Güncelleme Tarihi:
Sezonun başlamasıyla tiyatrolar perdelerini açıyor birer birer. Özlediğim tiyatroyla buluşmamı sağlayan ‘Testosteron’ oyununda alıyorum soluğu.
Oyunun sahneleneceği, oyun atölyesi’nin gişesinden biletimi alırken, arkamda bekleyen birinden şu sözleri duyuyorum. “Oyunda hiç kadın oyuncu yok. Bakalım kadın oyuncunun olmadığı bu oyunda ne anlatılacak?”
İnsanların bu yargıyla yaklaşmalarına şaşırmamak gerek. Zira, son birkaç yıldır bazı oyunlarda, tiyatroya çekmek için ‘seksi’ diye rol verilen kadınları düşünürsek, bu oyunda kadın oyuncu olmamasına şaşırmaları gayet normal.
Yerime kurulmuş, oyun nasıl başlayacak diye beklerken açılıyor perde. Sahneyi, dekoru kısa bir şekilde tanıma sürecinden sonra öyle bir kapışma başlıyor ki… Hem de nasıl… ‘Erkekçe’ bir kapışma ve hesaplaşma!
Bu kapışmayla öyle bir hareketleniyor ki oyun, tempo hiç düşmüyor ve iki buçuk saatin nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz. Kahkaha, heyecan, gerilim, ironi… Bunları yaşatmasının yanı sıra, güldürürken düşündürmesi, düşündürürken de bilgilendirmesi de cabası…
Evet oyunda yok ama erkeği görünür kılarak asıl başrolü onlar oynuyor. Kadınlar! Erkeklerin aslında ne olduklarını, onları fark etmemizi sağlayan kadınlar…
Kadın erkek ilişkilerinde yüzyıllardır yaşananlar, erkeklerin kadınlar üstünde egemenlik sağladığını sanırken aslında erkeklerin kadınlar karşısındaki zavallılığı…
İkili ilişkilerde ‘erkekler kadınları seçer’ diye biliriz ya genel olarak. Hayır, erkekler kadınları değil, tam tersine kadınlar erkekleri seçiyor! Ben demiyorum bunu, ‘Testosteron’ diyor.
Erkeklerin, kadınları neden bir cinsel obje olarak gördüklerinin, kadınlar üzerinde egemenlik kurmak istemelerinin, kadınların kendilerinden daha akıllı olduğunu kabul etmek istememelerinin nedeni bulundu! Ve kadın – erkek ilişkileri konusundaki diğer soruların cevabı da… Tüm bunlara sebep olan Testosteron!
Testosteron mu, o da ne? Erkeği erkek yapan hormon!
Erkeklerin bahanesi hazır artık! Soyunu devam ettirme dürtüsü ve olası rakiplere karşı aslan kesilenler… ‘Testosteron yüzünden bu yaptıklarımız’ diye kendini savunanlar çoğalacaktır şimdi. Ne savunma ama değil mi! İşte bu savunma mekanizmasını sanatla bütünleştirerek insanlara sunuyor oyun.
Sahne gerisindeki televizyonda yayınlanan ‘Rezervuar Köpekleri’ filminde işlenen; erkek dünyası, erkeğin şiddeti, erkeği tanımlayan dil, erkeğin kadına olan bakışı, davranışı bu oyunun içeriğiyle bütünleşiyor.
Erkeklerin dünyasını, bu dünyada nelere tutunduklarını, aslında bu dünyada güçlüyken nelere boyun eğdiklerini anlatan oyunda, oyunun afişine not düşülen 18+ olma sebeplerinden biri olan küfürler fazla olsa da, o küfürler zaten karakterlerin yapılarında olduğu için göze batmıyor ve rahatsız etmiyor.
Kuşbilimci ve mikrobiyolog iki bilim adamı, baterist, avukat, magazin gazetecisi, çapkın bir baba, garson gibi çeşitli meslekten yedi erkeğin didişmesiyle süren bir oyun. Didişiyorlar ama uzlaştıkları tek konu ‘erkeklerin dürtülerinin egemenliğinde hareket etmeleri’ oluyor. Ama bunda uzlaşana kadar, birbirlerinin kafasını gözünü yarmaktan çekinmeyen, şiddeti normal gören, küfrü diline pelesenk eden, sürekli bir rekabet halinde olan, kadınları sadece cinsel obje olarak gören taraf olduklarını o kadar iyi anlatıyorlar ki… Bize sadece sahnede gerçekleri izlemek kalıyor!
Oyundaki tüm karakterler adeta yıldızlaşıyor. Aslında buna şaşırmamak gerek. Çünkü hepsi birbirinden yetenekli, hepsi eğitimli tiyatro oyuncusu... Kimler mi onlar?
Çapkın baba Stavros’u, otuz sekiz yıllık tiyatro macerasında, 83 oyunda rol alıp, bazı oyunlarda yazar ve yönetmen olarak da görev alan usta oyuncu Metin Coşkun, reddedilen damat Komel’i Fırat Tanış, baterist Fistach’ı ‘Bir İstanbul Masalı’ ve ‘Gümüş’ dizilerinden tanıdığımız Emre Karayel, magazin gazetecisi Tretyn’i Binbir Gece dizisinde ‘Zengin Bey Burak’ olarak tanıdığımız ve 2006 yılında ‘Hırçın Kız’ adlı tiyatro oyundaki ‘Tranio rolüyle ‘Arda Kanpolat Oyunculuk Ödülü’nü alan Mert Fırat, avukat Janis’i Timur Acar, biyolog Robal’ı İnan Ulaş Torun ve garson Tytus’u Tuna Kırlı canlandırıyor. Canlandırmak ne kelime, yaşıyorlar adeta.
“Erkeklerin bu davranışlarının nedeninin ‘testosteron’ olduğunu öğrendik ama kadınları cinsel obje olarak görmelerinin daha somut bir nedeni olmalı. Nedir bu?” diye soruyorum gazeteci Tretyn’i canlandıran Mert Fırat’a. “Erkeklerin doğurganlık özellikleri olmadığı için! Evet her türlü güce sahipler. Fabrikalar kuruyorlar, para kazanıyorlar, her şeyi yapabiliyorlar. Ama doğurganlık özellikleri olmadığı için…” oluyor soruma cevabı!
Ne dersiniz?
Testosteron’u Polonyalı senarist, rejisör, oyun yazarı ve film yapımcısı, dramaturg Andrzej Saramonowicz yazmış. Çevirisi Neşe Taluy Yüce’ye ait ve yönetmeni de geçen yıl ve bu yıl da kapalı gişe oynayan, Haluk Bilginer ve Vahide Gördüm’ün rol aldıkları ‘Evlilikte Ufak Tefek Cinayetler’ oyununu da yöneten Kemal Aydoğan. Sahne tasarımı Bengi Günay’a, müzikler Tolga Çebi’ye ve ışık düzenlemeleri de İrfan Varlı’ya ait.
Bir nikâh töreni düşünün. Nikâhın en önemli anı nedir? Geline soruluyor: Kocalığa kabul ediyor musun? Gelinin yanıtı: Hayır! Ve gelin, davetliler arasından birini işaret eder. Bu işaret ‘erkekçe kapışma’nın da başlamasına neden olur. Kafalar, burunlar kırılır, gözler çıkarılır neredeyse! Ve ikinci raunt düğün yemeği yenilecek restoranda devam eder. Büyük hesaplaşmanın görüleceği restoranda bir araya gelen yedi erkek ‘Hayır” olayını aydınlatmaya çalışırlarsa ne olur?
İşte ‘Testosteron’ oyunu, bu nikâhın bozulması üzerinden; yedi erkeğin cinselliğe, kadına, doğaya ‘erkekçe’ bakışlarını sergiliyor. Tabi ki bu ‘erkekçe’ bakışın faturası ağır oluyor!
‘Erkekçe’ bakışın ürettiği şiddet, egemenlik dürtüsünün yaşattıkları ve sonuçları, seyirciyi ‘erkeksi’ gerçeklerle karşı karşıya bırakıyor!
Erkeklerin dünyasındaki gerçekleri size sunarken, konunun bu kadar ince bir şekilde işlenmesine şaşıracaksınız.
İzlemeniz, izlerken düşünmeniz gereken bir oyun ‘Testosteron.’
Ve oyundan çıkarken de şunu diyeceksiniz belki.
Ne hormonmuş be!
Oyun Atölyesi /oyunatolyesi.com