Güncelleme Tarihi:
Dikkatimizi çekense sülüs dalında üçüncülük ödülü alan isimdi; Nuria Garcia Masip. O, erkek egemen bir sanat olmasına rağmen, bir kadın olarak hat sanatına “Benim kurtuluşum oldu” diyecek kadar tutkun. İspanyol kökenli ve şu an İbiza’da yaşıyor. Ancak anne ve babası İslam’ı seçmiş ve onu da bir Müslüman olarak büyütmüşler. Nuria Garcia Masip ile ödül töreninde konuştuk.
* Çocukluğunuz nasıl bir evde geçti?
- 1978’de İspanya İbiza’da doğdum. Babam ve annem yüzde yüz İspanyoldur. Önceden Hıristiyanlardı. Sonra Müslüman olmayı seçmişler. Çünkü manevi bir hayat arıyorlardı. Birkaç dost ve kitaplar vasıtasıyla İslam’ı tanıdılar ve aradıkları mânâyı tasavvufta buldular. Yani, ben bir Müslüman olarak büyütüldüm. Sonra boşandılar. Babam Amerika’ya gitti. Orada ders verecekti. Ben de 13 yaşındayken babam ve üvey annemle birlikte oturmak için Amerika’ya gittim. Ortaokul ve liseyi orada bitirdim. Bir çeşit güzel sanatlar lisesinde okudum. Temel sanat dersleri veriliyordu ve üniversiteye geçiş daha kolay oluyordu.
HAT BENİM KURTULUŞUM OLDU
* Girmesi zor bir okul yani?
- Evet, öyleydi. Çok modern bir yerdi. Amerika’da her şey postmodern bir de, modern değil yani. Empresyonist bir resim yaparsan, çok klasikçi kalıyorsun mesela. Yani, her zaman çok daha ileriye gitmek lazım. Ama benim için çok zor oldu bu. Çünkü modernizm nefs ile ilgileniyor, egoyla alakalı. Bense mânâ arıyordum. Zaten modern sanatı anlaşılması için izah etmek zorunda kalıyorsun, çünkü görülmesi yetmiyor. Bu yüzden hat benim için bir kurtuluş oldu. Sanatçının eserine mânâ vermesi lazım. Ama sanatçının kendisi mânâyı bilmiyorsa, nasıl ifade edecek? Onun için sanatı bırakmaya karar verdim. Çünkü şöyle düşünüyordum: Eğer gerçekten mânâlı bir şey ifade edemiyorsan, sanat neye yarar? Onun için her şeyi bıraktım ve üniversitede üç yıl felsefe okudum. Bu sürede elime hiç fırça almadım, her şeyi çöpe attım. Çok sert bir son olmuştu.
* Sonra sanata nasıl geri döndünüz?
- Sonra The George Washington University’de Fransız ve İspanyol edebiyatları üzerine eğitim almaya başladım. Bir yandan da İslam sanatlarıyla ilgileniyordum. O sayede düşündüm ki, belki sanat içinde mânâlı bir yol bulabilirim. Bunun üzerine üniversiteyi bitirdikten sonra Fas’a gittim. Orada da hâlâ geleneksel İslam sanatlarını icra etmeyi sürdürüyorlar. Ama Türkiye’den biraz daha farklı. El sanatlarıyla birleştirmişler diyebilirim. Ve maalesef icazet yöntemini kaybetmişler. Fakat kendi aralarında kitaplara bakarak öğrenmeyi sürdürüyorlar. Dolayısıyla hiçbir üsul, metot yok.
DİSİPLİN, SABIR VE EMEK
* Daha önce geleneksel İslam sanatlarıyla tanışmış mıydınız?
- Bazı evlerde ya da başka yerlerde birtakım çalışmalara rastlıyordum. Ama icra etmeyi hiç düşünmemiştim. Benim için sanatçı olmak resim veya heykel yapmak gibi bir şeydi. Ama Fas’ta düşündüm ki, belki harfle bir şey yapabilirim. Evde kendimle baş başa kalıp, tek başına çalışmak beni çok mutlu ediyordu. Ama hâlâ tereddütlerim vardı. Çünkü aklımda minyatür de vardı. Önce İspanya’ya geçtim. Oradan Pakistan’a gitmeyi düşündüm. Sonra bir arkadaşım minyatürü unutup, hat öğrenmek için The George Washington University’deki Mohamed Zakariya’nın yanına gidebileceğimi söyledi. Neden yaptığımı bilmiyorum ama kararımı verdim. Her şeyi bırakıp, biraz para biriktirip Washington’a doğru yola koyuldum.
* O dönem Türkçe biliyor muydunuz?
- Hayır. Zaten yanına varınca Mohamed Zakariya bana dedi ki: “Hoş geldin. Ben çok meşgulüm.” Türkçe bilip bilmediğimi sordu. Hayır, dedim. Ve sonra şöyle dedi: “Tamam, sen şimdi Library of Congress’a git. Üç ay boyunca hat hakkındaki her şeyi okuyabilirsin. Sonra görüşürüz.” Başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Ama ne dediyse yaptım. Bir iş buldum. Her gün işe gidiyor, sonra kütüphanede okuma yapıyordum. Üç ay sonra derslerimiz başladı. Tamamen geleneksel bir eğitim aldım, aynı İstanbul’daki gibi. Hoca öğrencisinin yanında durup, çalışmasını yönlendirmiyor. Bu da çok ilginç geldi bana. Tamamıyla disiplin, sabır ve emeğe bağlı. Bir sene derslere devam ettik. Sonra evlendim ve Fas’a geri döndüm. Bir yıl kadar da posta aracılığıyla derslere devam ettik. Fas’ta, Hasan Çelebi’den icazet almış ve Fas Kralı için çalışan Hamidi Bel’Aid in Rabat isimli hattattan bir sene ders aldım.
* Bir süre de Türkiye’de yaşamışsınız sanırım. O nasıl oldu?
- İki sene kadar yaşadım. Washington’dayken Deniz diye bir arkadaşım vardı. Yarı Türktür. İstanbul’a dönüp Hasan Çelebi’den ders almaya başladı. Benim de gelmem gerektiğini söylüyordu. Eşimle konuştum ve iki sene için İstanbul’da öğretmenlik yapacağı bir iş buldu. Sarıyer’de oturuyorduk. Davut Bektaş’la en baştan başladık derslere. İki sene devam ettik. Sonra eşim Almanya’ya gitti, ben de onunla birlikte tabii. Ama ayda bir dersler için İstanbul’a geliyordum. 2007’de IRCICA’dan icazet aldım.
ARTIK AİLE OLDUK
* Yarışmada yabancı uyruklu kaç katılımcı vardı?
- Benim gibi Avrupa’dan gelen çok az. Ama Arap dünyasından ya da Japonya’dan katılımcılar vardı.
* Yabancı uyruklu bir kadın hattat olarak, bu kültürün içine doğan insanlar sizi nasıl karşılıyor?
- Artık aile gibiyiz. Birlikte okuduk, birlikte öğrendik. Aramızda hiçbir fark yok. İnsanız sonuçta, nereden geldiğimiz çok önemli değil. Üstelik hat yapmak için aşk lazım. Çünkü çok büyük enerji istiyor. Bu aşkı paylaşırsan çok sağlam bir bağ kuruluyor.
NEYLE MEŞGUL OLURSAM OLAYIM KAFAM HEP ‘HAT’TA
Uzun zaman sonra doğduğum yere İbiza’ya döndüm. Doğayla iç içe ve çok sakin bir yerde yaşıyorum. Arada bir İstanbul’a geliyor veya uluslararası sergilerde hattatlarla bir araya geliyorum. Bir günüm şöyle geçiyor: Kahvaltı ettikten hemen sonra meşk yapmaya başlıyorum. Kısa aralar vererek çalışmaya devam ediyorum. Sağlıklı olmak her gün yüzüyor, yoga yapıyor ve yürüyorum. Onun dışında yemek, temizlik gibi gündelik işleri yapıyorum işte... Neyle meşgul olursan ol, ya kafan ya da elinle sürekli hatla uğraşıyorsun. Bence bütün hattatlar böyle.