Nejat Galiba Demirin felsefesini yapıyor

Güncelleme Tarihi:

Nejat Galiba Demirin felsefesini yapıyor
Oluşturulma Tarihi: Aralık 16, 2006 00:00

Demir insanlık tarihinde çok önemli bir maden. Demiri ateşle şekillendirdikten sonra insanlığın kaderi değişmiş. Demirle uğraşmak çok zor bir iş. Nejat Galiba’ya, "çok meşakkatli bir meslek seçmişsiniz kendinize" dediğimizde itiraz ederek şunları söylüyor: "Aslında, malzemeden iyi bir iş çıkarmak istiyorsanız, ister demirle, ister pamukla uğraşın fark etmiyor. Her işin kendine has bir zorluğu, inceliği ve disiplini var" diyor.

Demirin şekillenerek, insan marifetiyle güzelleştirilerek, sanatın incelikleriyle birleşerek hal değiştirip ferforjeye dönüşmesine gönül vermiş. "Hani Azeriler güzel sanatlara, ’inci senetler’ derler ya, ben de demirin sanatla inceltilmiş halini seviyorum" diyor.

Nejat Galiba, hayatı boyunca zor olanı seçmiş. İzmit’te doğmuş. Liseyi İzmir Askeri Hava Lisesi’nde bitirmiş. Sonra İstanbul’a geçip Hava Harp Okulu’ndan mezun olmuş. 1973’te teğmen rütbesiyle Hava Kuvvetleri’ne katılmış. Genç bir subayken kendini savaşın ortasında bulmuş. Kıbrıs Barış Harekátı sırasında bir yıl boyunca, İstihkám Kıta Komutanlığı yapmış. Daha sonra Ege Üniversitesi’nde Endüstri Mühendisliği eğitimi almış, Boğaziçi Üniversitesi’nde MBA yaparak yüksek lisansını tamamlamış. Hava Harp Okulu’nda dersler vermiş. 1992’de kendi isteğiyle kıdemli binbaşıyken emekli olmuş. Bu kadar genç yaşta emekli olmasına ise demir neden olmuş.

Önce küçük bir atölye açıyor. Şirketinin adını, BDG koyuyor. Daha sonraki yıllarda internet ortamında kurduğu www.ferforje.com adlı web sitesinde BDG’nin açılımını şöyle yapıyor: "Kendileri toprakta demirleşirken, eserleri günümüze kadar yaşayan ustalarımızın anısına Bir Demir Gösterisi..."
/images/100/0x0/55eb1f1df018fbb8f8ac8f8d

Ustalara ve ustalığa çok önem veriyor Nejat Bey ve diyor ki: "İlk çağlarda topraktan hayata geçen demir; örs, ateş, çekiç ve usta ile buluştuğundan beri önce zanaat, günümüzde ise geleneksel bir sanat dalı olarak yaşantımızda yerini almıştır çünkü."

Galiba’nın kurduğu o minicik atölye birkaç yıl içinde biraz daha büyüyüp fabrika hacmine ulaşıyor. Fakat, Esenyurt’ta Evren Oto Sanayi Sitesi’nde kurduğu fabrikada yaptığı hiçbir işi fabrikasyona çevirmiyor. Zaman zaman piyasa koşullarına uyum sağlasa da, genellikle her biri eşsiz ve tek olan eserler üretmeye gayret ediyor. Önceleri dış dekorasyonda kullanılan ferforje dekoratif garaj kapıları, pencere cumbaları, balkon ve merdiven korkulukları üretmekle işe başlıyor. Bu arada Art Nouveau ile tanışıyor. Ve İstanbul’un tam bir Art Nouveau cenneti olduğunu fark ediyor. 19. yüzyılın sonunda Avrupa’da yenilikçi sanat akımı olarak ortaya çıkan ve birkaç yıl içinde Türkiye’ye ulaşan Art Nouveau’nun kenti nasıl etkileyip güzelleştirdiğini fark ediyor. 20. yüzyılın başından itibaren İstanbul’un görüp görebildiği en zarif mimarlık akımının izlerini takip ediyor:

"Avrupa’da doğmakla birlikte, sonrasında yerel katkılarla çeşitlenen ve zenginleşen bu sanat akımına getirilen Osmanlı yorumu üzerine odaklandım. Osmanlı yorumunun katkısı, başta mimarlık ürünleri olmak üzere, İstanbul’da üretilmiş ya da İstanbul’a özgü tasarım ve örneklerle kurgulanmış olduğunu anladım ve İtalyan mimar Raimondo D’Aronco’yu keşfettim."

DEMİR KAPIDAKİ GÖLGELİ GİTAR

D’Aronco’nun İstanbul’da inşa ettiği çeşitli yapıların fotoğraf, çizim ve maketlerine ulaşıyor. Sonra da hem bu büyük mimarın hem de onun çağdaşı olan Türk mimarlarının eserlerine doğru uzun bir yolculuk yapıyor. Bugüne kadar aşılamayan o dönemin ruhunu çözmeye gayret ediyor. Bu mimarlık akımının takipçilerinin, son yüz yıl içinde demiri en güzel biçimiyle kullanan sanatçılar olduğunu anlıyor: "Talimhane’de bir apartman var. Evin sahibi adı duyulmamış bir müzisyen. Demir bir giriş kapısı yaptırmış. Yarısı gölgeli bir gitar ve etrafında uçuşan notalar ve sol anahtarları. Kapıdan içeri giriyorsunuz, notaların ve sol anahtarlarının merdiven korkuluklarında devam ettiğini görüyorsunuz. Bu nasıl bir inceliktir? Bu, insanın oturduğu mekana kendi ruhundan ne biçim bir parça eklemektir? Anlayamıyorsunuz..."

Kafayı bu sanat akımına takan Nejat Galiba, müşterilerine de bu zevki aşılamaya çalışıyor. Ama, insanın zevklerini fiziki çevresi etkileyip geliştirdiğinden dolayı bu aşılama işinde bir hayli zorlanıyor. Çeşitli ebatlarda bahçe kapıları ve bina giriş kapıları, tırabzanlar imal ediyor. Fakat yaptıklarının yüzüne bakan olmuyor.

1997’de bir İngiliz mimar uğruyor atölyesine. Yaptıklarını görüce "işte bu..." diyor ve anında Londra’da restore etmekte olduğu bir tarihi bina için okside edilmiş demirden bir merdiven korkuluğu siparişi veriyor. Çok acelesi olduğunu ve iki hafta içinde yapılıp gönderilmesini istiyor.

Nejat Bey, Londra’ya gidip yapıyı görmek istediğini söylüyor. "Hayır gerek yok" diyor adam ve bir koşu arabasına gidip bir kağıt rulosuyla dönüyor. "Çizimler bu kağıtlarda bire bir ölçüde çizilmiş, buna bakın yapın, siz bunu yapabilirsiniz" diyor. Masaya birkaç tane de fotoğraf bırakıp, korkuluğu kaç liraya imal edebileceklerini soruyor. Galiba’nın verdiği fiyata itiraz etmeden çek defterini çıkarıp istenilenden daha fazla bir meblağ yazıp bırakıyor. Çıkarken, korkulukların gideceği adresin olduğu bir kart verip sırra kadem basıyor:

"Olup bitenlere ertesi gün çeki bozdurmak için bankaya gidene kadar inanamadım" diyor Nejat Bey. Bankaya varıp da çeki verip paraları alınca işe koyuluyor. Vadettiği tarihten dört gün önce malı paketleyip kargoya veriyor. Durumu İngiliz mimara bildiriyor. Bir hafta sonra, atölyeye bir başka İngiliz geliyor ve bir zarf bırakıp ofisten ayrılıyor. İngiliz mimarın göndermiş olduğu zarfın içinden bir mektup, birkaç fotoğraf ve bir çek daha çıkıyor. Mektup, "Büyük usta Nejat Bey" diye başlıyor ve "fotoğraflardan da göreceğiniz gibi göndermiş olduğunuz korkuluk milimi milimine merdivenlerin üzerine oturdu. Çok teşekkür ediyorum. Kargo bedelini ve sizinle birlikte çalışan hünerli ellerin hakkını veremediğimi fark ettim. Gönderdiğim çek, bunun karşılığıdır. Sevgilerimi ve saygılarımı kabul etmenizi rica ediyorum" diye bitiyor.

10 ÜLKEYE İHRACAT

Bu Londralı mimar, İngiltere’nin kapılarını BDG’ye açıyor. Daha sonra Belçika, Fransa, İsviçre, Almanya başta olmak üzere 10 Avrupa ülkesine ihracat yapmaya başlıyorlar. Nejat Bey tasarımlarını, siparişi veren kişiyle birlikte kafa kafaya vererek yapıyor. Sevmediği işi hemen reddediyor. Fakat taleplerini geri çevirdiği müşterilerine, "Sizin istediğiniz işi şu adresteki, şu firma yapar" diyerek zarafetini koruyor. "Neden başka tasarımcılar gibi, dediğim dedik çaldığım düdük deyip kendi tasarımlarınızı müşteriye dayatmıyorsunuz" diye sorduğumuzda şu yanıtı alıyoruz:

"Çünkü, biz ürünü teslim ettikten sonra onlar kullanacaklar. Müşterimiz ürünü koyacağı yeri, yanındaki diğer ürünleri, orada yaşayacak olanları tanıyor. Kendi koleksiyonumuzdaki bir ürünü seçerken ya da bir ürünümüzün tasarımında değişiklik isterken gerekçeleri var. Biz ise bunları bilmiyoruz. Örneğin, bizim tasarımımız olan bir ferforje konsolumuzu Divan Oteli’nin bir yöneticisi ölçüleri de vererek iç içe geçen üçlü büyük zigon takım haline getirtti. Bunu yaparken yerden kazanmak, çok amaçlı kullanabilmek ve diğer ürünleri ile uyumlu bir yerleştirmeyi gözetti onlar. Biz bunları müşterimiz kadar hissedemeyiz. Atölyemizde üretim gerçekleşip, karşımıza gelince biz de sevdik bu tasarımı. Ayrıca Swissotel için üç adet tabağı, masa üstünde daha küçük bir alanda taşıyacak kademeli stantlar istendi. Tabii bunlar ayrıca, ergonomik olacak, güzel olacak koşulu ile. Önce müşterimiz birkaç eskiz çizdi, istediklerini anlattı, sonra biz üç gün boyunca numune çalışması yaptık ve gerçekten beğenerek gönderdik. Müşterimizin çok güzel olmuş diye verdiği cevabı aldığımızda, firmamızda patronun, kullanıcı ve müşteri olduğunu bir kez daha öğrendim."

SİZDEN SONRAKİ NESİLLERE ANTİKA OLARAK KALACAK

Ferforje aynanın çerçevesindeki kıvrımlar, o aynaya bakarken sizi alıp uzaklara götürüyorsa ya da ferforje bir masa, sizi kendisine baktırıyor ve siz orada bulunmaktan huzur duyuyorsanız, ferforje görevini yapmıştır. Sanatçının tasarımı, ustasının elleri ile şekillenen ve sizden sonraki nesillere antika olarak kalacak olan ferforje, bazen önünde fotoğraf çektirdiğiniz muhteşem bir bahçe kapısıdır, bazen hayallerinizi, içindeki mumla aydınlatan bir şamdan. Ferforjeyi öğrenince çevrenizde daha çok fark edersiniz. Çiçeklik, şaraplık, cam ya da ahşabın altında masa, tavandaki avize, mermerle bütünleşen konsol, duvardaki raf, vitrindeki stant, lüks bir lokantada oturduğunuz koltuk olarak karşınıza çıkabilir ferforje. Kendisi gibi doğal olan ahşap, mermer, cam, seramik gibi ürünlerle bir arada kullanılırken, zarif yapısı ile derinlik hissini kaybettirmeden, çok küçük alanları bile güzelleştirebilir. Sanatta farklı akımların doğması ve insanların birçok nedenle bunlardan birini diğerine göre daha güzel bulması, daha çok tasarımla ve malzeme ile ilgilidir.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!