Nereden gelip nereye gittiÄŸimize deÄŸil insanlığımıza dikkat edin lütfen

Güncelleme Tarihi:

Nereden gelip nereye gittiğimize değil insanlığımıza dikkat edin lütfen
Oluşturulma Tarihi: Aralık 26, 2004 00:00

Nereden geldiÄŸimiz, kim olduÄŸumuz, nereye gittiÄŸimiz ve bizi kimin resmettiÄŸi konusundaki söylentilerin çokluÄŸu bizi dertlendiriyor. Hakkımızda anlatılan doÄŸru yanlış hikayelerden, dedikodulardan hayal kırıklığına kolay kapılacak kiÅŸilerden deÄŸiliz aslında.Resmimize yakından bakan biri de, kuru gürültüye, akademik laflara fazla metelik vermeyeceÄŸimizi anlar hemen. Tıpkı aramızdaki eÅŸek gibi, bu dünyaya aitiz, adımlarımızı dikkatle atıyoruz ve nereye gittiÄŸimizi de biliyoruz. Sorun, nereden gelip nereye gittiÄŸimizo kadar çok araÅŸtırılırken bir resim olduÄŸumuzun unutulması. Kayıp bir hikayenin, tarihin unutulmuÅŸ, bilinmeyen bir köşesinin parçası olduÄŸumuz için deÄŸil, bir resim olduÄŸumuz için zevk vermek isterdik sizlere. Lütfen bize öyle bakmaya çalışın ve bütün varlığımızı, alçakgönüllü renklerimizi, aramızdaki sohbete kendimizi kaptırmış olmamızı içinizde hissetmeye çalışın. TeÅŸekkürler. BU ahersiz (*) cilasız kaba kağıdın üzerinde olmak, kaba çizgilerle alelacele resmedilmiÅŸ olmamız hoÅŸumuza gidiyor. Ãœzerine kuvvetle bastığımız toprağın, otların, çiçeklerin ve arkadaki ufuk çizgisinin hiç resmedilmemiÅŸ olması, bütün kabalığımızı, kanlı canlı halimizi, iri parmaklı ellerimizi, bol ve kaba kumaÅŸtan elbiselerimizi, ve topraÄŸa baÄŸlı saÄŸlam ve güçlü hareketlerimizi ortaya çıkarıyor. EÅŸeÄŸin gözlerindeki meraka, bizim gözlerimizdeki cinliÄŸe, bakışlarımızdaki telaÅŸa, bilinmez bir ÅŸeyden korkuyor gibi olmamıza dikkat edin. Ama aynı zamanda da, ressamın yanaklarımıza renk vermesinden, eÅŸeÄŸin sevimli halinden, çizgilerimizin geliÅŸigüzel gibi durmasından ressamın koyu bir mizah duygusu olduÄŸu da anlaşılıyor. Bu korku, telaÅŸ, acele ve gülümseyen dikkat, kağıdın geri kalanının manzarasız ve bomboÅŸ olması aramızda oluÅŸan çok özel bir anı ortaya çıkarıyor. Sanki çok yüzyıllar önce bir gün biz üçümüz ve eÅŸek tıpkı hikayelerdeki gibi, bir yolda giderken bir ressamla karşılaÅŸmışız ve maÅŸallah hüner sahibi üstad ressam -zaman dışı bir ifade kullanmamıza lütfen izin verin- burada tıpkı fotoÄŸrafımızı çeker gibi o anı hemen tespit etmiÅŸ. Kaba kağıdı, kalemi çıkarıp resmi o kadar hızla yapmış ki üstad, geveze olanımızın aÄŸzı açık çizilmiÅŸ ve çirkin diÅŸlerinin kabalığı ortaya çıkmış. Bizi bu çirkin diÅŸlerimiz, kıllarımız, ayı pençesi misali hantal ellerimiz, baÅŸka resimlerde de gördüğünüz pis, yorgun, bitkin hatta kötücül halimiz yüzünden sevin isteriz. Bizi deÄŸil, resmimizi.AMA aklınızın üstad ressama takıldığını biliyoruz. Ne yazık ki, ressamın kim olduÄŸunu bilmeden bir resmi sevmeyi anlayamayacak insanların yaÅŸadığı bir çaÄŸa aitsiniz. Peki o zaman: Ressamımızın adı Mehmet Siyah Kalem’dir. DiÄŸer bazı resimlerdeki üslup ve konu benzerliÄŸinden biz göçebeleri resmeden kiÅŸinin bu aynı ressam olduÄŸunu çıkartmak kolay belki. Ama resmin kenarlarına bu imzanın çok sonradan atıldığını bütün alimler söylüyor. Biz de hak veriyoruz. Bizi resmeden kiÅŸi, imzanın deÄŸil de hünerin ve hikayenin önemli olduÄŸu bir çaÄŸda yaÅŸadığı için resimlerimizin altına imza atmamıştır. Aslında biz bundan ÅŸikayetçi deÄŸildik hiç. Zaten resimlerin hikayeleri anlattığı çok eski zamanlarda resmedildiÄŸimiz için hikayelere hizmet etmek bize yetiyordu. Alçakgönüllüydük. Ama bu hikayeler unutulup da, bizim resim olmamız daha belirgin bir ÅŸekilde ortaya çıktığında, uyanık birisi, Ä°stanbul Topkapı Sarayında 1. Ahmed zamanında (1603-17) resimlerin bir köşesine bu imzayı geliÅŸigüzel atıverdi. Aslında bu kelimeler imzadan çok bir aidiyet ifadesidir, o kadar.BÄ°ZÄ° bir üstadın kalemine baÄŸlama arzusu bir baÅŸka yanlışa daha yol açtı: Aynı albümlere ÅŸu veya bu nedenle konmuÅŸ baÅŸka resimlere de, üslup ve konu tutarlılığı gözetilmeden aynı imza atılmaya baÅŸlanmış. Sırf hepimiz aynı albümün içinde, Fatih Albümünde olduÄŸumuz için. Oysa ünlü Ä°ran ya da Osmanlı ressamları üzerine bir kaç söz yazmış tarihçiler Dost Muhammed, Kadı Ahmet, Gelibolulu Mustafa Ali, Siyah Kalem’den hiç bahsetmezler. Yani, hünerbaz ve çabuk elli ressamımız hakkında, uydurma adı dışında hiçbir ÅŸey bilinmiyor.Ama bir teselli olarak Siyah Kalem’in bir çeÅŸit resmetme üslubu olduÄŸunu bizlere bir ad, bir imza, bir üstad yakıştırma telaşına kapılanlar için söyleyelim: Ressamımıza yakıştırılan ad, Siyah Kalem, 16. yüzyılda Ä°ranlı yazarlarca kalın kenarlı, siyah beyaz çizgi resimleri adlandırmak için kullanılırdı. O zaman ÅŸu sonuç çıkıyor: Siyah Kalem biz üçümüz bir yolda konuÅŸa konuÅŸa giderken bizi bir anda resmediveren ressamın adı deÄŸil de onun kullandığı üslubun adı. Peki, üzerimize sürülmesinden o kadar haz aldığımız kırmızılar ve maviler nasıl açıklanacak o zaman? ÇOÄžU zaman bizim hakkımızda söylenenlerin birbiriyle çeliÅŸmesi bizi eÄŸlendirir. Uygur, Türk, MoÄŸol ya da Ä°ran kaynaklı olduÄŸumuzu, ya da 12 ile 15. yüzyıl arasında bir zamanda yaÅŸadığımızı kanıtlamak için yazılan onca yazı, o kadar fikir, bütün o bilimsel toplantılar, birbirleriyle kibarca çeliÅŸen akademisyenlerin söyledikleri bizi inkar edilemez ve inandırıcı bir ÅŸekilde tarihin ve coÄŸrafyanın bir yerine kesinlikle baÄŸlamaz hiç. Bir şüphe uyandırır sadece.Türkler romantik bir Türk milliyetçiliÄŸinin etkisiyle bizim İç Asya’dan ya da MoÄŸolistan’dan geldiÄŸimizi kanıtlamaktan hoÅŸlanırlar. Ve bizimle aynı albümde yer alan sevimli ÅŸeytanların ve cinlerin resimlerine bakıp bizi Åžaman’lara baÄŸlarlar. Bizler ise bu korkunç ve tatlı yaratıklarla aynı kabalıkta, kıvrım kıvrım çizgilerle ve aynı cingöz bakışlarla resmedilmiÅŸ olmaktan hoÅŸlanırız. Aynı albümde yer aldığımız baÅŸka bazı resimlere ve benzer üslupla resmedilmiÅŸ Çin kökenli bazı ÅŸeytanlara bakıp bizim çok daha uzaklardan, Çin’den geldiÄŸimizi söyleyenler de içimizdeki yolculuk ve göçebe duygularına seslenip bizi sevindirirler. BaÅŸka bazı resimlerdeki ÅŸeytanların Åžahtahmasp’ın yaptırdığı ünlü Åžehname’yi etkilemiÅŸ olması, ya da Tebriz’deki Akkoyunlu Sarayı ile üslup benzerlikleri de bizi bazı alimlere göre bugünkü Ä°ran’ın coÄŸrafyasına yerleÅŸtirir. Zaten çoÄŸunluk Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim’in 1514’te Çaldıran’da Safevilere karşı kazandığı zaferde bizi bir ganimet olarak aldığı görüşündedir. Kırmızı elbiseli arkadaşımızın kafasındaki ÅŸeyin çan biçiminde olduÄŸuna bakarak Rus kökenli Boyarlardan olduÄŸumuzu söyleyenler bile vardır.BÃœTÃœN bu tahminlerin uyandırdığı şüphe ve hayret bizim resim olarak siz bakanlarda uyandırmak istediÄŸimiz hayrete benzer biraz. Bir resmimizin uyandırdığı hayret, korku, şüphe vardır. Bir de hakkımızda çıkarılan söylentilerin, yazıların, uyandırdığı esrarlı bir hayret vardır. Alimlerin uyandırdığı ikinci hayret, birincisine, yani resmimizin uyandırdığı hayrete bir derinlik verir. Dünyanın bu ücra köşesinde hakkında en çok yazılan, en çok düşünülen, en esrarlı resimler olmakla iftihar ederiz. Hakkımızda bütün o yazılanlar, evet, bizi huzursuz ediyor, çünkü bir resim olduÄŸumuz unutuluyor. Ama bütün o yazılanlar ve sanat tarihinin sonuçsuzluÄŸu hakkında bir fikir edinerek bize bakıldığında etrafa saçtığımız, şüphe, hayret, korku tuhaf bir ÅŸekilde güzel bir havaya bürünüyor. Asıl söylemek istediÄŸimiz ÅŸey buna benzer: Tıpkı Türkler gibi Çin’den mi, Hint’ten mi, İç Asya’dan mı, Ä°ran’dan mı, Maveraünnehir’den mi, Türkistan’dan mı, nereden gelip nereye gittiÄŸimize deÄŸil, insanlığımıza dikkat edin lütfen. Bakın ne kadar dertliyiz olup bitenlerden. Gözlerimizi açmış, dikkatimizi iÅŸimize vermiÅŸ, kendimizi korumaya çalışıyoruz ve bir yandan da birbirimizle dertleÅŸip konuÅŸuyoruz. Åžeytanlar bizi de o at gibi alıp yeraltı alemine götürebilirler diye dertleniyoruz. Yoksulluk var, korku var, bitip tükenmeyen yolculuklar, kocaman çıplak ayaklı adamlar, atlar, korkunç yaratıklar... Hissedin bizleri! Bir rüzgar esiyor, eteklerimiz dalgalanıyor; korkuyor, ürperiyor, ama yola devam ediyoruz. İçinde yol almaya çalıştığımız zaman dışı bozkır, üzerinde resmedildiÄŸimiz bu renksiz, özelliksiz kaba kağıda benzer. DaÄŸsız, tepesiz, dümdüz bir toprakta, sanki zamansız bir çaÄŸda yaşıyoruz.Ä°NSANLIÄžIMIZI hissettikçe, biliyoruz, yavaÅŸ yavaÅŸ ÅŸeytanlığımızı da hissedeceksiniz. Hem korkuyoruz o ÅŸeytanlardan hem de onlarla aynı malzemeden yapıldığımızı biliyoruz. Siz de görün, korkun istiyoruz. Bakın bu tuhaf yaratıkların boynuzlarının, saçlarının ve kaÅŸlarının kıvrımlarına, bizim vücudumuzun kıvrımlarına benziyor. Elleri, koca ayakları tıpkı bizimkiler gibi kaba ama ne kadar da canlı! Önce ÅŸeytanların, devlerin burunlarına bakın sonra bizim burnumuza bakıp ÅŸeytanlarla kardeÅŸ olduÄŸumuzu düşünün ve korkun bizden. Ama korkacağınıza gülümsüyorsunuz.Ruhunuza korku salamamamızın acıklı nedenini biliyoruz. Bir zamanlar parçası olduÄŸumuz hikayeler unutuldu. Kim olduÄŸumuzu, nereden gelip nereye gittiÄŸimizi bilmediÄŸiniz gibi ve daha da kötüsü, hangi hikayenin hangi parçası olduÄŸumuzu da bilmiyorsunuz artık. Felaketler, yenilgiler, yıkımlardan sonra geçmiÅŸimizden yürüye yürüye böyle göç edip iyice uzaklaşınca hikayelerimizi, kim olduÄŸumuzu sanki biz de unuttuk.Türk olduÄŸumuz, ya da Tebrizli ya da MoÄŸol olduÄŸumuz yolundaki öfkeli itirazları iÅŸitiyoruz. Resmimizin yapılmasından yüzyıllar sonra bizlere pek çok kavim adı, pek çok millet, hikaye yakıştırıldı. Sipsivri diÅŸli, sivri tırnaklı, gülünç bakışlı ÅŸeytan var ya, aramızdan birini almış hani, kim bilir nereye, belki de ölülerin yeraltındaki dünyasına götürüyor (en alttaki resim). Peki, o resim, mesela aranızdaki çok bilmiÅŸlerin tahmin ettiÄŸi gibi, ünlü Ä°ran destanı Åžehname’dendir ve Akvan adlı devin uyuyakalmış Rüstem’i Hazar Denizi’ne atmadan önceki halini gösterir. Ama ya öteki resimler, onlar hangi hikayeleri ve hangi özel anları gösterir? Biz üçümüz ve eÅŸek yolda giderken, hangi unutulmuÅŸ hikayenin hangi anını canlandırıyoruz? Biz kimiz?BÄ°LMÄ°YORSUNUZ. Size bir sır verelim o zaman. Çok uzaktan, Asya’dan bir yerden yola çıkmış giderken, biz üçümüz ve eÅŸek, ressamla karşılaşınca resmedildik, biliyorsunuz. O resim iÅŸte en arkada sallanarak gelen arkadaşımızın kucağındaki cildbendin içinde. AkÅŸam olacak, bir çadırda mumlar yanacak ve toplanan kalabalığa bir hikayeci, belki de ÅŸu an bizim aÄŸzımızdan konuÅŸan bu yazar gibi birisi, hikaye anlatacak. Hikayesini anlatırken dinleyenler eÄŸlensin, dinledikleri hikaye de akılda kalsın diye ÅŸimdi seyrettiÄŸimiz bu resmimizi de çıkarıp gösterecek. Ondan önce de resimler vardı, bizden sonra da baÅŸka resimler. Hepsi hikayeyi gösterirdi.Ama yüzyıllar ve göçler, yenilgiler, felaketlerden sonra hikayeler unutuldu. Hikayeleri hatırlatsın diye yapılan resimler de dağıldı. Bizler de gide gide nereden geldiÄŸimizi unuttuk. Bu resimde hikayesiz, kimsesiz kaldık. Gene de resmedilmek güzel.BÄ°R keresinde bir hikayeci, belki de Türk olup bununla dertlendiÄŸi için, bize bakıp şöyle baÅŸladı bizim hikayemize: Nereden geldiÄŸimiz, kim olduÄŸumuz, nereye gittiÄŸimiz ve bizi kimin resmettiÄŸi konusundaki söylentilerin çokluÄŸu bizi dertlendiriyor.Hissedin bizleri! Bir rüzgar esiyor, eteklerimiz dalgalanıyor; korkuyor, ürperiyor, ama yola devam ediyoruz. İçinde yol almaya çalıştığımız zaman dışı bozkır, üzerinde resmedildiÄŸimiz bu renksiz, özelliksiz kaba kağıda benzer. DaÄŸsız, tepesiz, dümdüz bir toprakta, sanki zamansız bir çaÄŸda yaşıyoruz.22 Ocak 2005’te, Londra’daki The Royal Academy of Arts (Kraliyet Sanat Akademisi), Türklerin sanatsal ve kültürel zenginliÄŸini konu alan çok önemli bir sergi açıyor. Adı ‘Türkler: Bin Yılın YolculuÄŸu, 600-1600’. 350 eserle bin yıllık döneme tanıklık edecek bu serginin önemli bölümlerinden biri Mehmet Siyah Kalem’in resimleri. The Royal Academy of Arts Magazin, kış sayısında sergiye geniÅŸ bir yer verdi ve Orhan Pamuk’un bir makalesini yayınladı. Pamuk yazısında serginin yıldızı Siyah Kalem’i anlatırken aynı zamanda Türklerin de her zaman dertli olan düşüncelerine odaklanıyor. Önümüzdeki günlerde The Guardian Gazetesi’nde de yayınlanacak olan bu yazıyı Hürriyet Pazar okuyucuları için özel olarak yayınlamamıza ‘olur’ diyen Orhan Pamuk’a teÅŸekkür ederiz.Siyah Kalem, 16. yüzyılda Ä°ranlı yazarlarca kalın kenarlı, siyah beyaz çizgi resimleri adlandırmak için kullanılırdı. O zaman ÅŸu sonuç çıkıyor: Siyah Kalem biz üçümüz bir yolda konuÅŸa konuÅŸa giderken bizi bir anda resmediveren ressamın adı deÄŸil de onun kullandığı üslubun adı. Â
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!