, 40 kilo kadar salam ve pastırma, 100 şişe içme suyu, 30 kavanoz turşu ve 3-5 kilo baharat aldım. Sonra bir kuruyemişçiden üç kangal ceviz sucuğu, dört kilo erik pestili, iki kilo Antep fıstığı ve üç kilo sakız leblebisi alıp yan komşusu olan Tekel bayiindeki bütün rakıları kamyona yüklettim. Ama aldığım sigaralar gözüme az göründüğü için yoldaki her bayide durup kartonla sigara satın aldık.Hamallar aldığımız nevaleyi istifledikten sonra evde kımıldayacak fazla yer kalmadı. Örneğin sıkışıp koridordan geçemeyince tuvalete gitmek için önce mutfağa giriyor ve makarna kutularının altından sürünerek geçerek yarı yatar bir pozisyonda küçük su dökmem gerekiyordu. Çünkü hamallar bakliyat çuvallarının bir kısmını tuvalete yığmışlardı. Ayakta bu işi yapacak yer kalmamıştı.*Marangozum Celal,‘‘Emin misin ağabey?’’ diye sordu.‘‘Gayet eminim, her pencereyi içeriden çakıp tahtayla kapatacaksın. Kalaslar nah burada... Dışarıdan içeriye sinek uçmamalı!.. Ayrıca bana evin her cephesinden küçük mazgal delikleri açmalısın.’’‘‘Niçin?’’‘‘Kendimi korumak için. Onlara ateş edeceğim!..’’ deyip pompalı tüfeğimi ve Kolt 45'liğimi yağlamayı sürdürdüm. Faturayı dolarla ödeyeceğimi öğrenince marangoz Celal evi kale gibi yaptı.Kendimi içeriye kilitledim. Artık dışarıdan gelecek hiçbir tehlike bana dokunamazdı. Kendi kalemde Tiryaki Hasan Paşa gibi en az 6 ay dayanabilirdim. Ama gazeteyle aramızdaki özel telefon çaldı. Gazetemizi yöneten kişi beni arıyordu.‘‘Çok önemli bir konuda görüşmek için sizi yarın saat 12'de bekliyorum Oğuz Ağabey.’’ diyordu. Şüphelenmekte yine haklıydım. Çünkü o kimseye ağabey demez... Demek ki sırada şimdi ben vardım!..*Gazeteye kavuşan yolun başında onu aradım ve geldim dedim.‘‘Hoşgeldiniz, lütfen odama buyrun.’’‘‘Buyuramam.’’‘‘O zaman ben sizin odanıza geleyim.’’‘‘Gelmeyin, çünkü ben odamda değil gazetenin yarım kilometre uzağındayım ve sizi orada bekliyorum.’’‘‘Niye?’’‘‘Niyesi var mı?.. Bizim medya kulesinin havaalanına uzaklığı en fazla 10 kilometre ve üstümüzden vızır vızır uçaklar geçiyor. Ben bu uzun kuleye girersem hangi uçağın, hangi pilotun bizim üstümüze harakiri yapacağını nereden bilebilirim?’’Gazetemizin yönetmeni her zamanki aldatıcı barışçıl sesiyle,‘‘Çok haklısınız, tabii bilemezsiniz... Siz şimdi evinize gidin, ben sizi sonra ararım’’ dedi.*Eve dönmem biraz uzun sürdü, çünkü arabamı sattığım için taksi çevirmek zorunda kalıyordum. Taksi seçmek kolay mı?‘‘Ehliyetin kaç yıllık, motorun kaç bin kilometrede, lastiklerin yeni mi yoksa kabak mı?’’ gibisinden sorularıma cevap vermek istemeyen taksi şoförleri gazlayıp beni ortalıkta sap gibi bırakıyorlardı.*Sağsalim vardığım için bizim sokağın köşesini sevinçle döndüm. Ama biraz erken sevinmişim. Beynimde bir gümbürtü oldu ve gözlerimde şimşekler çaktı... Son nefesimi verirken suratıma eğilen yüzlere son sözüm olarak,‘‘Ben size saklanın demedim mi!..’’ diyebildim.*20 katlı apartmanın damındaki kiremitleri aktaran Musa,‘‘Usta bee, goccaman girremit elimden gayıp aşşaağı düştü!..’’ dedi. Ustası da,‘‘Boşver len, bi giremit gaç para eder ki!.. Hesabını sormazlar.’’ diye cevap verdi.
button